Karakter Yaratım Formu - Aşama 1
Karakter Adı: Zhaeroth
"Küllerle Doğan"
Karakter Geçmişi:
► Show Spoiler
MS.29
Kurulan ilk şehir devletlerinden birisi olan Gölgemenzil başındaki kişilerdi Elya ve Halreth Varion. Çok büyük bir şehir devleti sayılmasa da, ilk kurulan şehir devletlerinden birisi olduğu için hatrı sayılır bir nüfus kalabalığı vardı. Kara Çam Ormanı'nın batısında, Yitik Çamur Vadisi'nin güneyinde yer alan, nehir ve dağ eteklerinin birleştiği yere kurulan bu şehir, sert bir nüfus topluluğuna sahipti. Halreth'in eski Gölgeburç soylusu ve kıdemli komutanı olması da yanına aldığı ve yönetimde söz sahibi yaptığı insanların kendisi gibi sert olmasına neden olmuştu. Bu sebeple yaratıklara karşı sert mizaçlı insanlardı.
Gölgemenzil nüfusunun çoğunluğuna, en önemlisi kocasının görüşüne ters bir şekilde Elya aşırı derecede iyimserdi yaratıklar konusunda. Zhaar'ın kötü kalpli olmasından dolayı insanların ve yaratıkların birbirlerini katlettiğini, Zhaar olmasaydı yaratıkların ve insanların barış içerisinde yaşayabileceğine inanıyordu. Her iki tarafta da çürük yumurta olabileceğinin farkındaydı ama genel düşüncesini etkilemiyordu bu durum. Tabi, bu düşüncelerini hiçbir zaman açıkça dile getirmemişti.
MS.30 yılının güz döneminde Gölgemenzil şehrine bir yabancı gelmişti. Bu yabancı kendisini Kaelen Dros olarak tanıtmıştı. Zathor Vadisi'nin doruklarında, bir kulübede yaşayan bu yabancı, gelişiyle birlikte uğursuzlukları da beraberinde getirmişti.
Elya ile karşılaşan Kaelen Dros ilk bakışta aşık olmuştu bu güzel kadına. Başta bu aşkın tek taraflı olacağını düşünmüş olsa da, benliğini açtığında Elya'dan da karşılık bulmuştu. Gizli kapaklı görüşmeler, nehir kenarı yürüyüşleri birbirini kovalamıştı. En sonunda, MS.30 Yılının kış dönemi birlikte olan bu ikili, başlarına gelecek onlarca şeyden habersiz bir şekilde kendi yollarına ayrıldılar. Elya eşinin yanında, Gölgemenzil şehrinin kalbinde yaşamaya devam etti. Kaelen Dros ise Zathor Vadisi'nin doruklarındaki inziva yerine çekildi.
Gerek Kaelen Dros, gerek Elya böyle bir şeyin olacağından bihaberdi. Ne var ki olan olmuş, Elya hamile kalmıştı. Bir korku, bir umut ile Kaelen Dros'u bulması için gizli kapaklı gönderdiği haberciler eli boş dönünce yapacak bir şeyi kalmamıştı Elya'nın. Karnında taşıdığı çocuğu Halreth'in çocuğu olarak duyurdular. Doğum vakti geldiğinde ise, gerçek gün yüzüne çıkmıştı.
