[Vael Thorne] Kırılmış Bağlar

Post Reply
User avatar
Vael Thorne
Son Sükût
Son Sükût
Posts: 7
Joined: Thu Aug 07, 2025 9:13 pm

[Vael Thorne] Kırılmış Bağlar

Post by Vael Thorne »

Off Topic
Efendi Vael,

Kopardığını sandığın bağlar hâlâ etinde. Her adımında, omzunun ardında yankılanan o ince metal sesi — biziz.
Kadın, hâlâ sıcak bir nefes taşır dudaklarının arasında; fakat rüzgâr, bir kıvılcımı söndürmek için yeterlidir.
Bu gece, sis suya indiğinde ve fener ışıkları boğulduğunda, rıhtıma gel.
Gelmezsen, o nefes soğur… ve deniz, yeni bir ağıt öğrenir.

Zincir, beklemeyi bilir.

— Karanlıkta Bekleyenler

Satırlar, ağır mürekkebin kokusunu hâlâ taşıyordu. Ama kağıt çoktan alevin içine bırakılmıştı. Şömine, mektubu aç kurtlar gibi yiyordu; harfler kırmızıya çalan bir siyah dumanla eriyor, tehditler kül olup tavana yükseliyordu.

Odada sessizlik vardı. Vael yoktu. Sadece rüzgâr, yarı açık pencerenin perdesini dalgalandırıyor, şöminenin çıtırtısına karışıyordu.

Sis, Vaedren’in arka rıhtımına çökmüştü; tuzlu nem, paslı zincirler gibi havada asılıydı. Ve sahne, birkaç sokak ötede, Vaedren’in arka rıhtımına çöken sisin içinde yeniden açılıyordu… Loş bir fener ışığında, dalgaların vurduğu taş merdivenlerden ağır adımlarla iniyordu Vael. Elindeki kılıç, henüz çekilmemişti, ama havada onun ağırlığını çoktan hissettiren o keskin sessizlik vardı.

Karşısında, Zincirsizler’den tanıdığı bir yüz… adını bilmeye bile gerek duymadığı biri. Adam, dudaklarının kenarında çarpık bir gülümseme, boğazına kadar yükselmiş korkuyu saklamaya çalışıyordu.

“Efendi Vael,” dedi, sesi titrese de meydan okur gibi, “Tarikat geri dönmeni emrediyor! Eğer geri dönmezsen birlikte olduğun o kadın öl-”

Adam cümlesini bitiremedi.

Çünkü Vael, bir an bile beklemeden kılıcı çekmişti. Çeliğin fısıltısı, sisin içinden bir yıldırım gibi geçti. Tek bir adım, tek bir hamle… ve adamın başı, omzundan ayrıldı. Havada kısa bir süre asılı kaldı, ardından taş zemine, ağır bir tok sesle düştü. Gözleri hâlâ Vael’e bakıyordu — ama artık orada anlam değil, boşluk vardı.

Kılıcın ucundan damlayan kan, fener ışığında siyaha çalan kırmızıyla parladı. Vael, hiçbir şey söylemedi. Başını hafifçe yana çevirip, uzaklardan gelen dalga sesini dinledi; sanki burada olan sadece kaçınılmaz bir şeyin yerine getirilmesiydi.

Rıhtım, tekrar sessizleşti.

Vael’in bakışları, denizin sonsuz uğultusundan çekilip rıhtıma demirlenmiş geminin karanlık güvertesine kondu. Gözleri gölgelerin içinde yandı, sesi ise soğuk taşlara çarpıp yankılanan bir ölüm bildirisi gibi çıktı:

“Kendinize zincirsizler dersiniz... Fakat asıl zincirler, korkularınızın kendi bileğinize vurduğu demir halkalardır. Gözlerime bakmaya dahi cesaret edemezken... Bana zincir vurabileceğinizi sanmanız, ne gaflettendir, ne de kibirdendir. Bu hadsizliğin kökeni nereden vücut bulmuştur?”

