Ağın Efendisi, yeraltı mahzeninin toplantı odasında, etrafı karanlığı yumuşakça yaran mumlarını sessizce yakıyordu. Her mumu, narin bir çiçek gibi tabanından tutup, sandalyelerin yanında duran sehpaların üzerine yerleştiriyordu. Mumların ışıltılarının birleşimi, bu karanlık ortamı loşlaştırıyordu. Odada yuvarlak bir masa vardı, etrafında dokuz sandalye ile çevrili. Masanın üzerinde, yanmaktan boyu kısalmış mumlar, dağınık kağıtlar, tomar halinde duran kağıt parçaları ve saplanmış bıçaklar sessiz ve cansız birer tanık gibi duruyordu. Toplantının güneşin battığı saatte yapılmasını emretmişti Zarethul. O, Elçilerinden önce gelir, mumlarını yakar, sandalyeleri düzenler ve loş ışığın altında sessizce beklerdi. Mahzenin Toplantı odasında toplanırlardı hep, genellikle boş olurdu, ancak arşiv bölümü ile aynı odayı paylaştıklarından, ara sıra uğranan bir noktaydı. Dar raflarda dizili defterler ve kitaplar, Karanlık İlimler'e dair bilgilerle yüklenmişti. Pratik bilgiler, unutturulmuş ilimler saklıydı.
Son mumu yaktığında, Elçiler tek tek içeriye girmeye başlamıştı. Her biri, kendi maskesiyle, kendi sandalyesine otururken, Zarethul son mumunu da kendi yanındaki sehpaya yerleştirdi. Birkaç saniye, ayakta kalarak her maskeye dikkatle baktı, sonrasında yavaşça sandalyesine oturmak için doğruldu. Sağ ayağını, sandalyesinin kol kısmından dışarıya sarkacak şekilde üstüne doğru attı, sol elini yanağına dayadı, işaret parmağıyla şakağına birkaç kere hafifçe vurdu. Sonrasında, içindeki karanlıkla bütünleşmiş derin, tok bir sesle konuşmaya başladı.
"Harekete geçmemiz gerektiğini düşünüyoruz. Artık daha büyük planlar içinde bulunmalıyız."
Cümleleri, maskesinin ardından süzülen bir lanet gibi çıkıyordu. Ardından ayağa kalktı, masanın başına yürüdü. Saplı bıçakları yerinden çıkarıp masanın sağ kenarına çekti. Masanın bir diğer ucunda duran tomar halindeki beyaz kağıdı açtı, dört kenarına çıkardığı bıçakları saplayarak sabitledi. Kağıt, dingin bir denizin çarşaf gibi görünüşüne benziyordu. Ardından, avuç içleri yukarıda olacak şekilde ellerini kaldırdı. Bu, kalkın işaretiydi. Elçiler sessizce kalktı ve masanın başına yaklaştı.
"Thomar bizim doğal düşmanımız haline geldi. Söylentiler yayıyor, denetliyor ve izimizi takip ediyor. Bundan rahatsız oluyoruz."
Ağın Efendisi, arkasındaki arşive doğru yürüdü. Rafları gözleriyle taradıktan sonra, sol üstten beyaz bir defteri parmaklarıyla kavradı. Defter, loncalar hakkındaki bilgilerin toplandığı defterdi. İçindeki bilgilerin hepsini Zarethul kendisi yazmıştı. Masaya elindeki defterle birlikte geldikten sonra gözleriyle önce Elçileri tarttı. Masanın sol tarafına defteri bıraktıktan sonra eline kalemini aldı. Ardından, masanın üzerinde çarşaf gibi duran beyaz kağıdı ilk kelimesiyle kirletti: "Arka."
"Arka, bu şehirde parayla güven satın alamayacağımızın bir kanıtı gibi duruyor. Bu bizim için kötü bir haber. Ekerul'un cesediyle onu tehdit edeceğiz. Güvenilmezliği taşımaya devam ederse, bu ölümü onun üzerine yıkacağız. Birisini sadık kılmak için, birden çok yol vardır."
Bu sözlerinden sonra, kenara bıraktığı defterin ilk sayfasını açtı ve işaret parmağını sayfanın üzerinde gezdirdi. Gezdirmeye devam ederken, konuşmaya başladı.
"Altın Fısıltılar Loncası ve Mürekkep ve Mühür Loncası. Bu iki oluşumu, öncelikli hedefler olarak belirledik. Ancak, hızlı bir hareketten kaçınmaya özen göstermek konusunda karar kıldık. Bu sebeple, eylemlerimizi fazlar haline böleceğiz ve ağımızı yavaşça öreceğiz."
Gerekli bilgileri verdikten sonra, defterin kapağını kapatarak kenara koydu ve eline kalemini aldı tekrardan. Büyük harflerle, "1. FAZ" yazdı kağıt parçasına.
"Birinci faz içerisinde, en önemli görevlerden birisi sana ait olacak Tharom. Her loncanın içerisinde sivil muhbir adayları tespit etmeni bekliyoruz. Bu süreç içerisinde, loncaların liderlerini veya liderini bulmanı istiyoruz. Onlar bizim ikinci faza geçmemizde önemli bir rol oynayacaklar. Hedeflerimizi tanımamız gerekiyor, bu yüzden Tharom, görev için sana belirli bir süre koymuyoruz ama elini olabildiğince çabuk tutmanı bekliyoruz. Mez'moor ile birlikte, paralel çalışacaksınız. Tespit ettiğiniz kişileri Mez'moor'a bildireceksiniz, Mez'moor sen ise onların uyku saatlerini, alışkanlarını, uğradıkları yerleri, ilişkilerini, fetişlerini, ne varsa bulacaksın. Bu bilgilerin hepsi toparlandığı vakit, ikinci faza geçişimiz kolaylaşacak."
Tharom ve Mez'moor'un adını kağıda yazdıktan sonra, gözleri Somara ve Vera ile buluştu.
"Çekiç ve Ocak Birliği. Bilgi oyunlarına alışık değiller. Bu yüzden onlara içeriden sızacağız. Vera, ufak bir sabotaj yapmanı istiyorum. Büyük bir sabotaj olmaması önemli. Somara, sonra oraya sız ve 'genç bir çırak' olarak içeri gir. Ustan sabotaja uğramış olan kişi olacak. Normalde sessiz duran bu birliğin sesinin çıkmasını sağlayacağız. Kukla olmaya en yatkın birliği bu olduğunu düşünüyoruz."
Ardından, Vureen ve Raolf'a döndü.
"Vureen, Arka ile Ekerul'un gizli bir ilişkisi olduğuna dair söylentiler yay. En son gördüğünde, ikisinin hararetli bir kavga içerisinde olduğunu, Ekerul'un fazlasıyla agresif olduğunu, Arka'nın ise bu agresiflik karşısında çaresiz, savunmasız hissettiğini ekle. Bir daha da Ekerul'u görmediğini belirt. Raolf, herkesi senin çekirdeğinde tutacağız. Bilgi akışı senin üzerinden olacak."
Herkese görevlerini dağıttıktan sonra, cümlelerini tamamlamıştı. Son bir kez, hepsinin maskesine tek tek baktı. Kısa bir sessizliğin ardından, tekrardan söze girdi. "Gidebilirsiniz. Thruum, sen kal." Bu sözün arkasından, Thruum hariç diğerlerinin gidişini izledi maskenin ardından. Herkes çıktıktan sonra, Thruum'a kapıyı işaret ederek zindana doğru yürümeye başladı onun arkasından. Kapının önünde durdu.
"Ekerul'u konuşturup öldüreceğiz. Ama bu sefer işkence bir boğuşma gibi gözükmeli." Kapının kilidini açıp içeri girdikten sonra, zindan masasının yanında duran torbaya yöneldi. Torbanın içinde sert elmalar vardı. Ekerul'u hiç umursamadan, torbayı ağzından yakalayarak Thruum'a uzattı.
