[Faye Veyl] Karabasan

Post Reply
User avatar
Faye Veyl
Yankıların Şairi
Yankıların Şairi
Posts: 7
Joined: Tue Jul 22, 2025 1:07 am

[Faye Veyl] Karabasan

Post by Faye Veyl »

Çalkantılı denizde sallanarak ilerleyen yaşlı geminin güvertesinde, bacaklarını kendine çekmiş oturuyordu. Rüzgar ve su damlalarının dağıttığı saçlarını korumak için şalını başını da örtecek şekilde geniş bağlamıştı. Üşümemek için de sıkı sıkıya sarınmıştı is kokulu şalına. İki bacağının arasına aldığı lavtasının ucuna çenesini yaslamış, bacaklarının üzerinde tek eliyle sabit tutmaya çalıştığı defterine bir şeyler karalıyordu. Gemi biraz fazla sarsılacak olursa dikkati dağılıyordu bir an için, telaşla etrafına bakınıyor sonra yeniden defterine kaydırıyordu bakışlarını. Kelimelerini beğenmeyip üzerlerini çizip değiştiriyor, bazen yerlerini değiştiriyordu. Artık güvertede ayağa kalkıp arkasına bakacak olursa evim dediği o toprak parçasını göremeyeceği kadar uzaklaşmıştı. Kalbi her ne kadar yeni maceralar için pır pır ediyor olsa da evinin hasretiyle de yanıp tutuşuyordu. Gece uyku girmeyen gözü bu hasretle bir melodi tutturmuştu ve şimdi onun sözlerini arıyordu kalbinde. Hem hasretini, hem heyecanını, hem meydan okuyan kararlı duruşunu aktarabilecek o güzel kelimeleri nasıl seçebilirdi? Nasıl bir araya getirip bir ağıt yakabilirdi?

Bir yarım saat geçti. Dalgalar biraz durulmaya başlamıştı. Şiirine son bir kez şöyle bir göz gezdirdi. Deniz ve yosun kokulu nemli havayı ciğerlerine çekti. Pekala, deneyebilirdi. Dengesini korumaya çalışarak defterini cebine yerleştirdi dikkatlice. Canı kadar çok sevdiği lavtasını kollarının arasına aldı. Zihnindeki melodiyi tutturmak için doğru tonu ayarlamaya çalıştı ilk başta birkaç tıngırtıyla. Bulduğuna karar verdikten sonra bacaklarını bağdaş haline getirerek lavtayı kucağına yerleştirdi. Kendinden emin bir basışla parmakları lavta üzerinde kaymaya başladı. Onlarla birlikte de ağzından hem acıklı hem de dirayetini simgeleyen ağıt dökülmeye başladı.



Ağıtını okumayı bitirdiğinde arkasına yaslanıp lavtasını kucağına alarak sarıldı. Memnun kalmıştı aslında ancak bu memnuniyeti yaşıyor olduğu duyguların sesine yansımasından mıydı yoksa sözleri gerçekten dokunaklı yazabildiği için miydi emin olamamıştı. Belki ilerleyen günlerde tekrar okur ve tekrar gözden geçirirdi. Ağıtına şimdilik "Karabasan" ismini vermeye karar verdi. Bir süre sonra ayağa kalkarak güvertenin öbür ucunda yavaş yavaş yaklaşmakta oldukları kara parçasını seyre daldı. İlk defa evinden bu kadar uzağa yolculuk ediyor olmasının getirdiği tatlı telaş ve gerginlik bir aradaydı ruhunda. Şalını başından sıyırarak omuzlarının üzerine sardı daha şık görünecek şekilde. Nemden kabarmış dalgalı saçlarını da eliyle tarayarak düzeltmeye çalıştı. Çok yakın bir zamanda gemi karaya yanaşacaktı ve Faye kendisini resmen Girdapkent topraklarında bulacaktı. Ne ile karşılaşacağından çok emin değildi. Defterindeki notları son bir kez daha kontrol etti. Sır Limanı'na uğramış tüccarlardan işitmişti sanat akademisinin varlığını. Söylediği şarkıları duydukları zaman Faye'in akademide ders alacak olsa ne kadar başarılı olacaklarını konuşuyorlardı kendi aralarında. Faye sanat akademisi denen bir yapıyı ilk kez o zaman duymuştu. Tanrıkıran ile birlikte yok olduğunu ve muhtemelen bir harabe ile karşılaşacağını bilse dahi gidip bulmak istiyordu bu akademinin kalıntılarını. Kendisi gibi sanat aşıklarının bir araya geldiği bir mekanda nefes almak bile ona bir ilham kaynağı olabilirdi. Elbette Girdapkent'i de keşfetmek istiyordu. Buralarda hala eski sanatçılardan bazıları veya onların yakınları hayatta olabilirdi. Faye fark etmişti ki yazmaya devam edebilmek için pek çok çeşitli duyguları tecrübe etmeliydi. Savaşa girmeliydi ki şarkı yazabilsindi. Ölümsüzleştirebilsin, ölümsüzleşebilsindi.