Her kelime, havayı kesen ince bir bıçak gibi, ölü adamın hâlâ sıcak olan cesedinin üzerinden geçti ve güverteye ulaştı.

Bir adım daha attı ileriye — kan, çizmelerinin altından yayılıp taşların aralıklarına sızdı. Fenerin titrek ışığında yüzü, neredeyse tamamen gölgede kalmıştı; yalnızca gözleri, karanlığın içinde yanıyordu.

Sis hafifçe kıpırdanırken, güverteden belirsiz bir hışırtı yükseldi; rüzgârla karışan ince bir fısıltı gibi…

Yerde yatan, zincirsizlerden yalnızca biriydi; tek olması ise asla beklenemezdi.
User avatar
GM-Velatria
Gamemaster
Gamemaster
Posts: 59
Joined: Sun Jul 20, 2025 11:18 am

Re: [Vael Thorne] Kırılmış Bağlar

Post by GM-Velatria »

Ölü adamın üzerinden geçiyor ve rıhtımda yer alan ahşap iskelenin üzerinde ilerliyorsun. Güvertenin hemen önünde, ahşap iskelede dikiliyorsun. Sözlerin gerçeğe dönüyor. Güverteden gelen hışırtı kalın, metal zincirlerin çıkardığı şıngırtılara dönüşüyor. Güvertenin aydınlık kısmına cüppeli birinin adımladığını görüyorsun. İki elinde bir kelepçe, uzunca bir zincir. Adımları hafif paytak zincirlere basmamak için bir efor sarfediyor. Suratı kapüşonunun altındaki gölgelerde gizli. Kim olduğunu umursadığından değil, sadece inceleyecek çok az detay var. Çok büyük bir gemi değil, adım atımla 15 adımlık uzağında.

"Efendi Vael." diyor gemideki figür "Ne kibir, ne gaflet. Bizim zincirlerimiz kırıktır, seninki ise o kadının nefesidir." Bu sözlerin ardındaki tehditi anlayabilecek kadar çok şey gördün. "Her zincir kırılır Efendi Vael. Seninkini, doğumunla kırdık. Yeni bir zincire boyun eğmen varlığına ihanettir." Birkaç adım arkandaki kıpırtıyı farkediyorsun. Hınçla dönüyorsun. Yerdeki ceset. Ceset değil uçurduğun kafası. Yan bir şekilde duran kafanın arkasına bakıyorsun. Önce ufak hareketlerle başlıyor ardından sert bir kas atımıyla yüz yüze gelecek şekilde ardını dönüyor. Aynı surat, aynı sırıtık ifade. "Efendi Vael," diyor aynı tonla. “Tarikat geri dönmeni emrediyor! Eğer geri dönmezsen birlikte olduğun o kadın ölür.” Kendini tekrar eden ses ve mimikler. Tekrar ediyor. "Efendi Vael," diyor kafa. “Tarikat geri dönmeni emrediyor! Eğer geri dönmezsen birlikte olduğun o kadın ölür.” Güvertedeki adam bir adım daha atıyor. "Muktedir olana karşı sonuçlar kaçınılmazdır Efendi Vael. Zincirini kurtaran kardeşlerim zaten senin zincirini kırmak için şehrin dört bir yanında." Blöf değil.

Kafa tekrar tekrar aynı şeyleri söylüyor. Tarikata geri dön, dönmezsen Serina ölür. Arkaplanda sürekli dönen bu cümleler, dalga sesleriyle ritmik bir bağlantı kuruyor. Ufak bir ses daha yakalıyor kulakların. Havayı itip giden, süzülen kanatların sesi. Üzerinden geçip gidiyor. Çevreyi saran sis sana sadece ses bahşediyor.
User avatar
Vael Thorne
Son Sükût
Son Sükût
Posts: 7
Joined: Thu Aug 07, 2025 9:13 pm

Re: [Vael Thorne] Kırılmış Bağlar

Post by Vael Thorne »

Vael’in adımları, ölü bedenin üzerinden geçip çürümüş tahtaların iniltilerine karıştı. Rıhtımın ucunda, denizin tuzlu soluğunu yutmuş ahşap iskelenin üzerinde durdu. Sözleri göğe asılmıştı; ve gökyüzü onları yeryüzüne indirmekten çekinmedi.