"Bununla dövmeni istiyoruz. Bu sırada, biz de bir zehir hazırlayacağız ve vakti geldiğinde..." Her zamankinden farklı bir şekilde, içindeki gerçek karanlık, maskenin ardından gülümsüyordu, ancak fark ediliyor muydu, bundan emin değildi. Bütün o vahşet, kana susamışlık, sanki sesiyle birlikte ortamdaki bütün loş ışığı yok ediyordu. "Ben enjekte edeceğim." Birkaç saniyelik bakışmanın ardından, bedeni masaya doğru döndü. Altın Nefes Ailesi'nin bir üyesi iken öğrendiği "İniltisüren" zehrini hazırlamaya başladı. Zehirçeşme özü, Mirah Geveni tozu, Gölgemantar çekirdeği, Karanfil Sülüğü Salgısı ve Gültebe tuzunu karıştırmalı, ardından zehri hedefin kanına geçirmeliydi. Öğrendiği bilgilere ve deneyimlere göre, sorgu esnasında küçük bir kesikten kana doğrudan akıtılması, acıyı daha hızlı ve daha şiddetli hale getiriyordu. Thruum, sorgu için hazırlıklara başlarken tekrardan söze girdi arkasını dönmeden ve bir yandan zehrini hazırlamaya başlarken.
"Onun bedeni bize tek parça halinde lazım. Bu yüzden, lütfen herhangi bir uzvunu koparmaya kalkma. Hatta mümkünse, tırnak izlerine benzer şekilde iz çıkartacak bir işkence yöntemi uygulamanda sorun yok. Bıçaklayabilirsin, ancak bunlar bir kavganın darbeleri gibi gözükmeli. Bizi anlıyorsun, değil mi?" Diyerek Thruum'a bıraktı görevin devamını. Zaten zehrin hazırlanması uzun sürmüyordu, on veya on beş dakika içerisinde hazır olacaktı. Hazırlayana kadar, tüm görev Thruum'a aitti ve O, sonradan dahil olacaktı. Bir an önce Ekerul'u konuşturup, Saref'in yanına gitmeyi planlıyordu.
[Zarethul] Ağın Sessiz Örülüşü
- GM-Velatria
- Gamemaster
- Posts: 59
- Joined: Sun Jul 20, 2025 11:18 am
Re: [Zarethul] Ağın Sessiz Örülüşü
Thruum uzattığın elma dolu torbayı alıyor. Emirlerine karşılık herhangi bir onay vermiyor. Gerek de yok. Onun sessiz itaatkarlığına fazlasıyla alışkınsın. Birkaç saniye yaptıklarını izliyor. Suratı ve kafasına geçirdiği kapüşon nedeniyle suratı gözükmüyor, görebilsen orada bir hayranlık yakalayacağına eminsin. Başka bir varsayımın daha var. Biz'in konuştuğu anda Thruum'un saniyelik irkildiğini hissediyorsun. Ekerul odanın bir tarafında bilinçsiz bir şekilde yatıyor. Ne konuştuysanız duymadığından eminsin, girdiğinizden beri bu pozisyonda. Thruum torbanın boşluk kısmını eline doladığında ek emirlerini veriyorsun. Başını eğiyor. Kafanı hafifçe çevirdiğinde Thruum ve Ekerul'un olduğu köşeyi görebiliyorsun. Hassas hazırlık sürecinde ara ara gözlerin oraya kayıyor.
Ekerul tahminen 24-25 yaşlarında bir garib. Çok kilolu değil, zayıf da değil. Ancak vücudunda anlamadığın bir çelimsizlik var. Fakirlik vücuduna işlemiş. Sonradan ne görürse görsün insanın üstünden atılmaz bu çelimsizlik. Sarıya yakın saçları içine bulandığı pislikten simsiyah. Bilinçsizliğinde dahi bir masum var. Thruum, Ekerul'un gömleğinden onu yakalayıp kaldırıyor ve duvara mıhlıyor. Ekerul ayılıyor, önce birkaç inilti, ardından korku dolu bir sızlanma başlıyor. Thruum elma dolu poşeti tam karın boşluğuna geçiriyor. "Ekerul." diyor fısıltıyla. Ekerul'un nefesi kesiliyor, gözleri o kadar açılıyor ki karanlık odada beyazını seçebiliyorsun. Thruum bir kere daha vuruyor, göğüs kafesine. Tekrardan nefesi kesiliyor garibin. Kesilen nefesini sonsuz öksürüklerle topluyor. "Thomar'ı bırakmanın cezasız olacağını mı düşündün?" diyor Thruum. Farklı bir yaklaşım. Bir darbe daha göğüs kafesine. Bir elmanın bölündüğünü yakalıyor kulakların. "Efendimize anlattım." diye inliyor Ekerul. "Işığa gideceğim dedim. Küfretti. Dövdü. Ama izin verdi." Yeni bir darbe. "Hangi ışık!" diye hırlıyor Thruum. Ekerul siniyor, duvarda mıhlanmışken havada cenin pozisyonu alıyor adeta. "Kentin... Kentin dışında bir kamp. Işık tanrısını takip edenler... Annemi... Annemi iyileştirdiler. Doğru yol." Thrum, Ekarul'u hafifçe kendine çekiyor sertçe duvara çarpıyor. Kafası çarpan Ekerul bilincini kaybederek tekrar yere kapaklanıyor.
Geri adımlarla duvara yaslanıyor Thruum. Bir dakika. İki dakika. Beş dakika. Thruum'dan tek bir hareket dahi görmüyorsun. Odadaki tek ses, senin hazırlığın oluyor. Thruum tekrar Ekerul'un gömleğinden kavrıyor, diğer duvara yapıştırıyor. "Ekerul." diyor fısıltıyla. Ekerul tekrar ayılıyor. Gözleri daha da şaşkın. Ne olduğunu anlamıyor. "Orin'in adıyla soruyorum, Thomar neyin peşinde?" Ekerul kafasını sallıyor. Anlamadığı şey onu daha çok korkuya sürüklüyor. Thruum ise karakterden karaktere giderek Ekerul'un şaşkınlığından faydalanıyor. Duvara bastırıyor Thruum, ardından elma torbasını bırakarak elini hafifçe kaldırıyor. İçi pislik dolu, sivri tırnaklarını görebiliyorsun. Ekerul'un göğsüne geçiriyor, yavaşça aşağı indiriyor. Acıyla inliyor Ekerul. "Kadınlar" diyor. "Altın fısıltının gözden çıkardıklarını..." nefesi yetmiyor. Thruum tırnaklarını adamın göğsünden çıkarıyor. Tırnak izlerini biraz abartmış olabilir. "Girdapkent üzerinden satıyor." Thruum tekrar adamı duvara vuruyor. Bilinçsizce yere gömülüyor.
Bir dakika. İki dakika. Beş dakika. Thruum, Ekerul'u gömleğinden kaldırıp boştaki elinin parmak uçlarıyla karın boşluğunu yakalıyor, çeviriyor.
"Ekerul." diyor. "Örümceksoy'un misafirisin." ekliyor.
"Örümcekler. Korkaklar." Acı, nefretle birleşiyor.
Thruum parmaklarındaki gücü arttırıyor. Ekerul acıyla inliyor. "Thomar. Nerede yaşar?"
"Orin konağı.. Yanındaki kule"
Ekerul parmaklarını gevşetiyor. "Yalnız kalır mı?" diyor.
"Her çarşamba... Süslü Parla. Onunla..."
Yine nefesi yetmiyor.
"Altın tapınakta buluşurlar. Nöbetçiler bahçenin dışında bekler."
Thruum adamın karnını bırakıyor, elinin tersiyle sert bir yumruk indiriyor. Tekrar kaldırıyor.
"Kentten ayrılır mı?"
Soruları net. Hepsinin cevabını alacağını biliyor. Süresinin kısıtlı olduğunu da biliyor.
"Hayır." diyor Ekerul. Bir kere daha vuruyor Thruum.
"Ayrılmazdı. Son günlerde... Kentin dışındaki gölet. Ada'ya.." Kan kusuyor. "Darağacı kurdu. Işığa gidenlerin ailelerini... Asacağını söyledi."
Thruum adamı bırakıyor. Yanağına sert bir tekme geçiriyor. "Annen ne olacaktı Ekerul. Işığa vardığında, annen sağ mı kalacaktı?" Geriye doğru sürünüyor Ekerul. "Söz verdi. Hizmetlerime.. karşılık bir ödüldü."