Elya'nın karnında büyüyen şey bir insan çocuğu değil, bir ejderha yumurtasıydı. Doğum sonrasında ortaya çıkan bu siyah ejderha yumurtası, bir kaç saat içinde çatlamıştı. İçinden küllerin arasında, bütün vücudu pullarla kaplı bir insan bebeği çıkmıştı. Haber, kısa zamanda bütün şehirde duyuldu. "Duydun mu, Elya hanım'ın karnında taşıdığı insan değil bir yaratıkmış." "Hanım deme şuna." "Dediklerine göre güz dönemi gelen yabancı ile birlikte olmuş. Soylu kanı kirlettiği için yaratık doğurmakla lanetlemiş tanrılar." "Acaba Efendi Halreth nasıldır şu an." Gölgemenzil sokaklarında kulaktan kulağa dolaşmaya başlayan bu cümleler, bir kaç gün içerisinde eli tırpanlı köylülere dönüşmüştü. Kılıçlar kınından çıkmış, meşaleler yakılmıştı. Gölgemenzil şehrinin kalbindeki Gölgetaş kalesinin önünde askerler ile köylüler karşı karşıya gelmişti. Köylülerin isteği belliydi. O yaratık buradan gönderilecek. Askerlerin içinde bile çoğunluk bu düşünceyi savunuyordu. Ne var ki işin aslını öğrnemeden harekete geçmek istemeyen Halreth, bu güne kadar beklemişti. Elya zorlu doğumdan sonra kendine geldiğinde onunla konuşmuş, bütün gerçeklik ile yüzleşmişti.
Kaelen Dros aslında bir ejderhaydı. Elya ile aynı düşüncelere sahip bir ejderha. İnsanların ve yaratıkların uyum içerisinde yaşayabileceğini savunuyordu. Bu sebeple insan şehirlerini bir bir geziyordu Kaelen Dros. İnsanların bu konuda neler düşündüğünü öğrenmek için. Kendisi gibi düşünen insanların ya da yerleşkelerin peşindeydi. Bütün dünyada olmasa da, bir şehirde, hatta ufak bir köyde bile barış içinde yaşamak bir başlangıç olacaktı. Bu arayışı sırasında tanışmıştı Elya ile. Bütün umutlarının söndüğü bir dönemde. Tam da bu sebeple, umutsuz karanlığında bir ışık olduğu için aşık olmuştu Elya'ya. Bu aşkın bir tohum vereceğinden habersizdi ikiside. Lakin olan olmuş, yaratık doğmuştu.
Gerçekleri öğrenen Halreth, önce ne yapması gerektiğini bilememişti. Aynı gece, Gölgemenzil sokaklarında meşaleler yanmadan bir kaç saat önce Gölgeburç'tan bir haber gelmişti.
Gölgemenzil Efendisi Halreth Varion,
Yaşadığınız Fenomen'in haberini aldığımızı bildiririz. Sizin gibi Gölgeburç'a ve değerlerine derinden bağlı yurttaşlarımızın, insanlığın gelişimi sırasında böylesine üzücü bir olay yaşaması bizi derinden yaralamış ve üzmüştür.
Sizin için bu durumun zor olduğunun farkında olmakla birlikte, bu elzem durum karşısında almanız gereken aksiyonları bildirmemiz, sizin ise bu aksiyonları bir an önce almanız büyük önem taşımaktadır.
Haberi aldığımız gibi Kıran Avcılarını Gölgemenzil'e doğru gönderdiğimizi bildiririz. Sizden beklediğimiz aksiyon, Kıran Avcıları Gölgemenzil'e ulaşana kadar Elya Hanım'ı ve Küllerle Doğan Yaratığı saklamanız. Kıran Avcıları'nın amacının Eski Soylulardan Elya Hanım'a zarar vermek olmadığını da önceden bildirmemizin doğru olacağını düşündük. Kıran Avcıları tarafınıza ulaştığında ileri talimatları alacaksınız.
Haberi büyük bir sakinlik ile karşılayan Halreth, şehrin sokaklarında bir bir parlamaya başlayan meşaleleri görmüştü. Uğursuzluğun geldiğini anladığı anda ise, büyük bir sakinlikle kalenin önüne çıkmak için harekete geçmişti. Merdivenleri bir bir inerken, aklında tek bir soru vardı. Neden? Neden başına böyle bir şey gelmişti. Neden Elya'nın ihanetine uğramıştı. Neden Kaelen Dros bu şehri seçmişti. Her bir basamak ile bir neden sorusu daha beliriyordu aklında. Bir kenara atamadığı bu soruların birazdan yurttaşları tarafından da sorulacağını biliyordu. Cevaplar ise Halreth'de yoktu.