Karanlığın bağrında yükselen hışırtı, kısa süre sonra metalin uğursuz tınısına dönüştü. Zincirlerin şıngırtısı, sisin göğsünü yararak ilerledi. Güvertenin aydınlığa yakın kısmında, cüppeli bir gölge göründü. Ellerinde tuttuğu uzun zincirin ucunda bir çift kelepçe sallanıyordu. Adımları, zincirlere basmamaya çalışan sakin bir dikkatle atılıyor; yüzü ise kapüşonun gölgesinde siliniyordu.

Güvertenin karanlık karnından yükselen sözler, sisin içine işlenmiş bir lanet gibi Vael’in etrafına dolandı. Figürün sesi, ne öfke ne de merhamet taşıyordu; yalnızca hüküm bildiren bir soğuklukla çınladı. Kırık zincirlerden, ihanetten, nefesi bir kadına bağlanmış kaderden bahsediyordu. Her cümle, Vael’in zihninde yankılandıkça, tehditlerin anlamı suyun dibine çöken taşlar gibi ağırlaştı.

Arkasında kıpırtı oldu. Vael, keskin bir hiddetle döndü. Yerdeki ceset… ama bu artık bir ceset değildi. Omzundan kopmuş baş, önce titrek hareketlerle kımıldadı, ardından sert bir kas atımıyla yüzünü ona çevirdi. Çarpık sırıtışı değişmemişti; gözlerinde ise insanın kanını donduran bir inat vardı. Dudaklarından taşan ses, hayatla ölüm arasındaki çizgiyi hiçe sayarcasına tekrar etmeye başladı. Her cümle, dalgaların ritmine ayarlanmış bir zincir sesi gibi dönüp durdu. Tekrar ve tekrar, aynı sözler; tarikatın buyruğu, kadının ölümü, geri dönüşün kaçınılmazlığı.

Vael’in çevresinde zaman katılaşıyordu. Güvertedeki cüppeli gölge bir adım daha öne çıktı; zincirler, taş zeminde sürünerek geceyi yarıp geçti. Söyledikleri artık bir blöfün ötesindeydi. Sözlerin ağırlığında, şehirde gizlenen kardeşlerin varlığı, zincirleri kırmaya hazır ellerin gölgeleri okunuyordu.

Ölü baş, ritmik bir ilahi gibi aynı tehditleri yinelemeye devam ederken, rıhtımın taşları bile bu uğursuz ahengin altında titriyor gibiydi. Bir nefeslik zaman sonra o uğultunun içine başka bir ses daha karıştı. İnce, fakat derinlere işleyen bir titreşim… havayı yaran kanatların gürültüsü. Bir gölge, sisin örtüsünü yarıp geçerek üzerinden süzüldü. Ne şekil, ne renk; gözlere hiçbir şey bırakmadı. Sis, tek lütfunu sundu: görülemeyeni işittirdi.

Vael’in etrafındaki dünya, gözlerin değil kulakların üzerine kurulu yeni bir sahneye dönüşmüştü. Tehditler tekrar ediyordu, dalgalar onları taşlarla buluşturuyordu, kanatlar ise sessizliğin ortasına kısa bir yara açıp yok oluyordu. Hepsi, sisin bağladığı görünmez zincirlerin halkalarıydı.