Faye soğuktan akan burnunu içine çekti seslice. Gemiden kurtulmak için sabırsızlanıyordu. Denizlerde yol almak pek de ona göre değildi. Bu haşin su araçlarının zarif veya romantik bir yönünü görmeye çalışmak, kırk yaşlarının üzerindeki birisinin iğne deliğine iplik geçirmeye çalışmasını izlemek gibiydi. Denizcilerin kendi aralarında bazı efsaneleri marş haline getirerek çaldıklarını ve eğlendiklerini görmüştü. Onların kalbine de bu kuvvet veriyor olsa gerekti. Rüzgardan savrulan saçlarını kontrol altında tutmaya çalışarak üzerindeki eşyalarını kontrol etti ve her şeyini yanına aldığından iyice emin oldu. Zaten çok da bir eşyası yoktu. Kısa bir süre sonra daha önce hiç ayak basmadığı bu diyarlara bir kuş gibi konacak olmanın heyecanı kalp atışlarını düzensizleştiriyordu.
Image
User avatar
GM-Velatria
Gamemaster
Gamemaster
Posts: 59
Joined: Sun Jul 20, 2025 11:18 am

Re: [Faye Veyl] Karabasan

Post by GM-Velatria »

Parmakların lavta üzerinde hünerlerini sergilerken herkesi kendine hayran bırakan o sesin sisli denizin ortasında yankılanıyor. Seni konuk etmeyi kabul eden ticari geminin mürettebatı o saniyelerde zaten bir şey yapmıyorlardı. Biri korkuluklara dayanmış alkolünü yudumluyor. Biri zaten pis olan kovadaki suyla yerleri paspaslıyor. Biri halatların gergilerini kontrol ediyor, sadece vakit geçirmek adına. En uçta bir başkası dua ediyor. Diğerlerinin ona bazen korku, bazen acıma, bazen nefret ifadesiyle baktığını farkedebiliyorsun. Kulakların iyi duyuyor. Birinin "Korkak" dediğini dahi duyabiliyorsun. Geminin iç işlerine karışmak haddine değil. Sözlerine, notalarına sarılıyorsun.

"Bir kadeh aldım
Senden gecelerden kalma
Terkedip gitsem de seni
Aklım hâlâ sende
Unuttum sanma
Ne olur
Sevgin hâlâ bende
"

Müziğin herkesin üzerindeki ölü toprağı kaldırıyor birkaç saniyeliğine, sonra yeni bir toprak atıyor. Geminin ufak kamarasından kaptanın çıktığını görüyorsun. Elinde bir pipo. Korkuluklara yanaşıyor o da. Hüzünlü bakışlarıyla denizdeki sisi yarıp geçiyor. Bir şey görmek istiyor. Birini görmek istiyor. Göremeyeceğini de biliyor. İki eli korkuluklara dayanıyor, hüzünle denizi izliyor.

Şarkının bitişi ölü toprağını kaldırmıyor kimsenin üzerinden. Sen burnunu çekene dek herkes hipnoz olmuş gibi uzaklara bakıyor. Burnunu çekiyorsun, kaptan dikleşiyor. O da burnunu çekiyor. Neyse der gibi kafasını sallayıp geri çekiliyor kamarasına.