Thruum tatmin olmuyor. Bir tekme, başka bir tekme. Ayağıyla göğsüne bastırıyor. "Orin'e sağdık mı?" Ekerul nefesini toparlıyor. Bir şeyler demeye çalışıyor. Onu tutan göğsündeki ayaktan ziyade başka bir şey. Thruum tekrar ediyor. "Orin'e sağdık mı?" Thruum bir şeyler yakaladığını hissediyor.
"Thomar kimden emir alıyor?" Zehrin hazır. "Biriyle konuştu. Gece. Gölg... Gölgeyle. Gölgeyle konuştu." Thruum ayağını çekiyor. "Gölgeyle konuştu." diyor devam etmesine teşvik etmek adına. "Adı..." diyor. Sizden daha büyük korku duyduğu bir şey var. Başını sallıyor. Konuşmamaya ikna ediyor kendini. Thruum sol kol yeninden çıkardığı hançeri yerdeki Ekarul'un sol omzuna bir çivi gibi saplıyor. Acı dolu haykırışlar kopuyor. Ses, zindanın soğuk duvarlarında yankılanıp kayboluyor.
"So.."
"Sor..
"Sora-"
Bir ürperti hissediyorsun. Ekerul dehşet bir şekilde iç çekiyor. "HIIIIIĞ" Omzundaki bıçağa rağmen kendisini geriye atıyor, sürüklenerek sırtını duvara veriyor. Elinde zehir, olanları izliyorsun. Thruum sabit. Ekerul'un ağzındaki hareketleri takip ediyorsun. Kan oluk oluk akıyor, bir şeyleri çiğniyor. Dilini ısırdığını farkediyorsun.
Ekerul tahminen 24-25 yaşlarında bir garib. Çok kilolu değil, zayıf da değil. Ancak vücudunda anlamadığın bir çelimsizlik var. Fakirlik vücuduna işlemiş. Sonradan ne görürse görsün insanın üstünden atılmaz bu çelimsizlik. Sarıya yakın saçları içine bulandığı pislikten simsiyah. Bilinçsizliğinde dahi bir masum var. Thruum, Ekerul'un gömleğinden onu yakalayıp kaldırıyor ve duvara mıhlıyor. Ekerul ayılıyor, önce birkaç inilti, ardından korku dolu bir sızlanma başlıyor. Thruum elma dolu poşeti tam karın boşluğuna geçiriyor. "Ekerul." diyor fısıltıyla. Ekerul'un nefesi kesiliyor, gözleri o kadar açılıyor ki karanlık odada beyazını seçebiliyorsun. Thruum bir kere daha vuruyor, göğüs kafesine. Tekrardan nefesi kesiliyor garibin. Kesilen nefesini sonsuz öksürüklerle topluyor. "Thomar'ı bırakmanın cezasız olacağını mı düşündün?" diyor Thruum. Farklı bir yaklaşım. Bir darbe daha göğüs kafesine. Bir elmanın bölündüğünü yakalıyor kulakların. "Efendimize anlattım." diye inliyor Ekerul. "Işığa gideceğim dedim. Küfretti. Dövdü. Ama izin verdi." Yeni bir darbe. "Hangi ışık!" diye hırlıyor Thruum. Ekerul siniyor, duvarda mıhlanmışken havada cenin pozisyonu alıyor adeta. "Kentin... Kentin dışında bir kamp. Işık tanrısını takip edenler... Annemi... Annemi iyileştirdiler. Doğru yol." Thrum, Ekarul'u hafifçe kendine çekiyor sertçe duvara çarpıyor. Kafası çarpan Ekerul bilincini kaybederek tekrar yere kapaklanıyor.
Geri adımlarla duvara yaslanıyor Thruum. Bir dakika. İki dakika. Beş dakika. Thruum'dan tek bir hareket dahi görmüyorsun. Odadaki tek ses, senin hazırlığın oluyor. Thruum tekrar Ekerul'un gömleğinden kavrıyor, diğer duvara yapıştırıyor. "Ekerul." diyor fısıltıyla. Ekerul tekrar ayılıyor. Gözleri daha da şaşkın. Ne olduğunu anlamıyor. "Orin'in adıyla soruyorum, Thomar neyin peşinde?" Ekerul kafasını sallıyor. Anlamadığı şey onu daha çok korkuya sürüklüyor. Thruum ise karakterden karaktere giderek Ekerul'un şaşkınlığından faydalanıyor. Duvara bastırıyor Thruum, ardından elma torbasını bırakarak elini hafifçe kaldırıyor. İçi pislik dolu, sivri tırnaklarını görebiliyorsun. Ekerul'un göğsüne geçiriyor, yavaşça aşağı indiriyor. Acıyla inliyor Ekerul. "Kadınlar" diyor. "Altın fısıltının gözden çıkardıklarını..." nefesi yetmiyor. Thruum tırnaklarını adamın göğsünden çıkarıyor. Tırnak izlerini biraz abartmış olabilir. "Girdapkent üzerinden satıyor." Thruum tekrar adamı duvara vuruyor. Bilinçsizce yere gömülüyor.
Bir dakika. İki dakika. Beş dakika. Thruum, Ekerul'u gömleğinden kaldırıp boştaki elinin parmak uçlarıyla karın boşluğunu yakalıyor, çeviriyor.
"Ekerul." diyor. "Örümceksoy'un misafirisin." ekliyor.
"Örümcekler. Korkaklar." Acı, nefretle birleşiyor.
Thruum parmaklarındaki gücü arttırıyor. Ekerul acıyla inliyor. "Thomar. Nerede yaşar?"
"Orin konağı.. Yanındaki kule"
Ekerul parmaklarını gevşetiyor. "Yalnız kalır mı?" diyor.
"Her çarşamba... Süslü Parla. Onunla..."
Yine nefesi yetmiyor.
"Altın tapınakta buluşurlar. Nöbetçiler bahçenin dışında bekler."
Thruum adamın karnını bırakıyor, elinin tersiyle sert bir yumruk indiriyor. Tekrar kaldırıyor.
"Kentten ayrılır mı?"
Soruları net. Hepsinin cevabını alacağını biliyor. Süresinin kısıtlı olduğunu da biliyor.
"Hayır." diyor Ekerul. Bir kere daha vuruyor Thruum.
"Ayrılmazdı. Son günlerde... Kentin dışındaki gölet. Ada'ya.." Kan kusuyor. "Darağacı kurdu. Işığa gidenlerin ailelerini... Asacağını söyledi."
Thruum adamı bırakıyor. Yanağına sert bir tekme geçiriyor. "Annen ne olacaktı Ekerul. Işığa vardığında, annen sağ mı kalacaktı?" Geriye doğru sürünüyor Ekerul. "Söz verdi. Hizmetlerime.. karşılık bir ödüldü."
Thruum tatmin olmuyor. Bir tekme, başka bir tekme. Ayağıyla göğsüne bastırıyor. "Orin'e sağdık mı?" Ekerul nefesini toparlıyor. Bir şeyler demeye çalışıyor. Onu tutan göğsündeki ayaktan ziyade başka bir şey. Thruum tekrar ediyor. "Orin'e sağdık mı?" Thruum bir şeyler yakaladığını hissediyor.
"Thomar kimden emir alıyor?" Zehrin hazır. "Biriyle konuştu. Gece. Gölg... Gölgeyle. Gölgeyle konuştu." Thruum ayağını çekiyor. "Gölgeyle konuştu." diyor devam etmesine teşvik etmek adına. "Adı..." diyor. Sizden daha büyük korku duyduğu bir şey var. Başını sallıyor. Konuşmamaya ikna ediyor kendini. Thruum sol kol yeninden çıkardığı hançeri yerdeki Ekarul'un sol omzuna bir çivi gibi saplıyor. Acı dolu haykırışlar kopuyor. Ses, zindanın soğuk duvarlarında yankılanıp kayboluyor.
"So.."
"Sor..
