[Lorcan Sunstring] Düşkıran

Post Reply
User avatar
GM-Velatria
Gamemaster
Gamemaster
Posts: 59
Joined: Sun Jul 20, 2025 11:18 am

[Lorcan Sunstring] Düşkıran

Post by GM-Velatria »

Yaklaşık yarım gün mesafedeki engin denizin kokusunu rahatlıkla alabiliyorsun. Gün aydınlık, sanki Lucerion tüm kudretiyle aydınlatıyor ovayı. Ne sıcak, ne soğuk. Arada esen sert rüzgarlar coğrafi konumunuzun getirisi. Sırtığınızı verdiğiniz, ardında Mir'Vahl kalıntılarının bulunduğu dağdan akıp gelen bir akarsu yatağında bulunuyor kampınız. Tüm çevreyi görebiliyor oluşunuz burayı eşsiz kılıyor. Su kaynağının dibindesiniz, avcılık için geniş topraklar var. Ara ara bazı ihtiyaçlar için alt kademe üyeleriniz liman kentine gidip geliyor vagonlarla. Sadece erzakla ve ihtiyaçlarla dönmüyorlar. İhtiyaç sahibi insanlar da takılıyor peşlerine. Lucerion'un öğrencilerinin kentin yakınında oldukları duyulmuş. İhtiyaç sahipleri, hastalar, yaşlılar ziyaret ediyor. Kimi kendince dua ediyor, şifâ arıyor. Kimisi torunlarını, çocuklarını getiriyor birer 'Işıkarayan' olarak sizlere emanet ediyor. Reddetmiyorsunuz, Lucerion kimseyi ters çevirmez. Ancak sayı arttıkça doyuracak boğazlar artıyor. Yeni kalenizin mutlak pozisyonu için yapılan keşif görevleri de stoklarınızı zorluyor.

Birkaç hafta önce Gildor, kentin giriş kısmında yer alan büyük göletin ortasındaki adayı gözetliyor. Bir kale için oldukça elverişli bir yer olduğunu düşünüyorlar. Geniş bir toprak olması, kente yakınlığı, savunma açısından rahat oluşu gibi bir çok sebep var Işıktutanların hedefinde. Fakat Yedi Parşömen Loncası buna onay vermiyor. "İzin gerektiğinden değil." diyor Gildor. "Işık hazır olmayanlar için bir cehennem." diyor sadece. Buraya inşa edilecek bir kalenin Sır Liman'ı için de büyük avantajlar sağlayacağını düşünüyorsun. Onlara hem koruma olacaksınız hem de ışığınızla kutsayacaksınız. Olmuyor.

Daha tehlikeli yerlere çeviriyor gözünü Işıktutanlar. Kâfir Kapısı yoluna. Yıllardır bir tehlike emaresi vermiyor bu alan. Ancak gece vakti çöktüğünde, Lucerion'un ışığı toprakları terkettiğinde göğün o tarafta mavi mavi parladığını görebiliyorsun. Ara ara kulaklarınıza meymenetsiz uğultular ulaşıyor. Zaten o tarafa giden kimseyi de görmediniz buraya geldiğinizden beri. Işıktutanlar bir gün önce ufak bir topluluğu da yanlarına alarak bu yoldan ilerliyor. Keşif görevine onların gitmesi olağan değil, sadece bilinmeyene giden yolda kimseyi tehlikeye atmak istemiyorlar. Kimileri cihad yürüyüşü diyor buna.

Diğer yandan azalan stoklar ve kampın refahı ise sizlerin, Işıkbükenlerin eline kalıyor. Günler önce Chandor ve Rashid limandan Girdapkent'e doğru yola çıkıyor. Bu onlara verilen bir görevden ziyade, uç karakterlerini törpülemeleri için bir kefaret yolculuğu oluyor. Gildor, Girdapkent'te kendini açığa çıkarmasa da onları destekleyen bir topluluğun varlığından bahsediyor. Chandor ve Rashid onlarla görüşmeye, yapacakları erzak ve hammadde yardımını Girdapkent limanından Sır Limanı'na göndermek üzere yola çıkıyor. Sözleştiğiniz güne uyanıyorsun, Girdapkent'ten çıkacak yardım bugün öğleden sonra limana varmış olmalı. Işıktutanlar kamptan ayrılırken ihtiyaç duyacağın tüm gücü yanına alabileceğini söylüyor.

Akarsunun çevresinde yaklaşık 40-50 çadırınız bulunuyor. Biraz daha açık alanlarda görevini tamamlamış vagonlar, toprağa gördüğünüz demir kazıklara bağlı atlar bulunuyor. Zaman geçtikçe basit bir kamptan bir çadırkente dönüşüyor kampınız. Dua edenler, yemek yapanlar, sağa sola koşturanlar, liman kentinden gelip elindeki eşyaları satmaya çalışanlar, şifâ arayan hastalar. Alışık olmadığın bir karmaşa mevcut. Kardeşliğinize bağlı yaklaşık 50-60 kişinin hala kampta yer aldığını biliyorsun.
User avatar
Lorcan Sunstring
Mukaddes Altın Işık Teşkilatı
Mukaddes Altın Işık Teşkilatı
Posts: 6
Joined: Sun Jul 20, 2025 1:29 pm

Re: [Lorcan Sunstring] Düşkıran

Post by Lorcan Sunstring »