Kalenin önünde yurttaşları ile karşı karşıya gelen Halreth, sakinliğini koruyarak olacakları anlatmıştı. Kıran Avcılarının yolda olduğunu, hiç kimseye zarar gelmeyeceğini söylemişti. Yurttaşlarının sorularını cevaplayıp, sinirlerini yatıştırmayı başarmıştı. Artık herkes Kıran Avcılarının gelip başlarındaki bu uğursuzluğu çözmesini bekliyordu. Uğursuzluğun daha da artacağından ise herkes bihaberdi.
Gölgemenzil sakinlerinin ayaklanmasından bir kaç gün geçmişti. Küllerle Doğan'ın üzerindeki pullar bir bir dökülmeye başlamıştı. O an kalede bulunan büyücüler ve hekimler, lanetin işe yaramadığını çocuğun ise sağlıklı bir insan olabileceğini düşünmeye başlamışlardı. Gerçeği ise sadece Halreth biliyordu. Bütün soruları cevaplayıp halkın huzursuzluğunu bir şekilde yatıştırmış olmasına rağmen, verdiği cevapların bir kısmı gerçekliği yansıtmıyordu. Elya'nın bir lanete yakalanmış olduğunu söylemişti herkese. Bunun böyle bilinmesinin en doğrusu olduğuna karar vermişti.
Halk arasında Zhaeroth adıyla anılmaya başlamıştı bu çocuk. Kadim dilde Gölgelaneti demekti. Ya da en azından bu ismi ilk ortaya atan öyle olduğunu düşünüyordu. Her iki türlü de, lanetli doğan bir insan çocuğuydu. Bir yaratık değildi.
Kıran Avcılarının Gölgemenzil'e gelmesiyle birlikte uğursuzluklar başlamıştı. Önce bütün halk evlerine girmeye zorlanmıştı. Sokakta kimseler bulunsun istenmiyordu. Ardından Kıran Avcıları araştırmacılar ile birlikte Zhaeroth'u bir odaya kapatmıştı. Araştırmacıların görevi çocuğun üzerindeki laneti araştırmaktı. Çocuğun normal bir yaşam sürmesini istiyorlardı. Ne var ki Kaelen Dros böyle düşünmemişti. Kendi kanından olan yavrusunun ve biricik aşkının öldürüleceğini düşünüyordu. Bu sebeple Kıran Avcılarının Gölgemenzil'e vardığı aynı gece, karanlık gökyüzü kulakları kanatacak bir kükreme ile yarılmıştı sanki.
Ejderha formunda Gölgetaş kalesinin tepesine çöken Kaelen Dros, tek bir kişiyle bile konuşmaya tenezzül etmeden alevleri ile bütün Gölgemenzil'i ateşe vermeye başlamıştı. İçindeki nefreti, üzüntüyü ağzından alevler ile kusan Kaelen Dros, bir kalp atışı süresinde Gölgemenzil'in neredeyse yarısını ateşe vermişti. Kıran Avcıları ve Gölgemenzil askerleri ise yurttaşlarını korumak için canlarını ortaya koymuştu.
Ejderha ile Gölgemenzil arasında geçen bu savaşın bir galibi çıkmamıştı. Gölgemenzil'in yarısından çoğu yıkılmış, sokaklar sivil halk ve asker cesetleriyle dolup taşmıştı. Evler yanmış, surlar erimişti. Kaelen Dros ise ağır yaralar almış, bir gözü kör kalmış, bir boynuzu kırılmıştı. Bunun sonucunda Kaelen Dros Gölgemenzil'e lanetler kusarak yeri belirsiz inine geri dönmüştü. O günden sonra bir daha görünmemişti.