"Sora-"
Bir ürperti hissediyorsun. Ekerul dehşet bir şekilde iç çekiyor. "HIIIIIĞ" Omzundaki bıçağa rağmen kendisini geriye atıyor, sürüklenerek sırtını duvara veriyor. Elinde zehir, olanları izliyorsun. Thruum sabit. Ekerul'un ağzındaki hareketleri takip ediyorsun. Kan oluk oluk akıyor, bir şeyleri çiğniyor. Dilini ısırdığını farkediyorsun.
Re: [Zarethul] Ağın Sessiz Örülüşü
Thruum'un şiddeti zindanın taşlarına kazınmaya başlarken, elindeki zehir sükunetle parlıyordu. Hiç acele etmiyordu Ağın Efendisi, ara sıra gözleri Ekerul ve Thruum'un üzerinde gezinse de, büyük bir özenle zehrini hazırlamaya devam ediyordu. Thruum'un işlerinin bir sanat eseri olduğunu düşünürdü hep. Bundan yıllar yıllar öncesinde, bir kukla gösterisine şahit olmuştu. İki kukla, bir perdenin arkasından ışıkla birlikte perdeye yansıtılıyor, kuklayı yöneten kişi tarafından konuşturuluyor, hareket ettiriliyordu. O izlediği gösteriden daha büyük bir sanattı Thruum'un yaptığı. İnsanlığın aklı, gerçek sanatı algılayabilecek bir seviyede olsaydı, kesinlikle bu sanatın perde arkasından çıkmasına izin verirdi. Thruum'un her bir darbesi, bir ressamın boş bir tuvale attığı fırça darbeleriydi, sorgu sırasında ağzından çıkan her bir soru bir tavernada sarhoş bir şekilde şarkı söyleyen ozanın ağzından çıkan ezgilerdi, canını aldığı her bir beden, sanatının en uç noktasıydı, bir zirveydi, bir heykeltıraşın çekiş darbelerinin bittiği noktaydı. Bu sanatın zanaatkarı olmak, kolay bir iş değildi, bu sanatın izleyicisi olmak ise, bambaşka bir deneyim, mükemmel bir keyfin besleyicisiydi.
Ekerul'a baktı. Kendine yakın yaşlarda, fakirliğin vücut bulmuş haliydi. Üzerindeki çelimsizlik, hiçbir şekilde atılamayacak derecede bedenine kazınmıştı sanki. Genç adamın karın boşluğuna inen elma torbasıyla kesilen nefesini ve açılan gözlerini sakinlikle izledi. Acımasızlığın en nadide hali olan Thruum, bir kere daha vurduğunda, sinir uçları tüm keyfi beynine iletmeye başlamıştı. Elindeki tokmağı, havana yavaş ve profesyonel bir şekilde vurmaya, içindeki malzemeleri ezmeye devam ederken sorgucusunun ağzından çıkan kelimeler kulağına erişiyordu. Ekerul, ışıktan bahsediyordu. Kulakları iyice açılmıştı, kentin dışında bir kamptan, Işık tanrısını takip edenlerden bahsediyordu. Annesini iyileştiren, doğru yol olduğunu söylüyordu. Örümceksoyu'nun karanlığıyla güçlendirmediği hiçbir ışık, doğru yol olamazdı. Ekerul'un duvara çarpılma sesiyle, havana sertçe oturan tokmak sesi birbirlerine kavuşuyorlardı. Bu sefilliğin, bu zavallı durumun içerisinde, Işık'tan bahsederken "doğru yol" kelimelerini kullanmak, büyük bir cesaret örneğiydi. Gerçi bunu, korkudan çenesinin açılmasına mı bağlamalıydı, emin değildi.
Bilincini kaybeden Ekerul'u bekleyen Thruum'a kaydı gözleri bir anlığına. Onun sanatını işletme hususuna hiçbir zaman karışmazdı. Bir zanaatkarın işine karışmak, sadece cahil insanların yapacağı bir eylem olurdu. Odada bulunan bütün sesler kesilmişti, yankılanan tek şey, havanın içinde ezilmiş malzemelerin küçük bir kazana doğru dökülme sesiydi. Kenarda duran, küçük su şişesini alıp kazana dökmeye başladı sakince. Su sesini kesen şey ise tekrardan genç adamın ayıltılmasıydı. Ekerul, büyük bir anlamsızlığın içerisine düşmüştü, bilincini bir kaybediyor, bir geri kazanıyordu, beyni iyice çalkalanıyor olmalıydı. Bu da, acımasız sorgucusu için büyük bir fırsat olarak şekillenmiş olmalıydı, sanatını öylesine güzel icra ediyordu ki bu şaşkınlığı kendi avantajına çevirmişti bile. Ekerul'un, boktan ağzından çıkan kelimeleri sakince dinledi. Altın fısıltının gözden çıkardıklarını Girdapkent üzerinden sattığını beyan ediyordu. Ekerul bilinçsizce yere gömülmeden önce, Thruum'un göğsünden çıkarttığı tırnak izlerine gözü takıldı. Bazen sanatın nelere kadir olacağını düşünmeden edemedi, gönül verilmiş bir gösterinin istenmeyen abartılara sebep olabileceğini biliyordu.
Diğerine nispeten daha büyük bir tokmağı eline aldığı genç adamın tekrar bilincini kaybettiğine şahit olduktan sonra. Kazanın içine döktüğü malzemeleri, az miktarda bulunan suya yedirmeye başladı. Zehrin biraz sıvı bir hal alması gerekiyordu, ancak bu işlemin hızlı bir şekilde yapılmaması da en büyük önemi taşıyan durumdu. Sakince, yavaşça yapılmalıydı. Birkaç dakikanın ardından, bilinci tekrardan yerine getirilmişti Thruum tarafından. Örümceksoy'un misafiri olduğunu söylediğinde, genç adamın ağzından çıkan acı ve nefret dolu kelimeler kulağına erişti. Bu cesaret örneğini takdir ediyordu. Thomar, Orin konağının yanındaki kulede yaşıyordu. Her çarşamba, Süslü Parla ile birlikte yalnız kaldıklarına dair bilgi veriyordu. Nefessizliğin içerisinde verdiği cevaplar, Thomar'ı tuzağa çekebilmek için en elzem bilgiler arasında yer alıyordu. Süslü Parla ve Thomar, Altın tapınakta buluşuyorlardı, nöbetçiler bahçenin dışında onlara gardiyanlık ediyordu. Kolay bir baskın olabilirdi, özellikle karanlığın içerisinde yürüyen bir efendi için.
Thomar son günlerde kentin dışındaki gölete gitmeye başlamıştı. Ada'ya Darağacı kurduğunu, ışığa gidenlerin ailesini asacağını söylüyordu. Genç adamın annesinin yaşama sebebi ise, hizmetlerine karşılık bir ödül olarak verilmişti. Thomar onun canını bağışlamıştı ve bu büyük bir hediyeydi genç adam için. Işığı takip edenleri aklının bir köşesine yazmıştı, onları yönlendirmek ve onlarla konuşmak, Thomar'ı devirmek adına iyi bir adım olabilirdi, lakin iyice araştırılması gereken bir konuydu. Zehri bittiğinde, nazik bir şekilde küçük, işlemeli bir şişeye doldurdu, kapağını kapattığı sırada gölgeyle konuştuğu bilgisini ağzından çıkardı genç adam. Thomar'ın konuştuğu kişi her kimse, ondan daha çok korkuyordu. Burada yaşadığı hiçbir şey, onun adını vermesine ikna edememişti. Bu kadar korktuğu şeyin ne olduğunu anlamak için, biraz daha dikkatle dinlemeye başladı. Adı, "Sora" ile başlıyordu, ancak adını tamamlayamadan kendini geriye doğru atmıştı. Sol elinde duran zehirle birlikte, ne olduğunu anlamak için izlemeye başladı, kendi dilini ısırdığını fark ettiği anda tüm hızıyla ileri doğru koşturdu, sağ yumruğunu büyük bir sinirle karnının ortasına patlattı, sonrasında elinin tersiyle sert bir tokat attı suratına, yakasından yakaladı genç adamı.
"Kimse, ben istemedikçe, benim olduğum yerde, kendi ölümüne koşamaz."