Birkaç dakika sonra mürettebat hareketleniyor. Dua eden yerinden kalkıyor zevkle, halatlar tekrar kontrol ediliyor, yelkenler çekiliyor. Bir kent bekliyorsun aslında ulaştığın karada, hayalkırıklığına uğruyorsun. 4-5 iskele, her iskelenin ardında üç katlı ahşap bir bina. Hepsi bakımsızlıktan dökülüyor. Tek dikkat çeken şey hepsinin içinden normal bir gaz lambasının çıkarabileceğinden çok daha gür bir ışığın geliyor olması. En sağdaki iskelenin biraz ilerisinde asılı devasa bir şey görüyorsun. Bir balina. Büyükçe kütüklere geçirilmiş, altında ise onlarca varil. Gemi iskeleye yanaşırken omzunun dibinden biri konuşuyor. "Derinlik balinaları". diyor. Kafanı çevirdiğinde bunun az önce dua eden adam olduğunu görebiliyorsun. "Isınmak, aydınlanmak için yakıt. Girdapkent için para. Bazıları için büyülü bir kaynak." Gülümsüyor. Çürükten simsiyah dişlerini görebiliyorsun. Kötü bir niyet algılamıyorsun ondan. "Tamanthar'ın köpeklerine denk gelmediğimiz için şanslıyız." diyor ve ayrılıyor yanından. Tamanthar. Denizlere korku salan, denizlerin üzerinde yüzen bir kentin adını duymuştun. Bir efsane. Herkes efsane uydurur, çok azı gerçektir.

Geminin iskeleye yanaşmasıyla birlikte kaptan da çıkıyor kamarasından. Eliyle seni geminin dışına buyur ediyor. Gemiden iskeleye uzanan bir tahta parçasının üzerinden geçmene yardım ediyor. "Pek umduğun gibi bir yer değil biliyorum." diyor sakince. O anda leş bir koku ulaşıyor burnuna esen rüzgarla. Balinanın asılı olduğu yerden üzerine hücum ediyor. Bayat bir balık kokusu takip ediyor. "Girdapkent ölümden sislerin içinde gizlenerek korunur. Bilinen pek az limanından birindeyiz. Birkaç saat at ile ilerlemen gerekir." diye ekliyor. Ardından sert bir ıslık çalıyor. Yolculukta paspas yapanın iskelenin sonundaki binaya koştuğunu görüyorsun. "Rakkas atınızı hazır edecek hanımım. Bizden bu kadar." Sisten dolayı yolculuğun ne kadar sürdüğünü, saatin kaç olduğunu bilmiyorsun. Tahminince gece 2-3 gibi olmalı. Kaptan önünde son derece itaatkar bir şekilde duruyor, bir ihtiyacın varsa bunu söylemeni bekler gibi.
User avatar
Faye Veyl
Yankıların Şairi
Yankıların Şairi
Posts: 7
Joined: Tue Jul 22, 2025 1:07 am

Re: [Faye Veyl] Karabasan

Post by Faye Veyl »

Kaptanın burnunu çekme sesiyle irkildi. Ne zaman güverteye, onların yanına çıktığını fark etmemişti bile. Güvertede bir hareketlenme olmuştu. İskeleye yanaşıyor olmanın heyecanı ile geminin burnuna doğru koşturdu. Soğuktan akmaya devam eden burnunu tekrar içine çekti. Yanaştıkları kara parçası, onun beklediği görkemli ve kudretli Girdapkent imajından oldukça uzak, yıkık dökük bir iskeleydi. Harabe olduğu bile söylenebilirdi. Birkaç iskele ve ahşapları kurtlar tarafından yenmiş bina dışında görmeye değer hiçbir şey yoktu. Tek ilgi çekici olan şey binaların içerisinden gelen parlak ışık demetleriydi. Faye'in alışık olduğu loş gaz lambası aydınlatmalarının çok daha üstünde bir aydınlık saçıyorlardı etrafa. Başını sağa çevirdiğinde devasa bir balina cesedi ile göz göze geldi. Varillerin üstünde kütüklere geçirilmişti. Omzunun dibinde birisinin bunun derinlik balinası olduğunu söylemesi ile irkilerek sesin geldiği yöne döndü. Adamın siması ona tanıdık geldi. Geminin en uç kısmında uzun uzun dualar edenin ta kendisiydi. Neredeyse gemiye bindi bineli dua etmişti. Ne için kime bu kadar yakardığını merak etmişti Faye.