Bu olay sonucunda Gölgeburç yönetimi tarafından sıkıştırılan Halreth ve Elya gerçekleri anlatmıştı. Zhaeroth aslında lanetlenmiş bir insan çocuğu değildi. Gerçekten de insan-ejderha karışımı bir yaratıktı. Gölgeburç'un verdiği hüküm ise kesindi. Bu yaratık yok edilmeli.
Elya şiddetle buna karşı çıkmıştı. Sözünü sadece Halreth'e geçirebileceğini biliyordu. Bu sebeple Halreth'e yalvarmıştı. Ayaklarına kapanmış, gözlerindeki yaşı kurutmuştu. Halreth ise ne yapması gerektiğini biliyordu. Bu yaratığı öldürmeliydi. Halreth'in bu karardan vazgeçmeyeceğini anlayan Elya, bir gece Zhaeroth'u da alıp kaçmıştı. Yitik Çukur Vadisi'nin en tepesine çıkan Elya, Zhaeroth'u burada terk etmişti. İçindeki ejderha kanının onu hayatta tutabileceğini umarak.
Dağların sert rüzgarları, insanın iliklerine kadar işleyen soğuk, orada sıradan bir insan çocuğunu çoktan öldürürdü. Ama Zhaeroth, sıradan bir çocuk değildi. İçindeki ejderha kanı, onun ölümün eşiğinde bile hayatta kalmasına sebep oldu. Gözleri karanlıkta parlayan bu yarı insan, yarı ejderhayı bulup kurtaran ise dağın zirvesinde tek başına yaşayan bir büyücüydü: Miradun Kadregast.
Miradun Kadregast, zamanında Gölgeburç’un gölge meclislerinde görev almış, kadim bilgilere fazla yaklaştığı için sürgün edilmiş bir büyücüydü. İnsanın ruhu, ölümün doğası, yaratıkların özü. Bunları araştırmak onun için bir meraktı ama bu merak, Gölgeburç’un kurallarına fazla ağır gelmişti. Böylece Kara Çam Ormanları ile Yitik Çukur Vadisi arasındaki dağlara çekilmiş, insanlardan izole bir hayat yaşamaya başlamıştı. Miradun için dünya, insanlarla dolu bir yanılgıydı. Yaratıklarla insanlar arasındaki denge ise sapkınca bir güç oyununa dönüşmüştü. Bu yüzden dünyadan elini eteğini çekmiş, dağda kendi ritüelleriyle zaman tüketir olmuştu.
Bir gece, ay ışığı dağların yamaçlarını keserken Miradun ormanın kenarında yürüyordu. O sırada gözleri, bir kayanın dibinde titreyen bir gölgeye takıldı. Yaklaştığında bunun sıradan bir çocuk olmadığını hemen fark etti. Vücudunun bazı yerleri insan derisiydi ama bazı bölgelerinde siyah, mat pullar parlıyordu. Çocuğun gözleri karanlıktaki bir mum gibi ışıldıyordu. Miradun, bu çocuğun ne olduğunu anladı. Köylülerin ağzında dolanan söylentileri işitmişti. Bir kaç ay önce Elya Varion'un ejderhadan doğma bir çocuğu olmuştu. İnsanların deyimiyle bir yaratık. Onu orada öldürmek kolay olurdu. Büyücülük tarihinde bu tür anomaliler genelde ortadan kaldırılırdı. Fakat Miradun farklı düşündü. "Bu çocuk neye dönüşecek?" diye sordu kendi kendine.
Miradun, Zhaeroth’a ismini vermedi. Çocuğun adını halk koymuştu zaten: Zhaeroth. Kadim dilde "Gölgelaneti" anlamına gelen bu isim, ağızdan ağıza yayılmış, kulaktan kulağa uğursuzluk gibi dolaşmıştı. Miradun ise bu lakabı olduğu gibi kabul etti. Küllerle doğan bir çocuğun başka nasıl bir adı olabilirdi ki?
