Gece yarısı bardaktan boşanırcasına yağan yağmur, taş sokaklar ile birlikte bu genç bedeni de yıkıyordu. O kadar çok yağıyordu ki yağmur, 10 metre ilerisi zor görünüyordu. Nefes almak bile arada zor geliyordu. Yaralardan süzülen kan, su ile karışarak bu cılız vücuttan aşağıya akıyor ve taş kaldırımların arasından toprağa sızarak doğa ile birleşiyordu.
Bu beden cılızdı. Eski ihtişamımdan eser yoktu. Her tarafımdan acı dalgaları yükseliyor, ezilmiş ince kaslarım zavallı bir şekilde sızlıyordu. Yüzümü göğe çevirdim, acı içindeki suratımı soğuk suyun altında yıkadım. Gözlerimi kapattım ve sesleri dinledim. Yağmurun gürültüsü ve serinliği kemiklerimde hissetmeyi çalıştım. Sanki binlerce çeşme aynı anda açılmış gibiydi.
Gök yüzü bir anlığına aydınlandı. Ardından şiddetli bir şekilde gürledi.
Gök gürültüsü hep hoşuma gitmiştir. İnsanın gökler karşısında ne kadar aciz olduğunu hatırlatıyor.
Her şeyimi kaybetmiş hissediyordum. Ancak bu hissiyat sandığım kadar rahatsız edici değildi. Ölüp dirilmek... Bu bana bir hediyeydi. Kimden geldiğini bilmediğim bir hediye. Bu yüzden bedenimin ne kadar zayıf olduğuna ya da ne kadar hasar aldığına bakmak yerine taze havayı ciğerlerime çektim.
İşte bu...
İşte bu taze bir başlangıçtı.
Yavaşça yüzümü geri indirdim. Elimi sağ cebe attım ve ıslak, cılız, tüysüz bacağımı hissettim. Çocuğun cebi yırtıktı. Sonra sol cebe attım. İçindeki iki şeyi çıkartıp baktım. Bir metal para ve bir metal kaşığım vardı artık.
Yağmur suyu arada bir gözüme girdiğinden sık sık gözümü kırpmak zorunda kalıyordum.
Parayı yukarı kaldırdım ve yandaki evin camından gelen soluk ışıkta parlamasına izin verdim. Üstündeki amblemi ve sayıları incelemeye çalıştım. Hangi ülkede olduğumu anlamaya çalışıyordum. Merkez ovalarda mıydım yoksa başka bir yerde mi? Burası murim topraklarından çok farklıydı. Belki de batıdaki barbar toplulukların birinde gözümü açmışımdır. Yeterince inceledikten sonra paranın yanındaki metal kaşığa baktım. Eski bir kaşıktı. Sapında kalp işareti vardı.
Çöp.
Yine de bir kılıcı engelleyebilir. Belki ikinci bir saldırıyı da durdurabilir. Ortadan kırıp saplamak suretiyle silah olarak kullanılabilir.
Kırma düşüncesi içimde bir huzursuzluk oluşturdu. Kaşık değerliydi. Ama neden?.. Yoksa bu... Çocuğun benliğinden kaynaklanan şey mi?.. Önemli değil. Düşünmeye gerek yok. Çocuk öldü. Bu beden artık benim.
Vücudumdaki yaraları analiz etmeye başladım. Tam olarak hangi uzuvlarıma nasıl darbeler almıştım. Ciddi yaralar hangileri? Kırık çıkık var mı? Kullanılan dövüş teknikleri neler? Aşina olduğum bir teknik mi?
Dövüş tekniğinden belki bulunduğum yöreyi tespit edebilirdim. Hayatımın üç ayrı vaktinde üç ayrı milletten üç ayrı barbar ile savaşma imkanı bulmuştum. Yine de her biri dövüşmeye değer insanlardı. Söylenildiği gibi kaba kişiler değildi. Her biri edepliydi. Eğer onlardan birisi ile bile bu çocuk karşı karşıya gelmiş olsaydı kullanacak bir bedene sahip olmazdım.
Etrafıma bakındım . Tam olarak neredeydim? Yağmurda etrafı görmek zor olsa da yürüyerek etrafı analiz edecektim, evler, kaldırımlar, tabelalara veya dükkanlar... edinebildiğim kadar bilgi edinecektim. Belki birisiyle karşılaşırım. Barbarlardan pek edep beklememek lazım ama edep barbara bakmaz. Edindiğim tecrübeler bana bunu öğretmişti. Edep insanın içinden gelen bir şeydir. Yetiştirilmenin de etkisi vardır. Son şeklini ise arkadaşlar ve kişinin iradesi verir.
[Gong Woon] Yağmurda Dirilen Ceset
- GM-Velatria
- Gamemaster
- Posts: 59
- Joined: Sun Jul 20, 2025 11:18 am
Re: [Gong Woon] Yağmurda Dirilen Ceset
Yağmur, yüzünü yıkarken, bedenin ve ruhunun arasındaki acımasız tezat, en derin hakikat gibi içine işliyor. Adımlarının altında ıslak taşların çamurla karışan sesi yankılanıyor. Yürürken, çevrendeki binaların mimarisinin belirgin bir sertliğini taşıdığını fark ediyorsun; sağlam, gri taşlardan yapılmış, pencereleri küçük ve demir parmaklıklarla kaplı. Sanki bu şehir, sakinlerinin içeriden çok dışarıdan gelecek tehlikelerden korktuğunu haykırıyor.