Adam derinlik balinalarının ısınmak ve aydınlatma amacıyla kullanılan bir gelir kaynağı olduğunu açıklamıştı sade bir şekilde. Gülümsediği anda adeta bir mezarlığa dönmüş ağzının içi ortaya çıkmıştı. Faye midesinin bulandığını bakışlarıyla çaktırmamaya çalışarak kibarca geri gülümsedi. Ağzının içi ölmüş olsa da ve muhtemelen kapalı bir alanda onu nefesiyle yok etme potansiyeli olsa da adam temiz niyetli birisine benziyordu. Tamanthar'ın köpeklerine denk gelmedikleri için şanslı olduklarını söylemişti. Sonra da çekip gitmişti usul usul. Demek gemi yolculuğu boyunca yalvara yakara dua etmesinin sebebi buydu. Tamanthar. Bu ismi daha önce Sır Limanı'nda konaklayan tüccarlardan ve gemicilerden duymuştu. Herkes ayrı bir efsane anlatıyordu yüzen kent Tamanthar hakkında ancak hepsinin tek bir ortak noktası vardı ki birer kabustan fırlamış gibiydiler. İsimlerini zikretmek bile korkudan titremesine sebep oluyordu denizlerde uzun süre kalmak zorunda olan bazılarının. Faye özellikle bu konu ile ilgilenme fırsatı bulamamış olsa da efsaneleri severdi. Gerçek ya da sahte olması önemli değildi. Önemli olan ortaya çıkardığı duygulardı. Bu sebeple korku ve dehşet duygularına sarılarak Tamanthar efsanesi hakkında bir şiir yazmak istemişti. Başlayıp yarım bıraktığı dizelerinin bir kısmı defterinde duruyordu.

"Batan gemilerin ruhları
Kuşanmış karanlık pelerinlerini
Denizlerin lanetli korsanları
Tamanthar
Gördüğünüzde yolunuzu çevirin
Çünkü onların canı cehenneme"


Bu şiiri henüz cilalayıp aklayıp paklayamamıştı o sebeple boynu bükük ve yarım olarak defterinin bir köşesinde duruyordu. Elbet bu efsanenin üzerine eğildiği gün de gelecekti. İlham gelmesini bekliyordu yalnızca. Gemi gümbürtüyle iskeleye yanaştığında dengesini korumak için korkuluklara tutundu. Kaptan kamaradan çıkmış, onu kara parçasına adım atmaya davet etmişti. Faye onun centilmence yardımına icabet ederek bir tahta parçasının üzerinden Gölgeburç topraklarına resmen adım attı. Pek umduğu gibi bir yer olmadığını söylemişti kaptan ancak bu oldukça hafif bir tabir kalırdı Faye'in yaşadığı hayal kırıklığını ifade etmeye. Berbat bir kokunun burnuna çarpması ile öğürme refleksini zorlukla bastırabilirdi. Balinanın olduğu bölgeden ölüm gibi bir koku yayılıyordu tüm limana. Faye şalını tutarak burnuna maske gibi kapatma ihtiyacı hissetti. İğrenmekten gözleri hafifçe sulanmıştı. Kaptan açıklamasına devam ediyordu bu esnada. Girdapkent'in sislerde gizlendiğini, şehre ulaşmak için birkaç saat at ile ilerlemesi gerektiğini belirtmişti. Binalarda yankılanan gür bir ıslık çalmıştı sonra da. Gemiye paspas atan adamın bir binaya doğru koşturduğunu fark etti. Kaptan yeniden kendisine dönerek Rakkas'ın ona at hazırlayacağını söylemişti. Bir diyeceği varsa söylemesini istiyor gibiydi. "Teşekkürler Kaptan, her şey için minnettarım." dedi cılız bir ses tonuyla burnundan nefes almamaya özen göstererek. Saat gecenin bir yarısı olmalıydı. Bu leş kokulu limanda daha fazla kalmak istemediği için aç ve yorgun olsa da yola devam edip bir an evvel kente varmak istiyordu. En geç sabaha karşı kente varabilirse yatıp uyuyabileceği ve sıcak yemek yiyebileceği bir yerler bulabilirdi belki. Sabırsızlıkla Rakkas'ın ona getireceği atı beklemeye başladı.
Image
User avatar
GM-Velatria
Gamemaster
Gamemaster
Posts: 59
Joined: Sun Jul 20, 2025 11:18 am

Re: [Faye Veyl] Karabasan

Post by GM-Velatria »

Rakkas hızlı adımlarla binaya gidiyor, aynı hızlı adımlarla bir atı çekeleyerek yanına getiriyor. Buradan bir an önce ayrılmak ister gibi bir havası var. Ata binmene yardımcı oluyor, sen kurulurken atın başını okşayarak sakinleştiriyor biraz. "İyi yolculuklar." diyor kaptan. "Taş yoldan ayrılmayın. Sıkıntı olmayacaktır." diye ekliyor. Güven vermiyor söyledikleri ama zihninin bir köşesine not ediyorsun ve görüşünü engelleyen sisin içine dalıp gidiyorsun.