Ey ışığın yegane kaynağı, aydınlığın yenilmez yaratıcısı, insanlığın merhametli koruyucusu yüce Lucerion! Bana gücünden bir kırıntı bahşet ki bu zavallı kişinin yarasına merhem olayım. Lior.” Sözlerimi bitirdiğimde sedyeyle önüme getirilmiş olan yaşlı kadının kolundaki yaraya dokunarak kutsal bağışlayıcımıza ettiğim duayı tamamladım. Lucerion’un Şifalı Dokunuşu’yla onu iyileştirmem rica edilmişti. Ben koluna dokunmadan önce kadının dirseğinin iç tarafından başlayıp dirseğin etrafını kaplayan yumuşak katı boncuklar vardı. Üzerine bastırsam patlayacak gibi duran boncuklara temkinle dokunarak duamı ettikten sonra altın rengindeki mukaddes ışığın yarayı yavaş yavaş deriden sökmesine tanıklık ettim. Işık yaranın bir kısmını doğrudan deriden ayırmış, kalan kısmını da sökmeye çalışıyordu. Anında etki gösterememişti ama işlemeye devam ediyordu. Önceki tecrübelerim bunun birkaç gün süreceği yönündeydi. Bunu kadına da bildirmem en doğrusu olurdu. “Birkaç gün sürer. Şüpheniz olmasın, Lucerion sizi bu illetten kurtaracaktır. İyi günler.” Sedyenin önünde dizlerimin üzerine çökmüş durumdan ayağa kalktım. Bu sabah benden istenen yardımların sonuncuydu. Hastane olarak kullandığımız büyük çadırdan dışarı adımımı attım. Kendi taburumun yatakhanesi olan çadıra doğru adımlarımı yönlendirdim. Günün geri kalan işleri için teçhizatıma ihtiyacım olacaktı. Yürürken Lucerion’un ışıklarının tenime vuruşuyla kendimi yeniden şarj ettim. Denizin kokusunu içime çektim. İnsanlara ışığın mucizelerini tattırmak yaşamı anlamlı ve kayda değer kılıyordu. Gülümsedim. İçimi memnuniyet hissi kaplamıştı.

Kurulacak kalenin konumu için beğendiğimiz küçük adaya Sır Limanı’nın Yedi Parşömen Loncası’ndan onay alamamıştık. Işıkverenim Gildor Dawnwarden’a göre henüz ışığı görmeye hazır değillerdi. Şehir için de doğrudan koruma görevi görecek, yardımlarımızı daim kılacaktık. Kabul etmemişlerdi. Reddedildiğimiz için sırtımızı dönüp gidemeyeceğimiz kadar da çok yardıma muhtaç insan vardı şehirde. Bir süre daha burada kalacağımız barizdi. En azından Işıktutanların alışılmışın oldukça dışına çıkarak birlikte gittikleri Kâfir Kapısı keşfinden ya da Chandor ve Rashid'in Girdapkent seferinden olumlu haberleri alana kadar. En azından Girdapkent’teki söylentiler umut veriyordu. Gildor bu keşif için Rashid’i görevlendirmişti ama Styrkar yeterince kalabalık olmadıklarını öne sürüp Chandor’u da onun yanına katmıştı. Işığı ne kadar uzağa ve kalabalığa taşırsak o kadar iyiydi. Ayrıca bütün organizasyonun bir arada bulunması zaten çok gereksiz bir durumdu. Artık görevlerimiz arasında konaklayacağımız güvenli bir bölgeye ihtiyaç duyacak kadar kalabalık olduğumuz için bu kampta olağanüstü toplanmıştık.

Üzerimdeki şort ve beli açılmış tişörtten ibaret yırtık pırtık kıyafetlerim, güneşin havayı bu kadar aydınlattığı günlerde ışığını olabildiğince içime çekmemi sağlıyordu. Kulaklarımdan hiçbir zaman çıkartmadığım güneş şeklindeki küpelerim, her zaman boynumda asılı duran Işıktutan Valerius Sunveil’in hediyesi olan yine güneş şeklindeki kolyemle senkronize şekilde üzerlerine vuran altın ışıkla parlıyordu. Bu havalarda Lucerion ile olan bağımın kuvvetlendiğini hissediyordum. Çıplak ayaklarım, kuru toprağın üzerindeki sıcaklığı hissettikçe sanki ulu koruyucumuza dokunuyormuş gibi oluyordum. Ruhumu enerji, sükût ve keskinlikle kaplayan bu Lucerion’a dokunma hissi şüphesiz ki hislerin en yücesiydi. Gönlümdeki huşuya daha fazla dayanamayarak taburum için ayrılmış çadırın önünde diz çöktüm ve ellerimi göğsümün önünde birleştirip göğe baktım. “Işığını bizden esirgemediğin için teşekkür ederim ulu boynuzlu kadir varlık. Senin sayendedir bu kurtuluş ümidi ve varlığımız.” Özümün dolgunluğuyla titreyerek gözlerimden akan birkaç damla yaşa karşı koyamıyor, ancak duama devam etmek istiyordum. “Sen ki varlıkların en cesuru, cesaretinin zerresini bağışlayarak insanlığı bu sapkın günlerden arındıracak kudrettesin. Biliyorum, görüyorum, hissediyorum ki her zaman bizimlesin. Sana bahşettiklerin için senet, umut ettirdiklerin için minnet duyarım. Ey Lucerion her zaman ayaklarının altında olacağım. Lior.” Duygularımı ikrar eden duamı tamamladıktan sonra gözyaşlarımın süslediği gülümsemeyle boynumdaki kolyeyi öptüm. Biraz o pozisyonda durup duygularımın sakinleşmesini bekledim ve ardından taburun çadırına girdim.