İzbe bir sokaktasın. Taştan binalar heybetli dursa da yollar bundan nasibini alamamış. Toprak, yağan yağmurla birlikte adeta bir bataklığa dönmüş. Yürüdüğün sokak düz bir şekilde ilerliyor. Sağında,solunda ufak ara sokaklar olduğunu görüyorsun. Sokak demeyelim, binaların yaşam alanları için ayrılmış ufak girintiler aslında. Duvarlara tahta sandıklar, variller dizilmiş. Güneşli bir günde kıyafetlerin asılacağı, binadan binaya çekilmiş ipler görüyorsun. Birkaç iskemle. Baya ilerlediğinde ise yürüdüğün yolun 'T' şeklinde bir yere varacağını ve bir ayrıma varacağını görebiliyorsun.
Gökyüzünde bir şey görmek çok mümkün değil. Sağnak yağmur bir yana iki katlı, üç katlı bu binalar görüşü bir hayli engelliyor, neyle çevrili olduğunu anlamak zor.
Fakirlik ise her taşın ve her kapının çatlağına sinmiş. Köşe başlarındaki panjurlardan sızan loş ışıklar, evlerin içinde sessiz bir umutsuzluğun hüküm sürdüğünü fısıldıyor. 4-5 bina ötede, bir binanın avlusunda iki kadının kısık sesle konuştuğunu duyuyorsun. Biri, ağlayan bir bebeği sakinleştirmeye çalışırken, diğeri endişeyle etrafı süzüyor. "Açlık... artık dayanılacak gibi değil," diyor ilki, sesi titriyor. Diğeri başını sallıyor, "Bazen en korkunç şeyler, en büyük lütuf gibi görünür." diyor. Söylediğine kendisi de inanmıyor aslında. "O yolu seçemeyiz. Sonu yok." Korkuyu seziyorsun. Çaresizlik de tuzu biberi oluyor. Konuşmaları aniden kesiliyor, gözleri sana takılıyor. Yıpranmış giysilerin ve yorgun duruşun onlarda bir tehdit yaratmıyor. Yoksul bir sokakta duran yoksul bir adam. Ortama uyum sağlıyorsun. Yine de her yabancı gibi şüpheyle bakıyorlar. Yağmur sesi kısa bir süreliğine hükmediyor geceye. Saniyeler sonra demir sesleri kesip atıyor bu huzurlu anı. Bir grup demir çizmenin, askeri bir düzenle ritmik ilerlediğini duyuyorsun. Varacağın 'T' nin sağından kesişim noktasına geliyor. Kadınlar sesin geldiği yere kısa bir bakış atıyor, ardından önlerine dönüyor. Bebek ağlamaya devam ediyor.
İzbe bir sokaktasın. Taştan binalar heybetli dursa da yollar bundan nasibini alamamış. Toprak, yağan yağmurla birlikte adeta bir bataklığa dönmüş. Yürüdüğün sokak düz bir şekilde ilerliyor. Sağında,solunda ufak ara sokaklar olduğunu görüyorsun. Sokak demeyelim, binaların yaşam alanları için ayrılmış ufak girintiler aslında. Duvarlara tahta sandıklar, variller dizilmiş. Güneşli bir günde kıyafetlerin asılacağı, binadan binaya çekilmiş ipler görüyorsun. Birkaç iskemle. Baya ilerlediğinde ise yürüdüğün yolun 'T' şeklinde bir yere varacağını ve bir ayrıma varacağını görebiliyorsun.
Gökyüzünde bir şey görmek çok mümkün değil. Sağnak yağmur bir yana iki katlı, üç katlı bu binalar görüşü bir hayli engelliyor, neyle çevrili olduğunu anlamak zor.
Fakirlik ise her taşın ve her kapının çatlağına sinmiş. Köşe başlarındaki panjurlardan sızan loş ışıklar, evlerin içinde sessiz bir umutsuzluğun hüküm sürdüğünü fısıldıyor. 4-5 bina ötede, bir binanın avlusunda iki kadının kısık sesle konuştuğunu duyuyorsun. Biri, ağlayan bir bebeği sakinleştirmeye çalışırken, diğeri endişeyle etrafı süzüyor. "Açlık... artık dayanılacak gibi değil," diyor ilki, sesi titriyor. Diğeri başını sallıyor, "Bazen en korkunç şeyler, en büyük lütuf gibi görünür." diyor. Söylediğine kendisi de inanmıyor aslında. "O yolu seçemeyiz. Sonu yok." Korkuyu seziyorsun. Çaresizlik de tuzu biberi oluyor. Konuşmaları aniden kesiliyor, gözleri sana takılıyor. Yıpranmış giysilerin ve yorgun duruşun onlarda bir tehdit yaratmıyor. Yoksul bir sokakta duran yoksul bir adam. Ortama uyum sağlıyorsun. Yine de her yabancı gibi şüpheyle bakıyorlar. Yağmur sesi kısa bir süreliğine hükmediyor geceye. Saniyeler sonra demir sesleri kesip atıyor bu huzurlu anı. Bir grup demir çizmenin, askeri bir düzenle ritmik ilerlediğini duyuyorsun. Varacağın 'T' nin sağından kesişim noktasına geliyor. Kadınlar sesin geldiği yere kısa bir bakış atıyor, ardından önlerine dönüyor. Bebek ağlamaya devam ediyor.