Karanlığın içerisinden gelen bir öfke ve acımasızlık, hiddetle yayılmıştı odanın içerisine. Bütün ışıkları sömürecek kadar karanlık, ölümü dize getirecek kadar aç, yaşamı yok edecek kadar susuz. Sol elinin işaret parmağıyla küçük şişenin kapağını bir kenara fırlattı, adamı suratından yakaladı sağ eliyle.
"Ölmek mi istiyorsun? İzin vereceğimi kim söyledi? Benim iznimi aldın mı? Sora, devamını getir."
Şişeyi, büyük bir ustalıkla adamın göğsüne doğru götürdü el çabukluğuyla. Abartılmış tırnak yaralarının olduğu yere dökmeye başladı. Bu zehrin kana karışması, dakikalar içerisinde ölmesi demekti, ancak kendini öldürmesine izin vermeyecekti. Buna cüret gösterdiği için, onun ölümünü sonuna kadar izlemek istiyordu. Boşalmış şişeyi bir kenara fırlattıktan sonra, yakaladığı suratını hafifçe bıraktı. Ağzından çıkan her bir kelime, küfür gibiydi.
"Devamını getirmezsen, anneni de buraya indiririm."
Sol elinin baş parmağını, zehir damlatmadığı tırnak yaralarından birinin üstüne götürdü. Bir anda içeriye soktu, içeride çevirmeye başladı. Yavaş yavaş, daha derine gidecekti.
"Konuş. Konuşmanı istiyoruz."
Ekerul'a baktı. Kendine yakın yaşlarda, fakirliğin vücut bulmuş haliydi. Üzerindeki çelimsizlik, hiçbir şekilde atılamayacak derecede bedenine kazınmıştı sanki. Genç adamın karın boşluğuna inen elma torbasıyla kesilen nefesini ve açılan gözlerini sakinlikle izledi. Acımasızlığın en nadide hali olan Thruum, bir kere daha vurduğunda, sinir uçları tüm keyfi beynine iletmeye başlamıştı. Elindeki tokmağı, havana yavaş ve profesyonel bir şekilde vurmaya, içindeki malzemeleri ezmeye devam ederken sorgucusunun ağzından çıkan kelimeler kulağına erişiyordu. Ekerul, ışıktan bahsediyordu. Kulakları iyice açılmıştı, kentin dışında bir kamptan, Işık tanrısını takip edenlerden bahsediyordu. Annesini iyileştiren, doğru yol olduğunu söylüyordu. Örümceksoyu'nun karanlığıyla güçlendirmediği hiçbir ışık, doğru yol olamazdı. Ekerul'un duvara çarpılma sesiyle, havana sertçe oturan tokmak sesi birbirlerine kavuşuyorlardı. Bu sefilliğin, bu zavallı durumun içerisinde, Işık'tan bahsederken "doğru yol" kelimelerini kullanmak, büyük bir cesaret örneğiydi. Gerçi bunu, korkudan çenesinin açılmasına mı bağlamalıydı, emin değildi.
Bilincini kaybeden Ekerul'u bekleyen Thruum'a kaydı gözleri bir anlığına. Onun sanatını işletme hususuna hiçbir zaman karışmazdı. Bir zanaatkarın işine karışmak, sadece cahil insanların yapacağı bir eylem olurdu. Odada bulunan bütün sesler kesilmişti, yankılanan tek şey, havanın içinde ezilmiş malzemelerin küçük bir kazana doğru dökülme sesiydi. Kenarda duran, küçük su şişesini alıp kazana dökmeye başladı sakince. Su sesini kesen şey ise tekrardan genç adamın ayıltılmasıydı. Ekerul, büyük bir anlamsızlığın içerisine düşmüştü, bilincini bir kaybediyor, bir geri kazanıyordu, beyni iyice çalkalanıyor olmalıydı. Bu da, acımasız sorgucusu için büyük bir fırsat olarak şekillenmiş olmalıydı, sanatını öylesine güzel icra ediyordu ki bu şaşkınlığı kendi avantajına çevirmişti bile. Ekerul'un, boktan ağzından çıkan kelimeleri sakince dinledi. Altın fısıltının gözden çıkardıklarını Girdapkent üzerinden sattığını beyan ediyordu. Ekerul bilinçsizce yere gömülmeden önce, Thruum'un göğsünden çıkarttığı tırnak izlerine gözü takıldı. Bazen sanatın nelere kadir olacağını düşünmeden edemedi, gönül verilmiş bir gösterinin istenmeyen abartılara sebep olabileceğini biliyordu.
Diğerine nispeten daha büyük bir tokmağı eline aldığı genç adamın tekrar bilincini kaybettiğine şahit olduktan sonra. Kazanın içine döktüğü malzemeleri, az miktarda bulunan suya yedirmeye başladı. Zehrin biraz sıvı bir hal alması gerekiyordu, ancak bu işlemin hızlı bir şekilde yapılmaması da en büyük önemi taşıyan durumdu. Sakince, yavaşça yapılmalıydı. Birkaç dakikanın ardından, bilinci tekrardan yerine getirilmişti Thruum tarafından. Örümceksoy'un misafiri olduğunu söylediğinde, genç adamın ağzından çıkan acı ve nefret dolu kelimeler kulağına erişti. Bu cesaret örneğini takdir ediyordu. Thomar, Orin konağının yanındaki kulede yaşıyordu. Her çarşamba, Süslü Parla ile birlikte yalnız kaldıklarına dair bilgi veriyordu. Nefessizliğin içerisinde verdiği cevaplar, Thomar'ı tuzağa çekebilmek için en elzem bilgiler arasında yer alıyordu. Süslü Parla ve Thomar, Altın tapınakta buluşuyorlardı, nöbetçiler bahçenin dışında onlara gardiyanlık ediyordu. Kolay bir baskın olabilirdi, özellikle karanlığın içerisinde yürüyen bir efendi için.
Thomar son günlerde kentin dışındaki gölete gitmeye başlamıştı. Ada'ya Darağacı kurduğunu, ışığa gidenlerin ailesini asacağını söylüyordu. Genç adamın annesinin yaşama sebebi ise, hizmetlerine karşılık bir ödül olarak verilmişti. Thomar onun canını bağışlamıştı ve bu büyük bir hediyeydi genç adam için. Işığı takip edenleri aklının bir köşesine yazmıştı, onları yönlendirmek ve onlarla konuşmak, Thomar'ı devirmek adına iyi bir adım olabilirdi, lakin iyice araştırılması gereken bir konuydu. Zehri bittiğinde, nazik bir şekilde küçük, işlemeli bir şişeye doldurdu, kapağını kapattığı sırada gölgeyle konuştuğu bilgisini ağzından çıkardı genç adam. Thomar'ın konuştuğu kişi her kimse, ondan daha çok korkuyordu. Burada yaşadığı hiçbir şey, onun adını vermesine ikna edememişti. Bu kadar korktuğu şeyin ne olduğunu anlamak için, biraz daha dikkatle dinlemeye başladı. Adı, "Sora" ile başlıyordu, ancak adını tamamlayamadan kendini geriye doğru atmıştı. Sol elinde duran zehirle birlikte, ne olduğunu anlamak için izlemeye başladı, kendi dilini ısırdığını fark ettiği anda tüm hızıyla ileri doğru koşturdu, sağ yumruğunu büyük bir sinirle karnının ortasına patlattı, sonrasında elinin tersiyle sert bir tokat attı suratına, yakasından yakaladı genç adamı.
"Kimse, ben istemedikçe, benim olduğum yerde, kendi ölümüne koşamaz."
Karanlığın içerisinden gelen bir öfke ve acımasızlık, hiddetle yayılmıştı odanın içerisine. Bütün ışıkları sömürecek kadar karanlık, ölümü dize getirecek kadar aç, yaşamı yok edecek kadar susuz. Sol elinin işaret parmağıyla küçük şişenin kapağını bir kenara fırlattı, adamı suratından yakaladı sağ eliyle.
"Ölmek mi istiyorsun? İzin vereceğimi kim söyledi? Benim iznimi aldın mı? Sora, devamını getir."