Çadırın girişinin karşı tarafı herkesin savaş teçhizatları, teçhizatların tutacakları, gerekli belgeler için küçük bir kitaplıkla kaplıydı. Yan taraflarda yattığımız ranzalar, tam ortada da görevlendirmelerimizde işimizi kolaylaştıran bir masamız vardı. Masanın üzerinde bulunduğumuz konumu merkez alan bir harita, boş kağıtlar, tüy kalemler, yazmak için mürekkep ve bazı evraklar vardı. Ekibin kalanı sabah işlerini tamamlayıp gelmeden çadırın dışındaki kovayla üzerime birkaç tur su çarparak yıkandım. Ardından zırhımı ve teçhizatımın kalanını kuşanarak taburun teker teker gelmesini bekledim. Onları beklerken boş durmayıp görevin detaylarını kararlaştırdım. Ulaşabildiğimiz kadar kişiyi Lucerion’un ışıklarıyla tanıştırmalıydık. Seraphine Dawnhammer ve bölüğü komple avlanma görevinde olduğu için elimde sadece Selene Goldflare ve bölüğü vardı. Işıktutanlardan aldığım yetki, şimdilik farklı tugaylardan yardım alabileceğim yönündeydi. Muhtemelen ihtiyacım olmayacaktı ama planlamam yetersiz kaldığı takdirde yanıma destek alabileceğimi aklımın bir kenarına yazmıştım. Selene’ye bağlı Işıktaşıyanlardan Garrick Stormhold’u yardımcıları Işıkarayanlar Ragnvald ve Cormac ile birlike şehrin yetim çocuklarına yardımcı olmaya ve Lucerion’un ışıklarıyla tanıştırmaya gönderecektim. Bize katılmak isteyenleri yanlarında geri getirmeleri için görevlendirileceklerdi. Selene’in diğer Işıktaşıyanı Isolde Emberdawn’ı şehrin tedavi olmak isteyip şifaya ulaşamayanlarına Lucerion’un Şifalı Dokunuşu’yla yardımcı olmak üzere görevlendirecektim. Isolde’nin yardımcıları Işıksız Seda ve Işıkarayan Branwen de asıl görevimiz olan Rashid ve Chandor’un Gidarpkent’ten gönderdiği sevkiyatı karşılamak üzere limana gideceklerdi. Işıkerenim Selene Goldflare de şehrin bir askeri lideri olduğu söylentilerini duyduğum Thomar adındaki adamı bulup kendisine yardımcı olabileceğimizi, destek istediği bi konu olup olmadığını soracaktı. Son olarak ben, Işıkbüken Lorcan Sunstring olarak şehrin yöneticileri Yedi Parşömen Loncası’nın en kudretlisi olarak bilinen Baron Orin’e bir ziyarette bulunup aynı şekilde yardımlarımı sunacaktım. Daha önce Gildor ile kale konusunda anlaşmazlıklarını bildiğimden bu konuyu hiç açmamaya özen gösterecektim. Planım hazır sayılırdı. Karşılayacağımız sevkiyatı kampa getirmek için yanımıza alacağımız birkaç vagonla kısa sürede şehre varacağımız öngörüyordum. Her ihtimale karşı yanıma Kaelen Stormbrand Taburu’ndan bir Işıktaşıyan ve takımını yanımda götürecektim.