Re: [Gong Woon] Yağmurda Dirilen Ceset
Yağmurda yürümeye devam ediyordum. Bataklık gibi olmuş zeminde ayaklarım çamura bata çıka ilerliyordu. Bu cılız beden için çok yorucu bir aktiviteydi. Bir an önce kalbince Ki çekirdeğini oluşturmam gerekiyordu. Bu bedenin en hızlı yoldan direncini arttırmanın tek yolu buydu ancak. Taş duvarlar arasında ilerlerken buranın Batının barbar kavimlerinden birine ait olduğu konusundaki fikrim pekişiyordu.
Biraz ileride zavallı insanların konuşmalarına tanık oldum. Burası görüldüğü gibi fakirlik ile cebelleşiyordu. Acıma duygusu hissetmedim. Bu zayıf insanların problemiydi. Güçlü olsalardı ya da güçlülerle birlikte olsalardı bu sefaleti çekmek zorunda kalmazlardı. Zayıf insanlar her zaman acı çekmeye mahkumdur. Aynı ele geçirdiğim bu zayıf beden gibi.
Temel nefes tekniklerinden birini uygulamama rağmen hızlı hızlı nefes alıp vermek zorunda kalıyordum. Kadınlarla göz göze geldim. Bana şüphe ile baktılar, birbirimize selam vermedik. Başımı öne indirdim. Yabancı insanlara gereğinden uzun süre bakmak edepsizliktir. Bu yüzden işime baktım. Yolun sonundan gelen demir zırh seslerine kulak kesildim. Yolun kenarına geçtim ki olası bir askeri hareketin önüne geçmeyeyim. Yolun kenarından T ayrımına doğru yürürken ayak seslerinden askerlerin kaç kişi olduğunu ve niyetlerinin şiddet olup olmadığını anlamaya çalıştım. Görüş alanıma girdiklerinde içinde bulunduğum bölge hakkında daha derin bilgiye sahip olabilecektim. Kullandıkları zırhlardan kılıçlara kadar inceleyip gelişmişlik düzeylerini anlamaya çalışacaktım. Vücut yapılarına bakıp ne kadar antrenmanlı olduklarını anlamaya çalışacaktım. Yüz ifadelerinden nasıl bir ruh halinde olduklarını çözmeye çalışacaktım. Bakalım bu toprakların askeri gücü nasılmış. Az çok fikir sahibi olacağım.
Askerleri inceledikten sonra ise amacım Ki çekirdeği oluşturmak. Ancak şimdilik keşif yapma vakti.
Biraz ileride zavallı insanların konuşmalarına tanık oldum. Burası görüldüğü gibi fakirlik ile cebelleşiyordu. Acıma duygusu hissetmedim. Bu zayıf insanların problemiydi. Güçlü olsalardı ya da güçlülerle birlikte olsalardı bu sefaleti çekmek zorunda kalmazlardı. Zayıf insanlar her zaman acı çekmeye mahkumdur. Aynı ele geçirdiğim bu zayıf beden gibi.
Temel nefes tekniklerinden birini uygulamama rağmen hızlı hızlı nefes alıp vermek zorunda kalıyordum. Kadınlarla göz göze geldim. Bana şüphe ile baktılar, birbirimize selam vermedik. Başımı öne indirdim. Yabancı insanlara gereğinden uzun süre bakmak edepsizliktir. Bu yüzden işime baktım. Yolun sonundan gelen demir zırh seslerine kulak kesildim. Yolun kenarına geçtim ki olası bir askeri hareketin önüne geçmeyeyim. Yolun kenarından T ayrımına doğru yürürken ayak seslerinden askerlerin kaç kişi olduğunu ve niyetlerinin şiddet olup olmadığını anlamaya çalıştım. Görüş alanıma girdiklerinde içinde bulunduğum bölge hakkında daha derin bilgiye sahip olabilecektim. Kullandıkları zırhlardan kılıçlara kadar inceleyip gelişmişlik düzeylerini anlamaya çalışacaktım. Vücut yapılarına bakıp ne kadar antrenmanlı olduklarını anlamaya çalışacaktım. Yüz ifadelerinden nasıl bir ruh halinde olduklarını çözmeye çalışacaktım. Bakalım bu toprakların askeri gücü nasılmış. Az çok fikir sahibi olacağım.
Askerleri inceledikten sonra ise amacım Ki çekirdeği oluşturmak. Ancak şimdilik keşif yapma vakti.
► Show Spoiler