Şişeyi, büyük bir ustalıkla adamın göğsüne doğru götürdü el çabukluğuyla. Abartılmış tırnak yaralarının olduğu yere dökmeye başladı. Bu zehrin kana karışması, dakikalar içerisinde ölmesi demekti, ancak kendini öldürmesine izin vermeyecekti. Buna cüret gösterdiği için, onun ölümünü sonuna kadar izlemek istiyordu. Boşalmış şişeyi bir kenara fırlattıktan sonra, yakaladığı suratını hafifçe bıraktı. Ağzından çıkan her bir kelime, küfür gibiydi.
"Devamını getirmezsen, anneni de buraya indiririm."
Sol elinin baş parmağını, zehir damlatmadığı tırnak yaralarından birinin üstüne götürdü. Bir anda içeriye soktu, içeride çevirmeye başladı. Yavaş yavaş, daha derine gidecekti.
"Konuş. Konuşmanı istiyoruz."
- GM-Velatria
- Gamemaster
- Posts: 59
- Joined: Sun Jul 20, 2025 11:18 am
Re: [Zarethul] Ağın Sessiz Örülüşü
"Biz" konuşmaya başladığında sesin maskenin arkasından ağır ağır yankılanıyor. O an Thruum’un omuzları kasılıyor, başını derin bir saygıyla öne eğiyor. Sessizce bir adım geri atıyor, sanki odadaki tüm hâkimiyetin artık yalnızca sana ait olduğunu kabulleniyor. Karanlığın efendisini değil, bizzat karanlığın kendisini selamlıyor gibidir. Onun gözlerinde hayranlıktan çok, boyun eğişin saf hali var. Attığın yumruk ise Ekerul'un ağzındaki bir avuç kanı senin üzerine püskürtmesine neden oluyor. Bir et parçasının çıktığına şahit oluyorsun. Dilinin yarısı.
Zehrin ise çoktan çelimsiz adamın kan akışına karışıyor, Ekerul’un dili bir parça et yığınına dönmüş gibi ağzında ağırlaşıyor. Dudakları kanla köpürmüş. Dilini ısırmış olmanın verdiği hasar, kelimeleri paramparça ediyor. Sen sorularını soruyorsun, biri diğerini kovalıyor. Ama cevap yerine sadece boğuk çırpınmalar geliyor.
Ekerul’un gözleri senin üzerinde değil. Hep kapıya, karanlık boşluğa kayıyor. Sanki orada biri varmış gibi bakıyor, gözbebekleri irkiliyor. Gırtlağından zorla kopan ilk ses: “Sola…” Nefesi yarım kalıyor, peltek gibi konuşuyor dilinin yokluğunda. Boğazından kopmuş çamurlu bir inilti daha çıkıyor. “Sola…” Kelimeler ilerlemiyor. Dudakları kıvranıyor, ama dilinin paramparça hali izin vermiyor. Boğuk ses, duvarlara çarpıp kayboluyor.
O anda siz de hissediyorsunuz: kapının dibindeki karanlıkta ufak bir şey var. Ne gözle seçiliyor, ne kulakla duyuluyor; ama orada. Çıtırtılar… ince kemiklerin kırılışı gibi. Çıtır çıtır… sonra sessizlik. Ve yokluk.
Ekerul’un gözleri bir anlığın daha da açılıyor. Çırpınarak gövdesi titriyor, boğazında kan baloncukları patlıyor. Son nefesini kusarken zorla bir kelime kopuyor dudaklarından. “Sorak…” Sanki kelime ağzından değil, ciğerlerinden çekilip alınmış gibi. İçinde ne varsa sökülmüş, boşluğa atılmış. Bedeni gevşiyor. Gözlerindeki korku orada kalıyor, ama ruhu yok. Ekerul artık nefes almıyor. Ve odada, bir anlığına, karanlığın kendisi gülümsemiş gibi.
Sessizlik ağırlaşıyor. Thruum’un göğsünden derin, çatallı bir nefes kopuyor. Ciğerleri boşalmış gibi sarsılıyor. Birkaç saniye boyunca konuşmuyor, sadece kapıya bakıyor. Sonunda boğuk, titreyen bir sesle yineliyor: “Sorak…” Ardından, kelime dudaklarını taşlaştırırken ikinciyi fısıldıyor, “İçlikâriler.”
Başını kaldırmadan, gözlerini hâlâ kapıdaki karanlığa dikerken konuşuyor. “Varolduklarını biliyoruz. Ama senelerdir yoklukları sağolsun onların sadece korku hikâyeleri olduğunu bilirdim. Çocukların uykudan önce korkutulması için anlatılan şeyler… sarhoş gemicilerin batakhanelerde fısıldadığı gölgeler. Harekete geçtiklerini bilmek… ürkütücü.”
Sesi ilk kez ciddiyet taşıyor. Hayranlık ya da itaat değil; çıplak korku. Bir süre daha sessizlikte kalıyor. Karanlık duvarda titreyen gölgesine bakıyor, gölge bile olduğundan uzunmuş gibi. Sonunda boğazını temizleyip, bir asker gibi toparlanıyor. Başını eğiyor. Durumu anlamadığı bariz. Hayır, durumu anlamadığınız bariz.
Thruum'u ilk kez böyle görüyorsun. Sarsılmış. Küçük hissediyor. Bir şeyleri bağdaştırmanı bekliyor gibi.
Zehrin ise çoktan çelimsiz adamın kan akışına karışıyor, Ekerul’un dili bir parça et yığınına dönmüş gibi ağzında ağırlaşıyor. Dudakları kanla köpürmüş. Dilini ısırmış olmanın verdiği hasar, kelimeleri paramparça ediyor. Sen sorularını soruyorsun, biri diğerini kovalıyor. Ama cevap yerine sadece boğuk çırpınmalar geliyor.
Ekerul’un gözleri senin üzerinde değil. Hep kapıya, karanlık boşluğa kayıyor. Sanki orada biri varmış gibi bakıyor, gözbebekleri irkiliyor. Gırtlağından zorla kopan ilk ses: “Sola…” Nefesi yarım kalıyor, peltek gibi konuşuyor dilinin yokluğunda. Boğazından kopmuş çamurlu bir inilti daha çıkıyor. “Sola…” Kelimeler ilerlemiyor. Dudakları kıvranıyor, ama dilinin paramparça hali izin vermiyor. Boğuk ses, duvarlara çarpıp kayboluyor.
O anda siz de hissediyorsunuz: kapının dibindeki karanlıkta ufak bir şey var. Ne gözle seçiliyor, ne kulakla duyuluyor; ama orada. Çıtırtılar… ince kemiklerin kırılışı gibi. Çıtır çıtır… sonra sessizlik. Ve yokluk.
Ekerul’un gözleri bir anlığın daha da açılıyor. Çırpınarak gövdesi titriyor, boğazında kan baloncukları patlıyor. Son nefesini kusarken zorla bir kelime kopuyor dudaklarından. “Sorak…” Sanki kelime ağzından değil, ciğerlerinden çekilip alınmış gibi. İçinde ne varsa sökülmüş, boşluğa atılmış. Bedeni gevşiyor. Gözlerindeki korku orada kalıyor, ama ruhu yok. Ekerul artık nefes almıyor. Ve odada, bir anlığına, karanlığın kendisi gülümsemiş gibi.
Sessizlik ağırlaşıyor. Thruum’un göğsünden derin, çatallı bir nefes kopuyor. Ciğerleri boşalmış gibi sarsılıyor. Birkaç saniye boyunca konuşmuyor, sadece kapıya bakıyor. Sonunda boğuk, titreyen bir sesle yineliyor: “Sorak…” Ardından, kelime dudaklarını taşlaştırırken ikinciyi fısıldıyor, “İçlikâriler.”
Başını kaldırmadan, gözlerini hâlâ kapıdaki karanlığa dikerken konuşuyor. “Varolduklarını biliyoruz. Ama senelerdir yoklukları sağolsun onların sadece korku hikâyeleri olduğunu bilirdim. Çocukların uykudan önce korkutulması için anlatılan şeyler… sarhoş gemicilerin batakhanelerde fısıldadığı gölgeler. Harekete geçtiklerini bilmek… ürkütücü.”