Tabur yavaş yavaş sabah işlerini bitirip çadıra geldiğinde teçhizatlarını toparlarlarken yaptığım planları bir bir yüzlerine okudum. “Garrick, Ragnvald, Cormac; şehrin yetim çocuklarına erzak yardımı yapın, yaraları varsa sarın, inancımızla ilgili bilgiler verin, güvende hissetmelerini sağlayın. Bizimle gelmek isteyen olursa yanınızda getirin, elinizden geldiğince yardımcı olun.” Herkesin hem kendinin, hem diğerlerinin görevinden haberdar olmasını sağladım. “Isolde, tedavi olması gerekip de olamayanları Lucerion’un Şifa Dokunuşu’yla tanıştır. Onları yüce kurtarıcımızın bahşettiği ışıklarıyla iyileştir. Yeniden sağlıklarına kavuşsunlar.” Kaelen’den ödünç aldığım yoldaşlarımıza daha fazla özen ve anlayışla yaklaştım. “Seda ve Branwen, Stormbrand Taburu’ndan yoldaşlarımızla limana gelen sevkiyatı karşılayacaksınız.” Rashid’in önden gönderdiği, sevkiyat bilgilerini içeren parşömeni Seda’nın cebine sıkıştırdım. “İhtiyacınız olan bilgiler burada, kampın devamlılığı için sevkiyat çok önemli.” Ardından Selene’e döndüm ve onu da göreviyle eşleştirdim. “Thomar adında birisi, askeri bir lider olduğunu tahmin ediyorum. Şehirde bir karakoldan bahsediliyordu. Kendisini bul ve hizmetlerimizi sunduğumuzu dile getir.” Son olarak kendi görevimden bahsetmem ve toparlamam gerekiyordu. “Ben de hizmetlerimizi sunmak için Yedi Parşömen Loncası’ndan Baron Orin’e uğrayacağım. Burayı iyi dinleyin: Herhangi bir şeyin ters gitmesi durumunda birbirimizin yerini biliyor olacağız. Böylece haberleşip rayından çıkan durumları düzeltebiliriz. Bu kısmı aklınızdan çıkarmayın.” Bir an duraksadım. Herkesin zırhlarını kuşanıp teçhizatlarını yerleştirerek karşımda tek sırayla pozisyon almış olması gözlerimi doldurmuştu. Işığa bu kadar gönülden hizmet etmeye hazır bir ekiple çalışıyor olmak beni mutlu etmişti. Son sözlerimi söyleyerek tek eksiğim olan pelerinimi de sırtıma geçirdikten sonra çadırdan ayrılacaktım. “Lucerion’un ışığı sizi korusun.” Sözlerimin ardından ellerimi göğsümün ön tarafında birleştirip çadırın tavanına bakarak duamı tamamladım: “Lior.” Vagonların yanına vardığımızda gelecek sevkiyatın büyüklüğüne göre yeteceğini düşündüğüm sayıda vagonlara ekibimin tamamını yerleştirip kamptan ayrıldım. Sır Limanı’nı Mukaddes Altın Işık’la tanıştırmanın vakti gelmişti.
Image
User avatar
GM-Velatria
Gamemaster
Gamemaster
Posts: 59
Joined: Sun Jul 20, 2025 11:18 am

Re: [Lorcan Sunstring] Düşkıran

Post by GM-Velatria »

Sır Limanı’nı Mukaddes Altın Işık’la tanıştırmanın vakti gelmişti.

"Lior."

Emirlerin kampta küçük çaplı ancak etkili bir hareketlilik yaratıyor. Özellikle Selene. Soğuk karakteri senin emirlerinden sonra kırılıyor adeta. Zaten doğuştan hazır olan Selene, ardınızda getireceğiniz herkesi saniyeler içinde süzüyor gözleriyle. Eksikleri olanların eksiklerini söylüyor, herkesin hareketini birer birer takip ediyor. Her şeyin kusursuz olması için üstün bir çaba gösterdiğini farkediyorsun. "Görevlerinizi biliyorsunuz." Diğerleri de son hazırlıklarını yapıyor. Uzun sürmüyor, kısa da sürmüyor. Senin vagonların yanına attığın son adımda ardında herkesi hazır, ip gibi görüntülüyorsun. Emrindekilerin gözündeki parıltı seni ayrıca güvende hissediyor. Belki ışığın peşinden gitmenin hevesi, belki de bu sıkıcı kamptan kopup şehre gitmenin arzusu. Dört vagon. Gözüne uygun gözüküyor. Zaten çok fazla insan yokken gelecek sevkiyatı karşılar. Garrick, Ragnvald, Cormac eğer beklenenden fazla gönüllü toplayabilirse onların nakliyesi için de ekstra bir vagon iş görecektir. Selene ayrılmaya yakın eliyle daha köşedeki iki at işaret ediyor. Garrick hızlıca atları size doğru getiriyor. Bir adet senin için, bir adet Selene'e. Kamptakilerin meraklı bakışlarıyla yola çıkıyorsunuz. Selene zaman zaman yanınızdan ayrılıyor, kamptaki Işıksız'ların yanına gidiyor, bir şeyler söyleyerek tekrar kafilenin önüne, hemen yanına geliyor. Onun konuşmalarından sonra emir alan Işıksızlar'ın farklı işlere koştuğunu, farklı insanları uyardığını görebiliyorsun. Senin yerine bir çok şeyi düşünüyor. Selene bunu gözüne sokmuyor; bunları gerçekten bir refleks olarak, amaç uğruna yapıyor.

Gün hala güzel. Dağın eteklerinden yola çıktığınız için biraz bayır aşağı ilerliyorsunuz. Atları zorlamıyorsunuz. Vagonlara dağılmış insanların konuşmaları hafif bir fısıltı gibi ulaşıyor kulağına. Senin de Selene'in de gözleri bu huzurun arasında ters bir şey arıyor aslında. İnsanı rehavete sürükleyen, 'uyutmaya' çalışan bir sakinlik var. Zaman zaman ağaçların arasına girseniz de genel olarak aşırı açık bir görüşe sahipsiniz. Tepeden aşağıya baktığınızda Sır Limanı kentine ait karaltıyı hafifçe seçebiliyorsunuz. Biraz gerisinde, kale için niyetlendiğiniz o adayı da görebiliyorsun. Hala uzak fakat adanın üstündeki hafif karaltılar seçilebiliyor. Yaklaştıkça bilmediğiniz dilden bazı bağrışlar ulaşıyor kulaklarınıza.

Selene'in gözlerini kıstığını, görmek için inat ettiğini farkediyorsun. "Talebimizi iletmeden önce orası boştu." diyor sakince, soğukluğuna yakışır bir tonda. "Değere bindi." diye tamamlıyor. Bu sefer bir yakınma tonlaması. Kulağına çalınan bilgilerle uyuşuyor sözleri. Adanın gerçekten de boş olduğunu, kullanılmadığını duyduğunu hatırlıyorsun. Şimdi ise, her ne varsa faal olarak bir şeyler dönüyor. Arkanızda vagondakilerin de merakla izlediğini görüyorsun, fısıltılarla konuşuyorlar kendi aralarında.