Yıllar geçti. Zhaeroth büyüdü ve genç bir adam oldu. Bir gün Miradun’un sakladığı eski metinleri buldu. O metinlerde annesinin adını, Kaelen Dros’un kim olduğunu ve Gölgemenzil’de yaşananları öğrendi. Kim olduğunu artık biliyordu. Bu bilgi, Zhaeroth’un içindeki boşluğu bir anda ateşe çevirdi. Annesi kimdi? Babası gerçekten bir ejderha mıydı? Onu neden terk etmişlerdi? Gölgemenzil’e ne olmuştu? Bu soruların yanıtını almak için dağın zirvesinden ayrılmaya karar verdi.
Miradun, bu ayrılışa karşı koymadı. Belki de zaten zamanı gelmişti. İçinde bir yerlerde, çocuğun kaderinin bir gün onu terk etmek olduğunu biliyordu.
Zhaeroth artık dağın çocuğu değildi. Küllerden doğan bir gölgelanetti.
Kişiliği: Zhaeroth, kendisini hiçbir yere ait hissedemeyen biri olarak büyüdü. Doğduğu andan itibaren hem insan hem ejderha olması, onu her iki dünyanın da dışına itti. İnsanlar için bir yaratık, yaratıklar içinse insan kanı taşıyan bir melezdi. Bu yüzden Zhaeroth, kimliğini bir yara gibi taşıdı. Ne olduğunu ve ne olacağını asla tam olarak bilemedi. Miradun Kadregast’ın yanında geçirdiği yıllar, ona bilgeliği ama aynı zamanda soğukluğu da öğretti. Sevgiyle değil, bilgiyle yoğrulmuş bir çocukluk yaşadı. Kendi elleriyle büyüttüğü kuşları bir sonraki gün gözlerini kırpmadan kurban eden bir büyücünün yanında büyümenin insan ruhunda açtığı çatlakları taşıdı hep.
İnsanlara güvenmez Zhaeroth. Onun için insanlar çürük bir yapının taşıyıcı kolonları gibidir. Barışı ağızlarından düşürmezler ama fırsat bulduklarında birbirlerini ve yaratıkları boğazlarlar. Fakat bu, Zhaeroth’un tamamen kötü niyetli olduğu anlamına gelmez. İçinde hala bir umut kıvılcımı vardır. Belki bir şehirde, belki bir vadide insanlar ve yaratıklar bir arada yaşayabilir. Zhaeroth, dünyayı değiştirmeye kararlıdır: "Ya hepiniz barış içinde yaşayacaksınız, ya da hepiniz yok olacaksınız," diye fısıldar kendine sık sık. O, dünyanın düzenini sarsmaya gelen bir denge taşır kalbinde. Ya kurtarıcı olacak, ya da yıkıcı. İkisinin ortasında bir yol olduğuna inanmamaktadır.
Duygusal anlamda mesafelidir. Sevgiyi, yakınlığı ya da dostluğu zayıflık olarak gören bir bakışı vardır. Bunun temelinde terk edilme travması yatar. Annesi tarafından dağın zirvesine bırakıldığı anın bulanık görüntüsü, zihninin karanlık köşelerinde hep bir gölge gibi dolanır. İnsani tarafı, arada bir yumuşaklık gösterse de hemen ardından kendini çeker. Çünkü zaaflarının kullanılacağından korkar. İnsanlara yakınlaşırsa, bir gün sırtından hançerlenmekten endişe eder. Yaratıklara yakınlaşırsa, bir gün kanını kullanarak kendisini bir silaha dönüştürmelerinden korkar.
