Off Topic
Efendi Vael,
Kopardığını sandığın bağlar hâlâ etinde. Her adımında, omzunun ardında yankılanan o ince metal sesi — biziz.
Kadın, hâlâ sıcak bir nefes taşır dudaklarının arasında; fakat rüzgâr, bir kıvılcımı söndürmek için yeterlidir.
Bu gece, sis suya indiğinde ve fener ışıkları boğulduğunda, rıhtıma gel.
Gelmezsen, o nefes soğur… ve deniz, yeni bir ağıt öğrenir.
Zincir, beklemeyi bilir.
— Karanlıkta Bekleyenler
Kopardığını sandığın bağlar hâlâ etinde. Her adımında, omzunun ardında yankılanan o ince metal sesi — biziz.
Kadın, hâlâ sıcak bir nefes taşır dudaklarının arasında; fakat rüzgâr, bir kıvılcımı söndürmek için yeterlidir.
Bu gece, sis suya indiğinde ve fener ışıkları boğulduğunda, rıhtıma gel.
Gelmezsen, o nefes soğur… ve deniz, yeni bir ağıt öğrenir.
Zincir, beklemeyi bilir.
— Karanlıkta Bekleyenler
Satırlar, ağır mürekkebin kokusunu hâlâ taşıyordu. Ama kağıt çoktan alevin içine bırakılmıştı. Şömine, mektubu aç kurtlar gibi yiyordu; harfler kırmızıya çalan bir siyah dumanla eriyor, tehditler kül olup tavana yükseliyordu.
Odada sessizlik vardı. Vael yoktu. Sadece rüzgâr, yarı açık pencerenin perdesini dalgalandırıyor, şöminenin çıtırtısına karışıyordu.
Sis, Vaedren’in arka rıhtımına çökmüştü; tuzlu nem, paslı zincirler gibi havada asılıydı. Ve sahne, birkaç sokak ötede, Vaedren’in arka rıhtımına çöken sisin içinde yeniden açılıyordu… Loş bir fener ışığında, dalgaların vurduğu taş merdivenlerden ağır adımlarla iniyordu Vael. Elindeki kılıç, henüz çekilmemişti, ama havada onun ağırlığını çoktan hissettiren o keskin sessizlik vardı.
Karşısında, Zincirsizler’den tanıdığı bir yüz… adını bilmeye bile gerek duymadığı biri. Adam, dudaklarının kenarında çarpık bir gülümseme, boğazına kadar yükselmiş korkuyu saklamaya çalışıyordu.
“Efendi Vael,” dedi, sesi titrese de meydan okur gibi, “Tarikat geri dönmeni emrediyor! Eğer geri dönmezsen birlikte olduğun o kadın öl-”
Adam cümlesini bitiremedi.
Çünkü Vael, bir an bile beklemeden kılıcı çekmişti. Çeliğin fısıltısı, sisin içinden bir yıldırım gibi geçti. Tek bir adım, tek bir hamle… ve adamın başı, omzundan ayrıldı. Havada kısa bir süre asılı kaldı, ardından taş zemine, ağır bir tok sesle düştü. Gözleri hâlâ Vael’e bakıyordu — ama artık orada anlam değil, boşluk vardı.
Kılıcın ucundan damlayan kan, fener ışığında siyaha çalan kırmızıyla parladı. Vael, hiçbir şey söylemedi. Başını hafifçe yana çevirip, uzaklardan gelen dalga sesini dinledi; sanki burada olan sadece kaçınılmaz bir şeyin yerine getirilmesiydi.
Rıhtım, tekrar sessizleşti.
Vael’in bakışları, denizin sonsuz uğultusundan çekilip rıhtıma demirlenmiş geminin karanlık güvertesine kondu. Gözleri gölgelerin içinde yandı, sesi ise soğuk taşlara çarpıp yankılanan bir ölüm bildirisi gibi çıktı:
“Kendinize zincirsizler dersiniz... Fakat asıl zincirler, korkularınızın kendi bileğinize vurduğu demir halkalardır. Gözlerime bakmaya dahi cesaret edemezken... Bana zincir vurabileceğinizi sanmanız, ne gaflettendir, ne de kibirdendir. Bu hadsizliğin kökeni nereden vücut bulmuştur?”
Her kelime, havayı kesen ince bir bıçak gibi, ölü adamın hâlâ sıcak olan cesedinin üzerinden geçti ve güverteye ulaştı.
Bir adım daha attı ileriye — kan, çizmelerinin altından yayılıp taşların aralıklarına sızdı. Fenerin titrek ışığında yüzü, neredeyse tamamen gölgede kalmıştı; yalnızca gözleri, karanlığın içinde yanıyordu.
Sis hafifçe kıpırdanırken, güverteden belirsiz bir hışırtı yükseldi; rüzgârla karışan ince bir fısıltı gibi…
Yerde yatan, zincirsizlerden yalnızca biriydi; tek olması ise asla beklenemezdi.