Dolambaçlı yollar nedeniyle hızlı bir ilerleyiş olmuyor. Yaklaşık iki saatten sonra adayı görebileceğiniz yarım saatlik mesafeye erişiyorsunuz. Göletin içindeki bu adada yaklaşık 30-40 kişilik bir grup var. Çoğunluğu asker. Siyah cüppelerin üstüne gri renkteki zırhlarını seçebiliyorsun rahatlıkla. Kafalarında miğferleri, ellerinde kılıç ve kalkanlarıyla formal bir düzendeler. Kalan 15 kişilik bir grup ise normal insanlar, diz çökmüş duruyorlar. Adanın sol tarafındaki yoldan ilerleyerek kente gideceksiniz. Bir bu kadar daha yolunuz var. Henüz adanın yakınında sayılmazsınız. Adayla ilgili dikkatini çeken şey, ortasına kurulan ahşap yapı oluyor. Darağacı. Askerlerden biri diz çöken insanlardan birini kolundan tutup kaldırıyor ve darağacına götürüyor. Ahşap direğin hemen yanında miğferini koltuğunun altına almış asker, elindeki bir parşömeni okuyor. Anlamadığınız bir dil. Sürükleyen asker adamı ayağa kaldırıyor, boynunu ipe geçiriyor. Bir nefeslik anda halatı kavrayarak zevkle, hınçla çekiyor! İpe asılan adamın çırpındığını, nefessiz kaldığını görüyorsun. Asker biraz daha çekiyor, adamı daha da tepeye çıkarıyor. Asılan adamın hareketleri yaklaşık beş saniye sonra kesiliyor. Asker, halatı bir anda bırakıyor. Adam zemine doğru düşerken tekrardan ipe asılıyor. Düşüş aniden kesilince, duymasan dahi adamın boynunun kırıldığını duymasan bile rahatlıkla hissedebiliyorsun.

Darağacı kente doğru değil, vadiye doğru kurulu. İnsanlar kente doğru değil, vadiye dönük. "Küfreder gibi." diyor Selene. Adanın bir anda dolması, insanların diğer tarafa, kampınıza doğru asılmasına içlenmiş gibi. Seda'nın Branwen'e söylediklerini duyabiliyorsun. "Işık hiç üstlerine vurmamış." Yakınma, tiksinti. Bahsettiği kişilerin asılanlar değil de, onları asan askerler olduğunu biliyorsun.
User avatar
Lorcan Sunstring
Mukaddes Altın Işık Teşkilatı
Mukaddes Altın Işık Teşkilatı
Posts: 6
Joined: Sun Jul 20, 2025 1:29 pm

Re: [Lorcan Sunstring] Düşkıran

Post by Lorcan Sunstring »

Hazırlıklarımızı tamamlayıp yola koyulmuştuk. Kalemizi kurmak için talebimizin reddedildiği adacığı gören bir yerden geçtiğimiz sırada Selene durumdan memnuniyetsizliğini dile getirmişti. Hissettiği olumsuz düşüncenin kin kapısını araladığını görebiliyordum. Kendisine gülümseyerek baktım ve bu duygudan kurtulmasını sağlayacak cümleleri sıraladım. “Denedik, olmadı. Ardını düşünmek bizi ışıktan uzaklaştırır.” Talebimizin neden reddedildiği önemli değildi. Yaptığımız işler birilerini mutlu ederken bir başkasını mutsuz ediyorsa yeterince değerli olamazdı. İyiliğin bir yüzünü karaya, bir yüzünü griye boyamamız mümkün değildi. Işığımız içinde iyilik kırıntısı olanları aydınlatmalıydı, kör etmemeliydi. Bizler hayatımızı buna adamıştık. Kötülüğün her zerresini bu kıtadan sileceğimize içtiğimiz ant, her an kalbimizde durmadan yeterli hissedemezdik.

İlerleyişimiz devam ederken karşılaştığımız kan dondurucu manzara herkesin moralini bozmuştu. Askerler, suçluları asarak idam cezalarını yürütüyordu. Adaletlerini sorgulamak için çok fazla bilinmeyen vardı ama merak ediyordum: Hangi suç bu cezayı gerektirebilirdi? Cinayet, tecavüz? İçlerinde ışığın zerresini bulundurmadıklarını kanıtlamaları ancak bunlarla açıklanabilirdi. Peki bu suçları işleyen kişi darağacına yürür müydü, yoksa eli kolu bağlanmış da olsa savaşarak mı ölmeyi tercih ederdi? Asılanların suçlarını okuduklarını duyabiliyordum ama anlayamıyordum. Belki ekipten biri bu dili biliyordur ümidiyle at üstünde ilerlerken kafamı gruba çevirip: “Söylenenleri anlayan var mı?” diyerek yardım istedim. Durum müdahale etmemizi gerektiriyor olabilirdi. Ancak parşömenden okunanları bilmeden dahil olamazdık.
Image
User avatar
GM-Velatria
Gamemaster
Gamemaster
Posts: 59
Joined: Sun Jul 20, 2025 11:18 am