Vael'in tüm bu olanlara tepkisi ince bir kıkırdama olarak yükseldi önce, ardından tüm alaycılığıyla şehri titreten, derin ve keskin bir kahkahaya. Vael, amansızca gülümsedi bir süre; gülümsemesi kesildiğinde, sesi buz gibi bir soğuklukla, taşların arasına sinmiş bir tehdit gibi yayıldı:

“Bir kadının bana zincir olabileceğini düşünmek… Ne kadar aptalca, ne kadar küstahça!”

Kısa bir duraklama. Denizin uğultusu ve rıhtımın sessizliği arasında, sözlerinin ağırlığı havada asılı kaldı. Vael, yalanların saklanabildiği bir adam değildi; yalan söylemezdi. Serina, onun için ilgi çekici bir insandı—ama sadece bu kadardı. Zincirsizlerin onu tehdit edebileceği bir şey yoktu. Merhamet… Vael gibi birinin öyle bir lüksü yoktu, hiçbir zamanda olamazdı.

“Beni tehdit ettiğin an, öldüğün andı; fakat ölümünü acılı bir hale getirecek olan, beni bir aşk hikayesinin baş kahramanı yapmandı.”

Vael bir kez daha duraksadı; gözleri, karanlığın içinde bir ışık gibi yanıyor, bakışlarıyla gölgeleri deliyordu. Tüm gücünü yaymaya başladı... Onu Vael yapan, onu sessiz olanın çocuğu kılan her şeyi...

Zincirsizler onu iyi tanıyordu. Güverteye öfkeyle adım attığında, istemsiz bir sezgiyle tuzağa çekilebileceğini hissetti; ama bu düşünce bile onu durduramazdı. O, Vael’di. Tepesinde süzülen kanatların taşıyıcısı, geceyi yırtan gölgesiyle bile onu ürkütemezdi. Vücudundan taşan güç, görünmez bir baskı gibi havayı parçalıyordu ve Vael, bir an duraksamadan, sanki tüm dünyayı kendi adımlarının ritmine uyduruyormuş gibi parlıyordu adeta. Karanlık ve kudret, onun doğumundaki o an gibi somut bir gerçeklik hâline gelmişti.

Her bakışı, her hareketi, sanki etrafındaki dünyanın tüm canlılarını kendi iradesine boyun eğmeye zorlayacakmış gibi bir etkiydi bu.

O an, ulaşabildiği tüm kalplere damgasını vurduktan sonra güverteye doğru, bir ok gibi fırlayacak, bir an sonra dibinde belirecek önemsiz figürün gözlerinin içine bakacaktı. Anılar, geçmiş, ve karşısındaki mahluka ait ne varsa, o an Vael’in hâkimiyetine boyun eğecekti.

Ve ardından, elindeki kılıçtan bile daha keskin bir darbeyle, acımasızca mahlukun kalbine vuracaktı. Onu en derin, en gerçek acısıyla yüzleştirecek, korkusunu ve çaresizliğini kendi elleriyle somutlaştırmasına izin verecekti.

User avatar
GM-Velatria
Gamemaster
Gamemaster
Posts: 59
Joined: Sun Jul 20, 2025 11:18 am

Re: [Vael Thorne] Kırılmış Bağlar

Post by GM-Velatria »

Güverteye fırlıyorsun, gemi ağırlığınla ve kuvvetinle sarsılıyor. Tahtaların arasına sinmiş tuz,nem ve çürük kokusu bir anlığına daha da keskinleşiyor. Kılıcına sarılıyor, Zincirsizin kalbini hedef alarak saplıyorsun. Havayı deşip geçmekten farksız senin için. Zincirsizin vücudu hınçla deliniyor, kılıcın diğer taraftan çıkıyor. Çeliğin etle buluştuğu an çıkan ses. Sanki tüm rıhtım o sesle birlikte içini çekiyor.