Sesi ilk kez ciddiyet taşıyor. Hayranlık ya da itaat değil; çıplak korku. Bir süre daha sessizlikte kalıyor. Karanlık duvarda titreyen gölgesine bakıyor, gölge bile olduğundan uzunmuş gibi. Sonunda boğazını temizleyip, bir asker gibi toparlanıyor. Başını eğiyor. Durumu anlamadığı bariz. Hayır, durumu anlamadığınız bariz.
Thruum'u ilk kez böyle görüyorsun. Sarsılmış. Küçük hissediyor. Bir şeyleri bağdaştırmanı bekliyor gibi.
Re: [Zarethul] Ağın Sessiz Örülüşü
Ağın Efendisi, karanlığı yaran daha kara bir varlık gibi Thruum'un yanından geçip gitmişti. Yanında duran adamın saygısına aldırış bile etmemiş, sadece hedefine odaklanmıştı. Ekerul'un ağzından çıkan kan, Zarethul'un üzerine geldiğinde, anlık bir iğrelti yaşadı. Karşısındaki aciz varlıkların kanlarını üzerinden temizlemekten hiç haz etmezdi. Ancak bu durum, amacına hizmet etmeyi engelleyecek kadar büyük bir mesele değildi. Ağzından çıkan, kopan dilin yarısına birkaç saniyeliğine takıldı gözleri, korktuğu şey her neyse bunu yaptıracak kadar güçlü olması, karşısına alacağı kişinin veya şeyin sadece yönetimden ibaret olmadığını kanıtlar nitelikte duruyordu.
Elindeki zehir, adamın kanına karışmıştı. Şuana kadar bu zehri üç kere kullanma fırsatı yakalamıştı, her bir seferinde ölümlerini izlemek festivallerde alkol içip sarhoş olmak gibi hissettiriyordu. Kontrolünü kaybedeceği derecede büyük arzular damarlarında gezinmeye başlıyor, oluşabilecek her durum, her ihtimal ona daha keyifli bir hale geliyordu. Kurbanlarının ölümlerini izlemek, buna direnmeye çalıştıklarına şahit olmak, Ağın Efendisi için sirk eğlencesinden farksızdı. Karşısındaki kurbanı bir soytarı yerine koyuyor, gösterisini izliyordu. Ortamı uygun olsaydı, muhtemelen diğer aciz insanların yaptığı gibi, soytarısına para atmaktan ve onu alkışlamaktan çekinmezdi. Boğuk çırpınmaların her biri, takdiri hak ediyordu. Işıklar açılmış, gösterinin en heyecanlı ve nefes kesen bölümüne gelinmişti.
Ağzından zar zor çıkardığı kelime kulaklarına ulaştı. "Sola", daha fazlasını söyleme şansını yakalayamıyordu. Gözleri, karanlık boşluğa doğru gidiyordu. Ağzından bir kez daha aynı kelimeyi çıkarmış, devamını getirememişti. Kendi gözlerini de kapıya doğru kaydırdı Ağın Efendisi, karanlıkta, ufak bir şeyin olduğunu hissediyordu. Gözüyle seçemiyor, kulağıyla duyamıyordu, beş duyu organıyla hissedemediği bir şey oradaydı, bir süre sonra ise kendisini sessizliğe ve yokluğa bırakmıştı. Thomar'ın sandığından çok daha büyük bir bela ile birlikte karşısına çıkacağını anlamak, zor değildi.
Ekerul için, ışıklar kapanmak üzereydi. Gösterisinin son kısmına gelmiş olmalıydı, zira en nefes kesen ve keyifli anlardan birini paylaşmaya başlamıştı. Gövdesi titremeye, boğazında kan baloncukları patlamaya başlamıştı. Ağın Efendisi'nin maskesinin ardında kalan gözleri açıldı, festivallerde en önemli kısımların son anlar olduğunu düşünürdü, soytarı her zaman vurucu hareketlerini finale saklardı. Ekerul da aynısını yapıyordu, gerçekten en vurucu kısmı sona saklamış ve ağzından "Sorak" olarak zorla çıkardığı kelimeyi vermişti. Gösteri bitmişti, soytarı son selamını vermiş, ışıkların kapanmasını sağlamıştı. Zarethul, parmağını tırnak yarasının içinden çıkarmıştı. Derin bir nefes aldıktan sonra, sağ elinin tersiyle okkalı bir tokadı patlatmıştı Ekerul'un bedenine. Üzerini kanla kirletmek gibi had aşıcı bir hareket yaptığı için yapmıştı bunu.
Thruum, kapıya bir süre bakarken, Ağın Efendisi olduğu yerde doğrulmuş ve aynı şekilde bakışlarını kapıya doğru çevirmişti. Bir yandan, üzerine gelen kan lekelerini elinin tersiyle silmeye çalışıyordu, ancak bunun anlamsız olacağının farkındaydı. Thruum'un korku dolu anlarını bir süre gözledikten sonra, İçlikâriler lafını geçirmesiyle birlikte zehrini hazırladığı masaya doğru ağır ağır adımlamaya başladı. Orada bulunan suyu ve peçeteyi alarak üzerini silmeyi planlıyordu. Sırtı, Thruum'a dönük olsa da kulakları ondaydı, eline aldığı su ve peçete ile kanı temizlemek için uğraşıyor, bir yandan da dikkatlice dinliyordu.
Sorgucusunun korkusunu anlayabiliyordu. Kendisi de bu durumdan hoşnut değildi, başını çok daha büyük bir belaya soktuğunun farkındaydı. Üstelik, onu bu belaya sürükleyen muhtemelen Thomar'dan başkası değildi. Thruum, bir süre durumun vehametiyle içten içe mücadele ettikten sonra, kendini toparlamayı başarmıştı. İçine düştükleri belirsizlik ve karanlığa ayak uydurur gibi, bir süre sessizliğini korudu Ağın Efendisi. Üzerindeki kanı silme işleri bittiğinde, arkasını döndü. Ellerini, belinin arkasında birleştirip Thruum'un yanına doğru yürüdü sakince. Adımları, bu odanın içinde yankı bile yaratmayacak kadar sessizdi. Yanına geldiği anda, gölgelerinin yan yana duruşunu izledi bir süre, sonrasında sakince söze girdi.
"Thomar. Muhtemelen bizi büyük bir belaya sürükleyecek. Bizim tahminimiz, dilini ısırmasına sebep olan şey, senin de hissettiğin şu karanlığın kendisi olmalı. Onu konuşturtmadı." Gözü tekrardan kapıya doğru kaydı. Birkaç saniyeliğine sessizliğini korudu. "Örgütü bu konuda hakkında bilgilendireceğiz. Thomar'ı alaşağı etmek için biraz daha beklememiz gerekebilir. Böylesine bilgisiz bir durumda, hiçbirinizi tehlikenin içine atmayız." Zarethul, her ne kadar acımasız ve duygusuz birisi olsa da, liderliğini üstlendiği kişileri ateşin içine atmayı istemezdi. Böylesine bilgisiz kaldığı bir durumda, harekete geçmeyi bile istemezdi. Acımasızlığını bir kenara bırakmış, sağ elini Thruum'un omzuna atmıştı. Dostluğun ne olduğunu bilmezdi, hiç tatmamıştı ve tatmayı istememişti. Ama liderliğin ne olduğunu bilirdi. Bazen, fiziksel temaslar yoluyla da duyguların aktarılabildiği, duygu aktarılmıyorsa bile kuvvetlendirilebildiğini biliyordu. Omzunu, hafifçe sıktı.
"Onlardan kork, ama kendini kaptırma. Gözünü dört aç, ama her anından şüphe duyma. Örgüt, bunun üstesinden gelecek, biliyoruz. Hepimiz karmaşık bir makinanın çarkıyız, bu çarklardan birisi olarak, tutukluk yapma. Sana güveniyoruz." Ses tonu, tehditkar değildi her zaman olduğunun aksine. Bu tarz durumlarda, daha soğuk, daha yumuşak konuşmayı da öğrenmişti Altın Nefes ailesinde aldığı eğitimlerden. Elini Thruum'un omzundan çekti, tekrardan belinde duran diğer elinin avcunun içine kenetledi. Adımları, aynı sessizlikte kapıya doğru gitti, kapının eşiğine geldiğinde durdu. Kafasını yana doğru çevirdi, aynı yumuşak tonda konuşmaya devam etti. "Bugün hanlara, tavernalara uğramanı istiyoruz. Sarhoş taklidi yapabilirsin, yöntemin sana kalmış. İçlikâriler hakkında söylentileri, fısıltıları, dedikoduları toparlamanı istiyoruz." Bir anda, kapının eşiğinden ileriye doğru attığı adımla birlikte, karanlığın içerisine kaybolmadan önce sesi sanki adım attığı o karanlığı yaratırcasına acımasız çıktı.