Atın toynakları, ıslak taş zeminde boğuk sesler çıkararak yankılanıyor. Sis, neredeyse canlıymış gibi boğazına doluyor; içini yakıcı bir tuz ve balık kokusu kaplıyor. Bazen deniz yosunu, bazen çürümüş yağ karışıyor bu kokuya. Rüzgâr yön değiştirince, burnuna yanık balina yağına benzeyen ağır bir koku çarpıyor. Hayvan huzursuz. Kulaklarını geriye dikiyor, burun deliklerinden buğulu bir soluk çıkıyor. Her adımda nalları kayganlaşmış taşlarda sürtünüyor, gerilimi dizginlerinden hissedebiliyorsun. Sis, gözlerinin önünde perde gibi dalgalanıyor; kimi zaman yol tamamen kayboluyor, kimi zaman sis aralanıp gölgeli kayalıkları gösteriyor. Yol yalnız. Ne kuş ötüşü ne de insan sesi. Yalnızca atın yavaş yavaş hızını kaybeden adımları ve senin düzensiz nefeslerin.

Saatler sonra bir anlığına, sisin içinden sanki ince ışık kıvılcımları beliriyor. Önce bir yanılgı sanıyorsun ama adım attıkça bu ışıkların sabit noktalarda olduğunu fark ediyorsun. Nihayet sis dağılmaya başladığında, loş ışıltılar ardı ardına yanıyor ve gözlerinin önünde bir siluet yükseliyor.

Girdapkent.

Image

Kent, gelişmiş bir şehir olmaktan çok, çürük tahtaların üzerine kurulmuş bir labirente benziyor. Çevresi, toprağa çakılmış devasa ahşap kazıklardan örülmüş bir sur ile çevrili. Surun önünde, sisin içinde neredeyse görünmez halde duran ağır kapılar var. Kapının dibinde üç-beş nöbetçi, yağ lambalarının altında uyukluyor. Birinin elinden şarap tulumu kaymış, diğeri başını kollarının arasına gömmüş, üçüncüsü sendeleyerek doğrulmaya çalışıyor.

Sen yaklaşınca nöbetçilerden biri sendeleyerek doğruluyor. Elindeki paslı mızrağı yere dayıyor, başını kaldırdığında yağ lambasının titrek ışığı yüzüne vuruyor. Gözlerinin altı mosmor, dudak kenarlarında kurumuş çizgiler, bakışları bulanık ama tekinsiz. Seni süzerken bir anlığına ürperiyorsun. Ağır ağır mırıldanıyor. “Hanımım…” Sonra başını yana eğip seni yukarıdan aşağıya süzüyor, sesi biraz alayla karışıyor. “Yanlış yerde olabilir misiniz?” Sözcükler sisin arasından, sanki boğazına yapışmış paslı bir çan sesi gibi çıkıyor. Arkadaki diğer nöbetçilerden ikisi, onun bu çıkışına kısık bir kahkaha ile karşılık veriyor, ama gözlerini senden ayırmadan. Kapı önünde bir sessizlik çöküyor; tek duyduğun, lambanın çıtırtısıyla karışan denizin hırıltılı dalgaları. Adamların bakışları fazlasıyla rahatsız edici. Vücudunun her bir parçasını ince ince süzüyor hepsi.
User avatar
Faye Veyl
Yankıların Şairi
Yankıların Şairi
Posts: 7
Joined: Tue Jul 22, 2025 1:07 am

Re: [Faye Veyl] Karabasan

Post by Faye Veyl »

Rakkas kısa süre içerisinde girdiği binadan yanında bir at ile birlikte çıkmıştı. Faye'in ata binmesine yardımcı olurken atı da sevecenlikle okşamıştı. Etraftaki çürük balina kokusuna o da katlanamıyor olsa gerekti ki hareketlerinde bir telaş ve acelecilik vardı. Kaptan iyi yolculuklar dilemişti ona son bir kez. Taş yoldan ayrılmaması konusunda onu tembih etmişti, sorun olmayacağını söylese de sesinde kalbine güven vermeyen bir tereddüt sezmişti. Başıyla son bir kez daha selam verdikten sonra atı hızla kalın sis tabakasının içine doğru sürdü.