Huzura ermeyi umuyorsun, olmuyor. Zincirler şıngırdıyor, cüppeli kalbine saplı kılıcı sıkıca kavrıyor elleriyle. Başını kaldırıyor hafifçe. Sonunda yüzünü görüyorsun. Yanakları, alnı, gözleri, çenesi sargılarla sıkıca sarılmış. Gözleri de bu sargıların arasında. Ancak o sargıların ardındaki gözleri seninkilere büyük bir kibirle bakıyor, bunu hissediyorsun. Dudaklarına çarpık bir gülümseme yerleşiyor. Adamın simsiyah dişleri rıhtımın sakinliğine küfür eder gibi. Sesi, sargıların arasından uğursuz bir uğultu gibi yayılıyor. "Bu dünyayı kurtaran da bizdik... Yok etme kudretine sahip olanlar da bizleriz. Bunu anladığında kendi ayaklarınla döneceksin." Çürük bir kahkaha boğuk boğuk yükseliyor. Adam, kılıcı kendi kalbine biraz daha bastırıyor. Metal daha derine giriyor, kan zincirlerin halkaları arasında süzülüp güverteye damlıyor.

Sonrası ise bir fısıltı gibi. Kanla boğulmuş bir kelime. "Serina." diyor cüppeli adam. "Odasında... yalnız olmalı." Başı öne düşüyor önce. Çenesinin üstündeki sargılar kanla ağırlaşıyor. Cüppelinin güçten düştüğünü sıkıca kavradığın metalin hafiflemesinden anlayabiliyorsun. O güçten düştüğünde, ardında sürekli aynı şeyleri söyleyen kafa da sessizliğe gömülüyor. Cüppelinin hayattan koptuğuna eminsin. Kılıcını çekiyorsun, cüppeli güverteye yığılıyor. Birkaç saniye bekliyorsun neler olacağını görmek için.

Sis, yeniden derin bir sessizlikle kapanıyor. Yalnızca dalgaların taşlara vurduğu ritim kalıyor. Ve o ritim, sana tek gerçeği fısıltıyor. Serina.
User avatar
Vael Thorne
Son Sükût
Son Sükût
Posts: 7
Joined: Thu Aug 07, 2025 9:13 pm

Re: [Vael Thorne] Kırılmış Bağlar

Post by Vael Thorne »

Sessizlik, kırılan bir camın ardından odaya dolan kış rüzgarı gibiydi; keskin, soğuk ve her şeyi istila eden.

Rıhtımın ucunda, adamın can veren bedeninden yükselen son fısıltının yankısı hâlâ havada asılıydı. Bir kelime değildi bu, daha çok ruhun bedeni terk ederken çıkardığı çatırtıydı; camın üzerine yağan dolu taneleri gibi kuru, ruhsuz bir ses. Havanın tadı değişmişti. Tuz ve yosun kokusunun yerini, bir fırtına öncesi gökyüzünü dolduran ozon ve daha kadim bir şeyin, açılmış bir mezardan sızan toprak kokusu gibi ağır bir koku almıştı.

Vael'in yüzünde ne bir öfke ne de bir telaş belirdi. Solgun teni, limanın tek tük fenerinin titrek ışığında daha da beyazlamış, adeta mermerden bir heykeli andırıyordu. Ama etrafındaki hava değişmişti. Sis, artık paslı zincirler gibi değil, Vael'in etrafında dönen ve boğan bir yılan gibi hareketleniyordu. Adımlarının altındaki tahtalardan ince bir kırağı tabakası yayılıyor, dalgaların sesi bir anlığına kesilerek yerini mutlak, mezar sessizliğine bırakıyordu.

Vael kılıcını indirmedi. Gözleri, yerde yatan et ve kemik yığınlarında değildi. Onlar artık birer hiçti; yanlış sorulmuş bir sorunun üzerleri çizilmiş kelimelerinden farksızdılar. O, cüppelinin son eylemiyle havaya dokuduğu görünmez ağa bakıyordu. Zayıf bir büyüydü, evet, ama en etkili zehirler en yavaş etki edenlerdi. Bu, bedeni değil, iradeyi hedef alan bir zehirdi. Zincirsizler, Vael'in etrafına duvarlar öremeyeceklerini biliyorlardı. Bu yüzden ona, kendi elleriyle inşa edeceği bir hapishanenin planını sunmuşlardı. Zincirsizler, ölürken bile zincir vurmaya çalışıyorlardı.