Re: [Lorcan Sunstring] Düşkıran

Post by GM-Velatria »

Sorunla birlikte Seda "Biraz." diye sahneye çıkıyor. Yavaşlıyorsunuz zira Seda kaşlarını çatmış, gerçekten bilgisi dahilinde olan o 'biraz'ı zorlamaya çalışıyor. Zaman zaman söylenenleri tekrar ediyor. Bazen sevinçli bazen hayalkırıklığı dolu mimikler yapıyor. O çevirisi için canhıraş çabalarken Selene giriyor lafa. "Kamp kurduğumuzdan beri her kente inenden kiloyla kitap istiyor, ışığa her katılandan hikayeler dinliyor." Biraz imrenme seziyorsun. Kıskançlık değil, sadece kendisinde olsa sevineceği ancak bunun için çabalamayacağı bir özelliğe imreniyor Selene. Seda'nın çeviri süreci devam ederken askerler bir kadını asıyor ipe. Zevkle tekrar ipi çekiyor. Bırakıyor. Tekrar çekiyor. Boynun kırıldığında emin olduktan sonra ipi çözmek için cesede hareketleniyor.

"Hain." diyor Seda. "Işık. Işığa giden hainler." Ortamdaki gerginliği koklayabiliyorsun. "Tuz ile doğan. Tuz ile kusar." son cümlesinin anlamsızlığını farkediyor, yutkunuyor. "Tuzdan kaçan hain soy." Son söylediğinden gayet emin. Selene'in duruşunun dikleştiğini görebiliyorsun. Vücudunun gerginliği altındaki atı da sıkmasına neden oluyor. At öne doğru hızlı 1-2 adım atıp duruyor. "Işıkarayanların aileleri." diyor.
User avatar
Lorcan Sunstring
Mukaddes Altın Işık Teşkilatı
Mukaddes Altın Işık Teşkilatı
Posts: 6
Joined: Sun Jul 20, 2025 1:29 pm

Re: [Lorcan Sunstring] Düşkıran

Post by Lorcan Sunstring »

Seda’nın sözlerin bir kısmını anladığını belirtmesinin ardından ellerimdeki dizginleri kendime doğru yumuşakça çekerek, üzerinde durduğum ata zarar vermeden durmasını sağladım. Sağ elimi serbest bırakıp havaya kaldırarak konvoyun mola vermesi yönünde işaret geçtim. Elimi geri indirdiğimde Selene’in araya girip Seda için sıraladığı övgülere ellerimi göğsümün önünde birleştirip gülümseyerek “Lior.” diyerek cevap verdim. Bunu söylerken gözlerimi Selene’in gözlerinden Seda’nın gözlerine doğru çevirdim. Çalışkanlığı takdire değerdi. Sözlerimin üzerine yüzümdeki ifadeyle kendisini takdir ettiğimi pekiştirmeye çalıştım. Ardından kulaklarımı kabartıp Seda’nın çevirisini dinlemeye koyuldum.

Dinlediğim sözler; önce kaşlarımın kalkmasına, sonrasında çatılmasına, ardından içinde bulunduğum sükûtun getirdiği mutluluğun bir anda ortadan kaybolmasına sebep olmuştu. Suratım asılmış, zihnim hayrete, kalbim karanlığa düşmüştü. Dişlerimi istemeden birbirine sürtüyordum, kulaklarıma kadar kasılmıştım, ellerimin ikisini birden yumruk yapmış sıkıyordum, ayak parmaklarımı güçle içe kıvırıyordum. Öfkem zihnimi daraltmıştı. Taburumun askerlerine, öğrencilerine göz gezdirdim. Onlar da aynı durumdalardı. Bakışlarımı darağacına çevirdim.

Işığın yolcusu olmak, iyiliğin peşinde koşmak, çamura batmış bir kıtanın kurtuluşunu arzulamak, güneşi bir kurtarıcıdan çok günlük hayatın nesnesi olarak görmeye çabalamak isteyenlerin zararı kimlere olabilirdi? Kimler biz Altın Işık’ın kutsal işleyişinden bu denli nefret edecekti de aramıza yeni katılanların ailelerini ceza olarak telef edecekti? Karşımızdakiler, bize katılmayı bir günah olarak addediyorlardı. Bizlerin yolculuğuna eşlik etmeyi günah sayan bu ‘insan’ demeye utandığım deri müsveddeleri, günah saydıklarının cezasını, günahkâr saydıklarının aileleri üzerinden infaz ediyorlardı. Bunu bilerek, isteyerek gerçekleştiriyorlardı ve artık hizmetlerinden vazgeçip ışığı seçmeyecek kadar karanlığa bulanmışlardı. Şüphesiz ki İçlikâri denen karanlık lordlardan birine hizmet edenlerle karşı karşıyaydık. Bu durumu düzeltmek için elimi kana bulamam gerekiyordu.

Gözlerimden akmasını engelleyemediğim iki damla yaşı ekibe göstermeden zihnimde aksiyon planımızı çizdim. Öncelikle yanımda mesuliyetini aldığım dostlarımın kendilerini öfkeye veya endişeye teslim etmediğinden emin olmam gerekiyordu. “Endişelenmeyin, hepsini ışıkla tanıştıracağız.” Ekipten bir kişiyi limana, bir kişiyi kampa geri gönderip haber yollamam gerekiyordu. Kaelen’in taburundan aramızda dahil olan Işıkarayan dostlarımıza, Selene ile ikimizin altındaki atları emanet edip birinin limanda Rashid ve Chandor’u bilgilendirmesi, diğerinin de kampta Kaelen ve diğerlerini bilgilendirmesi üzerine görevlendirdim. Planın ilk aşaması tamamlanmıştı.