"Ben Saref'in yanına uğrayacağım. Merak etme, her parçayı birleştirip, oturtacağım, içini ferah tutmaya çalış."
Elindeki zehir, adamın kanına karışmıştı. Şuana kadar bu zehri üç kere kullanma fırsatı yakalamıştı, her bir seferinde ölümlerini izlemek festivallerde alkol içip sarhoş olmak gibi hissettiriyordu. Kontrolünü kaybedeceği derecede büyük arzular damarlarında gezinmeye başlıyor, oluşabilecek her durum, her ihtimal ona daha keyifli bir hale geliyordu. Kurbanlarının ölümlerini izlemek, buna direnmeye çalıştıklarına şahit olmak, Ağın Efendisi için sirk eğlencesinden farksızdı. Karşısındaki kurbanı bir soytarı yerine koyuyor, gösterisini izliyordu. Ortamı uygun olsaydı, muhtemelen diğer aciz insanların yaptığı gibi, soytarısına para atmaktan ve onu alkışlamaktan çekinmezdi. Boğuk çırpınmaların her biri, takdiri hak ediyordu. Işıklar açılmış, gösterinin en heyecanlı ve nefes kesen bölümüne gelinmişti.
Ağzından zar zor çıkardığı kelime kulaklarına ulaştı. "Sola", daha fazlasını söyleme şansını yakalayamıyordu. Gözleri, karanlık boşluğa doğru gidiyordu. Ağzından bir kez daha aynı kelimeyi çıkarmış, devamını getirememişti. Kendi gözlerini de kapıya doğru kaydırdı Ağın Efendisi, karanlıkta, ufak bir şeyin olduğunu hissediyordu. Gözüyle seçemiyor, kulağıyla duyamıyordu, beş duyu organıyla hissedemediği bir şey oradaydı, bir süre sonra ise kendisini sessizliğe ve yokluğa bırakmıştı. Thomar'ın sandığından çok daha büyük bir bela ile birlikte karşısına çıkacağını anlamak, zor değildi.
Ekerul için, ışıklar kapanmak üzereydi. Gösterisinin son kısmına gelmiş olmalıydı, zira en nefes kesen ve keyifli anlardan birini paylaşmaya başlamıştı. Gövdesi titremeye, boğazında kan baloncukları patlamaya başlamıştı. Ağın Efendisi'nin maskesinin ardında kalan gözleri açıldı, festivallerde en önemli kısımların son anlar olduğunu düşünürdü, soytarı her zaman vurucu hareketlerini finale saklardı. Ekerul da aynısını yapıyordu, gerçekten en vurucu kısmı sona saklamış ve ağzından "Sorak" olarak zorla çıkardığı kelimeyi vermişti. Gösteri bitmişti, soytarı son selamını vermiş, ışıkların kapanmasını sağlamıştı. Zarethul, parmağını tırnak yarasının içinden çıkarmıştı. Derin bir nefes aldıktan sonra, sağ elinin tersiyle okkalı bir tokadı patlatmıştı Ekerul'un bedenine. Üzerini kanla kirletmek gibi had aşıcı bir hareket yaptığı için yapmıştı bunu.
Thruum, kapıya bir süre bakarken, Ağın Efendisi olduğu yerde doğrulmuş ve aynı şekilde bakışlarını kapıya doğru çevirmişti. Bir yandan, üzerine gelen kan lekelerini elinin tersiyle silmeye çalışıyordu, ancak bunun anlamsız olacağının farkındaydı. Thruum'un korku dolu anlarını bir süre gözledikten sonra, İçlikâriler lafını geçirmesiyle birlikte zehrini hazırladığı masaya doğru ağır ağır adımlamaya başladı. Orada bulunan suyu ve peçeteyi alarak üzerini silmeyi planlıyordu. Sırtı, Thruum'a dönük olsa da kulakları ondaydı, eline aldığı su ve peçete ile kanı temizlemek için uğraşıyor, bir yandan da dikkatlice dinliyordu.
Sorgucusunun korkusunu anlayabiliyordu. Kendisi de bu durumdan hoşnut değildi, başını çok daha büyük bir belaya soktuğunun farkındaydı. Üstelik, onu bu belaya sürükleyen muhtemelen Thomar'dan başkası değildi. Thruum, bir süre durumun vehametiyle içten içe mücadele ettikten sonra, kendini toparlamayı başarmıştı. İçine düştükleri belirsizlik ve karanlığa ayak uydurur gibi, bir süre sessizliğini korudu Ağın Efendisi. Üzerindeki kanı silme işleri bittiğinde, arkasını döndü. Ellerini, belinin arkasında birleştirip Thruum'un yanına doğru yürüdü sakince. Adımları, bu odanın içinde yankı bile yaratmayacak kadar sessizdi. Yanına geldiği anda, gölgelerinin yan yana duruşunu izledi bir süre, sonrasında sakince söze girdi.
"Thomar. Muhtemelen bizi büyük bir belaya sürükleyecek. Bizim tahminimiz, dilini ısırmasına sebep olan şey, senin de hissettiğin şu karanlığın kendisi olmalı. Onu konuşturtmadı." Gözü tekrardan kapıya doğru kaydı. Birkaç saniyeliğine sessizliğini korudu. "Örgütü bu konuda hakkında bilgilendireceğiz. Thomar'ı alaşağı etmek için biraz daha beklememiz gerekebilir. Böylesine bilgisiz bir durumda, hiçbirinizi tehlikenin içine atmayız." Zarethul, her ne kadar acımasız ve duygusuz birisi olsa da, liderliğini üstlendiği kişileri ateşin içine atmayı istemezdi. Böylesine bilgisiz kaldığı bir durumda, harekete geçmeyi bile istemezdi. Acımasızlığını bir kenara bırakmış, sağ elini Thruum'un omzuna atmıştı. Dostluğun ne olduğunu bilmezdi, hiç tatmamıştı ve tatmayı istememişti. Ama liderliğin ne olduğunu bilirdi. Bazen, fiziksel temaslar yoluyla da duyguların aktarılabildiği, duygu aktarılmıyorsa bile kuvvetlendirilebildiğini biliyordu. Omzunu, hafifçe sıktı.
"Onlardan kork, ama kendini kaptırma. Gözünü dört aç, ama her anından şüphe duyma. Örgüt, bunun üstesinden gelecek, biliyoruz. Hepimiz karmaşık bir makinanın çarkıyız, bu çarklardan birisi olarak, tutukluk yapma. Sana güveniyoruz." Ses tonu, tehditkar değildi her zaman olduğunun aksine. Bu tarz durumlarda, daha soğuk, daha yumuşak konuşmayı da öğrenmişti Altın Nefes ailesinde aldığı eğitimlerden. Elini Thruum'un omzundan çekti, tekrardan belinde duran diğer elinin avcunun içine kenetledi. Adımları, aynı sessizlikte kapıya doğru gitti, kapının eşiğine geldiğinde durdu. Kafasını yana doğru çevirdi, aynı yumuşak tonda konuşmaya devam etti. "Bugün hanlara, tavernalara uğramanı istiyoruz. Sarhoş taklidi yapabilirsin, yöntemin sana kalmış. İçlikâriler hakkında söylentileri, fısıltıları, dedikoduları toparlamanı istiyoruz." Bir anda, kapının eşiğinden ileriye doğru attığı adımla birlikte, karanlığın içerisine kaybolmadan önce sesi sanki adım attığı o karanlığı yaratırcasına acımasız çıktı.
"Ben Saref'in yanına uğrayacağım. Merak etme, her parçayı birleştirip, oturtacağım, içini ferah tutmaya çalış."