Serina.

İsim, zihninin en sessiz köşesinde yeniden belirdi. Bir anı değildi. Bir zaaf değildi. Bir umut hiç değildi. Serina, Vael'in varoluşunun denklemindeki tanımsız bir değişkendi; karanlığın mutlaklığına meydan okuyan, öngörülemez bir sapmaydı. Belki de bu yüzden onu gözlemliyordu. Kendi varlığının antitezini, çürümenin ve hiçliğin ortasında inatla var olmaya çalışan o anlamsız, o kırılgan yaşam formunu...

Ve tarikat, o anomaliyi bir silaha dönüştürmeye cüret etmişti.

Vael'in dudaklarının kenarında, bir hayaletten daha belli belirsiz bir tebessüm oluştu. Ne kadar da basitlerdi. Onu yaratanlar, onu hiç anlamamışlardı. Yıllarını güneşsiz mahzenlerde, onu "arındırmak" için derisini yüzerken geçirmişlerdi. Ona acıyı öğretmeye çalışmışlar, ama sadece acının anlamsızlığını göstermişlerdi. Ona korkuyu öğretmek istemişler, ama sadece korkunun ne kadar ilkel bir yanılsama olduğunu kanıtlamışlardı. Ondan her şeyi almışlardı ve geriye kalan hiçliğin, doldurabilecekleri her türlü duygudan daha güçlü olduğunu görememişlerdi.

Şimdi ise ona, kaybetmekten korkacağı bir şey vererek onu kontrol etmeye çalışıyorlardı.

Bu bir hakaret değildi. Bu, evreni anlamaktan aciz bir aklın yapacağı türden, acınası bir hataydı. Onu bir şeye bağlamaya çalıştıkları her an, Vael o bağın kendisinden bir silah dövüyordu. Onu hapsetmek için uzattıkları her zincir, onun elinde bir kılıca dönüşüyordu.

Vael'in etrafındaki fenerlerin ışığı titreşip zayıfladı, sanki alevler onun varlığının yarattığı soğukluktan çekiniyor gibiydi. Çizmelerinin bastığı yerden başlayan ince bir kırağı tabakası, örümcek ağları gibi tahtaların üzerinde yayılarak her bir çivi başını beyaz bir hüzmeyle kapladı. Limanın üzerindeki sis artık bir örtü değil, onun sessiz öfkesine itaat eden, şekil değiştiren bir orduydu.

Onlar bir kapıyı mühürlememişlerdi. Kendi mezarlarının girişini işaretlemişlerdi.

Vael, kılıcını yavaşça, neredeyse bir ayin yapar gibi bir sükunetle kınına yerleştirdi. Metalin metale sürtünürken çıkardığı o tek ve net ses, gecenin sessizliğine vurulmuş bir mühür gibiydi. Bu ses, bir sonun değil, gerçek bir başlangıcın ilanıydı.

Bakışları, bir anlığına karanlık suların üzerinde gezindi. Kendi yansımasını değil, suların derinliklerinde onu bekleyen o mutlak sessizliği, o ebedi hiçliği gördü. Gülümsedi.

O, evdi.

Sonra arkasını döndü. Biri kanında, diğeri inancında boğulmuş iki anlamsız cesedi ve başarısız olmuş bir büyünün küllerini ardında bırakarak Serina'nın odasının yolunu tuttu. Adımları ne aceleci ne de tereddütlüydü. Bir depremin ilk sarsıntısı gibi sakin, bir çığın kopmadan önceki anı gibi ağırdı.

Koşmuyordu, çünkü çaresiz olanlar koşardı.

O, sadece hükmünü vermeye gidiyordu.
Post Reply