Ekibin kalan Işıkarayanları Ragnvald, Cormac, Branwen, Işıksız Seda ve Stormbrand Taburu’ndan aramıza dahil olan Işıktaşıyan dostumuzu yanımızdaki vagonlardan birer tanesine atayıp kaçış rotalarını kapatmaları üzerine görevlendirdim. “Coğrafyayı biliyoruz, avantajımızı kullanalım. Vagon başına bir kişi, yolları kapatın. Araziye kaçarlarsa ben onları bulurum.” Taburun geri kalanı olan Işıkeren Selene Goldflare, Işıktaşıyanlar Garrick Stormhold ve Isolde Emberdawn’a peşime düşmeleri için işaret yaptım. “Siz de beni takip edin, Selene, önde benimle birliktesin. Garrick ve Isolde en kıymetli şeyin canınız olduğunu unutmayın. Muharebeye geçtiğimizde yakın durun, Yakarış’ın ardından hizayı koruyacaksınız. Ben de sizi uzaktan destekleyeceğim.” Sözlerimin ardından pelerinimin dalgalanışıyla darağacına doğru hızlı hızlı yürümeye başladım. Arkamdan gelenlerin verdiği kudretle önümdekileri yok etmeye hazırdım.

Darağacı atış menzilime girdiğinde, ölü ya da diri, o an asılan kişinin boynuna bağlı ilmiğin üst kısmına nişan alacaktım. O kişinin iyi ihtimalle canını, kötü ihtimalle cesedini canilerin elinden kurtarmak üzere sırtımdan çevirerek önüme aldığım yayımı gerecek: “Yüce Lucerion, bana kudretini bahşet ki şu masum canı kurtarayım.” duasıyla elimde oluşacak Lucerion’un Rehber Oku’nu yaydan salarak savaş ortamına girişimizi işaretleyecektim. Gönderdiğim oktan birkaç saniye sonra üzerimize çekilecek bakışlara, kendi savaş ilanlarına karşılık verdiğimizi belirten cümleyi bağırarak cevap verecektim: “Lucerion’u müteakip Mukaddes Altın Işık Teşkilatı adına, hepinizi tutukluyorum.” Sözlerimi duymalarının ardından takipçilerimin ‘Lior’ nidasıyla cevap verip hücum etmelerini izleyecek, ileri attığım her adımla birer Rehber Ok fırlatarak düşmanın iç saflarına doğru su gibi akacaktım.
Image
User avatar
GM-Velatria
Gamemaster
Gamemaster
Posts: 59
Joined: Sun Jul 20, 2025 11:18 am

Re: [Lorcan Sunstring] Düşkıran

Post by GM-Velatria »

Image

Göletin ortasındaki ada sağ ve sol taraflarında birer ahşap, ince köprüyü barındırıyor. Ortalama 1-2 kişinin sığabileceği genişlikte. Görece olarak sağlam duruyor. Ada ile ana toprak arasında ise ortalama yirmi beş metrelik bir su alanı mevcut. Yüzülerek geçilemeyecek bir alan değil. Suyun derinliği hakkında fikrin yok.

Ragnvald ve Cormac vagonla hızlanarak batı köprüsünün çıkışına doğru hareketleniyor. Sizi geçmiyor, size hücum edecek bir alan bırakmak için. Branwen ve Seda ise doğu tarafına hareketleniyor, gölün diğer tarafına. Oradaki köprüyü kapamak adına hareketleniyor. Bir göz kapamalık anda ise Stormbrand'lı Işıktaşıyan vagonla yanınızdan geçip gidiyor liman yolunu kapamak üzere. Çıkış kalmayacak, adanın halkı artık dar alana hapsolmuş olacak. Çömezlerin görev yerlerine ilerlerken tetikte ancak kalplerindeki ürpertiyi hissedebiliyorsun. Haber götürenler ise çoktan ufka karıştı: biri limana doğru Rashid ve Chandor’a, diğeri güneye, Kaelen’e haber taşımak üzere gitmiş. Artık bu gölette atacağın adım sadece senin sözünle yankılanacak.

Ekibin hareketlendiğinde ada halkının kafası hafiften kalkıyor ancak işlerine bakıyorlar daha çok. Bir asker başka birini alıyor, yaşlı bir kadın. Boynuna ipi geçiriyor. Kaldırmak için geriye doğru hareketleniyor ipin boştaki ucuyla. Adaya yaklaşıyorsunuz, Lucerion'un rehber okunu hazırlıyorsun. Sana bahşedilen güç ışık olarak imgeleniyor, bir ok halini alıyor. Kalbindeki aydınlıkla oku salıyorsun. Adam kadını kaldırıyor, ipi salıp tekrar kuvvet uygulamaya hazırlanırken rehber okun havayı yararak ipe doğru hareketleniyor. Darağcındaki ipi şüphesiz bir isabetle vuruyor. Kadın kopan iple beraber yere bir çuval gibi düşüyor. Onun yaşındaki birinin bu düşüşten kurtulup kurtulamayacağını bilmiyorsun. Zeminde biraz kıpırdanıyor, sağ.