Etrafta atın nalının taşa sürtmesinden doğan yankılı ses dışında hiçbir şey duyulmuyordu. Sis o kadar kalındı ki ilerisinde ne olduğunu görmek mümkün değildi. Asidik bir balık kokusu sisle birlikte ciğerlerine doluyordu. Bu koku resmen tüm kıyafetlerine ve saçlarına sinmişti. Üstünü başını yıkayabilene kadar kendisini kokladıkça bu anı hatırlayacak ve midesi kalkacaktı. Leş balık kokusu resmen yalnızca limana değil, tüm bölgeye dağılmıştı. Arada yosun ve yağ kokularına karışıyor ve iyice çekilmez bir hal alıyordu. At bile huzursuz olmuştu bu duruma. Kulaklarını geriye doğru yatırmasından onun da bu yanık balina kokusundan hazzetmediği görülüyordu. Faye atın daha da huzursuzlanıp başka yola sapmasından korkmuştu. Uzanıp yelesini okşadı hafifçe ve onu sakinleştirecek ufak bir ninni fısıldadı boğucu sisin içerisine.

"Dörtnala gidersin uçsuz bozkırda
Rüzgar yoldaşın yıldızlar avuçta
Korkma güzel at sakin ol biraz
Bu yol senin yolun zaman durmaz"


Kendi sesi ve atın nal sesleri dışında hiçbir canlılık belirtisi duyamamak içini biraz huzursuz etmişti. Bir kuş veya böcek sesi bile yoktu. Sis yer yer hafiflediğinde bazı kayalıkları seçebiliyordu karanlıkta ancak sis hemen yeniden koyulaşıyordu. Bu şekilde ne kadar yol gittiğine emin değildi. Sahnesi de aldığı kokular da değişmemiş, güzelleşmemişti. Muhtemelen saatler sonra ilk kez farklı bir manzara gördüğünü sandığında bir serap olmadığından emin olmak için gözlerini ovuşturması gerekti. Küçük, minicik bir ışıktı gördüğü. Bir yaşam belirtisiydi. İlerledikçe ışıklar kaybolmamıştı ya da dağılmamıştı. Sabit bir şekilde duruyorlardı. Varmak istediği noktaya yaklaşmış olmanın heyecanıyla ağzı kulaklarına vararak atını daha da hızlandırdı.

Sisin dağıldığı noktada gözlerinin önünde netleşen manzara bir kentten başkası değildi. Burası olmalıydı, Girdapkent. Buraya "kent" demek biraz abartı bir isim olmuştu. Zira kentten çok korkunç bir labirenti andırıyordu ona. Tahtadan devasa bir sur ile kapalı olduğu için içeriyi net bir şekilde göremiyordu. Devasa tahta surun devasa iki tahta kapısı da vardı. Önünde de birkaç nöbetçi yaktıkları yağ lambalarının altında kestiriyorlardı. Bu gece pek ziyaretçileri olmamış olsa gerekti. Faye usul usul yaklaştı yanlarına doğru atını yavaşlatarak. Onu fark ettikleri anda nöbetçilerden en uyanık olanı doğrularak mızrağını yere çarpmıştı. Nöbetçinin mosmor olmuş göz altındaki halkalardan uykusuzluk ve yorgunluk akıyordu. Ancak buna rağmen bakışlarının altında pis bir şeyler hissetmişti. İstemsizce ürperdi.

Başını yana eğip bir daha süzmüştü baştan aşağıya onu. Faye atının üzerinde olduğuna şükretti. Nöbetçi adam hafif alaycı bir tonda yanlış yerde olup olmadığını sorgulamıştı. Arkadaki nöbetçiler de komik bir durum varmış gibi kıkır kıkır gülüşmüşlerdi. Faye'in kaşları çatıldı. Derin bir nefes alarak kendini toparlamaya ve sakinleştirmeye çalıştı hemen. Kabalık etmek yersiz olurdu. Belli ki bu beyefendiler bütün gece nöbet tutmaktan yorgun düşmüşlerdi. Adamlar bir saniye olsun gözlerini ayırmadan Faye'i inceliyorlardı. Nöbetçi olmanın getirdiği yükümlülükten miydi yoksa akıllarından başka bir şey mi geçiyordu tanrılar bilirdi artık. Faye boğazını temizledi hafifçe. Sonra da oldukça mesafeli ve ölçülü bir tonda söze girdi rahatsız olmuşluğunu belli etmemeye çalışarak. "İyi geceler dilerim beyefendiler. Yanlış yerde olduğumu sanmıyorum. Girdapkent, değil mi? İsmim Faye. Faye Veyl. Şair ve ozanım. Girdapkent'e araştırma yapmak amacıyla Sır Limanı'ndan gelmiş bulunmaktayım. İzin verirseniz kente girmek ve kalacak bir yer bakmak istiyorum." Yüzüne ölçülü bir tebessüm de yerleştirdi. Ne davetkar, ne düşmanca, yeterince mesafeli.
Image
Post Reply