Zhaeroth'un içinde sürekli bir iç savaş vardır: Ejderha yanı sabırsız, öfkeli ve yıkıcıdır. İnsan yanı ise sabırlı, hesapçı ve politik. Bu yüzden konuşurken sakin görünür, hatta zaman zaman felsefi cümleler kurar ama içinde bastırdığı bir ateş vardır. Birinin gereksiz bir şekilde şiddete başvurması veya güç hırsıyla hareket etmesi, Zhaeroth’un içindeki ejderhayı uyandırabilir. O zaman dizginlerini kaybeder. Alevler içinde bir öfke gösterisine dönüşür. Soğukkanlılığını korumak için iç dünyasında sert bir denetim mekanizması oluşturmuştur. Ne var ki, bu denetim bazen kırılır.
Merhametlidir ama seçici bir merhameti vardır. Kendi tanımladığı adalet çizgisinin dışına çıkanlara karşı acımasızdır. "Bazı insanların ya da yaratıkların ölümle cezalandırılması bir adalet biçimidir" diye düşünür. Bu yüzden Zhaeroth bir kahraman değildir. O, dünyanın bozulmuş terazisini kendi terazisine çevirmeye çalışan biridir. Kimine göre kurtarıcı, kimine göre bir felaketin habercisidir.
Konuşurken ses tonu genellikle sakin, derin ve ölçülüdür. Laf kalabalığına girmez, öz konuşur. Anlamayanlara sabrı yoktur. Ancak saygı gösterene, öğrenmeye açık olana karşı nazik olabilir. Sıradan insanların hayatına karışmayı sevmez, gölgelerde kalmayı tercih eder.
Ahlaki Yönelimi: Kendi kanı gibi, ahlaki yönelimi de karışıktır. Zhaeroth’un ahlaki pusulası, ne iyiliğe ne kötülüğe sıkı sıkıya bağlıdır. O, dengeyi kendi yöntemleriyle sağlamaya inanır. İnsanlığı düzen adı altında ezen güçlere karşı öfkelidir, ama aynı zamanda kaosun da sınır tanımayan bir yıkım olduğunun farkındadır. Ona göre gerçek barış, ya herkesin özgür iradesiyle kabul edilir ya da zorla dayatılır; başka yolu yoktur. Bu yüzden gerektiğinde bir köyü kurtarıp, aynı gün bir lordu öldürmekten çekinmez. Kural tanımaz ama sebepsiz yere de yıkım istemez. Zhaeroth, insanlarla yaratıkların bir arada yaşayabileceği bir dünya hayal eder. Fakat bu hayal uğruna hem kurtarıcı hem cellat olmaya hazırdır.
Karakter Görünümü: İnsana benzeyen yapısına rağmen kollarının bazı yerlerinde hala griye çalan pul izleri vardır. Gözleri alev kırmızısıdır. Gözbebeği ise bir insandan çok bir ejderi andıracak şekilde ince uzun bir çizgi şeklindedir. Uzun, dağınık ve gümüşe çalan siyah saçları vardır. Bileklerine kadar uzanan eski, silik dövmeleri bulunur. Bu dövmeler, onu yetiştiren büyücünün koruma ve gizlenme ritüellerinden kalan izlerdir. Giysileri basit ama işlevseldir; koyu renkler tercih eder, üzerinde genellikle yıpranmış, kapüşonlu bir pelerin taşır.
Karakter Hedefi: Zhaeroth’un en büyük hedefi, insanların ve yaratıkların birlikte yaşayabileceği bir düzen kurmaktır. Ancak bu düzen, geçmişte yaşadığı ihanetler ve gördüğü zulüm yüzünden artık ütopyadan çok bir zorunluluk halini almıştır. O, "ya birlikte yaşanacak ya da birlikte yok olunacak" düşüncesiyle hareket eder. Barış için savaşmaktan, denge için yıkımdan çekinmez. Eğer dünya, kendi elleriyle yoğrulmazsa, zaten yok olmaya mahkûm olduğuna inanır. Bu yüzden hem kurtarıcı hem tehdit olarak anılır; çünkü Zhaeroth, barışı herkesin istediği şekilde değil, kendi bildiği şekilde getirmeye ant içmiştir.