Kurban yere yığılıyor ama etrafında tek bir sevinç çığlığı yükselmiyor. Aksine, tüm zırhlılardan aynı anda yükselen ses, gölün üzerinde uğuldayarak çarpıyor: kalkanların yere inen tok vuruşu.

Köprünün karşısında, kara cüppeler altındaki zırhlarıyla otuzdan fazla asker sıralanmış, kalkan duvarıyla köprü girişlerini kapatmış durumda. İkiye bölünüyorlar köprü girişlerine. Senin kuvvetlerin girişi kapatırken, onlar da aynısını yapıyor. Saflarını terketmeye niyetleri yok. Kalkan duvarlarının arasından uzanan birkaç arbalet görebiliyorsun. Bu duvarlara katılmayan iki kişi var. Biri darağcının önünde dikiliyor, diğeri ise parşömeni okuyan adam. İzliyorlar sadece.

Selene, zincirle bağlı baltalarını yere indirmiş, soğuk bakışlarını karşı köprüye dikmiş. Parmakları sapları sımsıkı kavrıyor, zincirlerin gerginliğinden çıkan ince metal tınısı rüzgârın uğultusuna karışıyor. Adeta ilk işareti bekleyen bir avcı gibi. Yanından ilerliyor. Garrick ise birkaç adım ardında , kalkanını önüne sabitlemiş, kılıcını hazır tutuyor. Kalın nefes alışlarını duyabiliyorsun; sabırla, ama aynı zamanda gerginlikle bekliyor. Dizlerinin kırıklığı, her an ileri atılacak bir kas fırtınası olduğunu belli ediyor. Emir verdiğin anda ileri atılacak. Isolde, dudakları kıpır kıpır dua mırıldanıyor. Elleriyle gümüş işlemeli küçük bir madalyonu kavramış. Gözleri kapalı ama bedeni sarsılmıyor; dua ettikçe yüzünde sakin bir gülümseme beliriyor. Onun bu sükûneti, gerideki çömezlerin yüreğine bir nebze cesaret veriyor. Senin altın pelerinin rüzgârla dalgalanırken, onlarınki de ışığı farklı tonlarda yansıtıyor. Gölün karanlık yüzeyinde, ada askerlerinin siyah zırhlarının karşısında bir avuç parıltı gibi görünüyorsunuz. Azınlıkta olmanıza rağmen, varlığınız göleti aydınlatıyor. Bir ok daha sallıyorsun, kalkan duvara doğru. Okun yüksekçe kalkana çarpıyor, çarptığı kalkanlı adam geriye doğru uçarken yerini hemen başka biri dolduruyor.

Ve o uğursuz sessizlikte, kalkanların ilk tok sesinden hemen önce, küçük bir tablo ortaya çıkıyor: bir avuç ışık, karanlığın tam karşısında saf tutmuş, geri adım atmıyor. O uğursuz sessizliği, darağacının önünden çıkan tek figür bozuyor.

Kara cübbesi, siyah ve gri zırhlarının üzerinde ağır ağır dalgalanıyor. Kılıcı elinde. Batı tarafındaki asker grubuna, kalkan duvarının yanına. Sanki gölün kendisi emirlerine boyun eğiyor.


“Durun.”
► Show Spoiler

Sesi soğuk ve tartışmaya kapalı. Eli havada; onun işaretiyle onlarca asker bir adım geri çekiliyor, ama kalkan duvarı olduğu gibi duruyor. Gözlerini sana dikiyor, sonra Selene’ye, Garrick’e, Isolde’ye kaydırıyor. Hepsini tek tek süzüyor. Sonra sesini yükseltiyor: “Lucerion’un ışığını burada saçmaya cüret ettiniz. Bir kurbanın ipini koparmakla, gökleri kendinize bağladığınızı mı sandınız? Burada Baron Orin’in kanunu geçerlidir. Burada adalet, darağacıdır. Siz, dışarıdan gelmiş misafirler… Misafir olduğunuzu unutmayın.” Adamdan yayılan karanlık aurayı hissedebiliyorsun. Isolde'nin suratında bir iğrenti var. Kısa bir duraklama. Ardından, sesi alaycı bir tona bürünüyor. “Işık diyorsunuz. Ama her yerde ışık yoktur. Bazı topraklar vardır ki, gölgeler hükmeder. Karanlığın da kanunu olur. Ve biz, o kanunla yaşarız. Siz kendi ışığınızı takip edersiniz, biz kendi gölgemizi. Siz buraya ışığınızı zorla taşırsanız… o ışık, gölgenin içinde söner.” Kalkanlar bir kez daha yere vuruluyor. Göletin üzerindeki kuşlar ürkerek havalanıyor. Adam bir adım daha öne çıkıyor, gözlerini seninkilerden ayırmadan: “Yolunuz açık. Güneye dönün, kampınıza gidin. Kuzeye dönün, şehre gidin. Kapılarda Varcus Drelthorn'un selamını iletin, hoş karşılanacaksınız. Ama bu köprüyü geçerseniz…”

Kılıcının kabzasına yaslanıyor, soğuk bir tebessümle tamamlıyor:

“…boynunuz, az önce ipten kurtardığınız gibi şanslı olmayacak.”
Post Reply