Çalkantılı denizde sallanarak ilerleyen yaşlı geminin güvertesinde, bacaklarını kendine çekmiş oturuyordu. Rüzgar ve su damlalarının dağıttığı saçlarını korumak için şalını başını da örtecek şekilde geniş bağlamıştı. Üşümemek için de sıkı sıkıya sarınmıştı is kokulu şalına. İki bacağının arasına aldığı lavtasının ucuna çenesini yaslamış, bacaklarının üzerinde tek eliyle sabit tutmaya çalıştığı defterine bir şeyler karalıyordu. Gemi biraz fazla sarsılacak olursa dikkati dağılıyordu bir an için, telaşla etrafına bakınıyor sonra yeniden defterine kaydırıyordu bakışlarını. Kelimelerini beğenmeyip üzerlerini çizip değiştiriyor, bazen yerlerini değiştiriyordu. Artık güvertede ayağa kalkıp arkasına bakacak olursa evim dediği o toprak parçasını göremeyeceği kadar uzaklaşmıştı. Kalbi her ne kadar yeni maceralar için pır pır ediyor olsa da evinin hasretiyle de yanıp tutuşuyordu. Gece uyku girmeyen gözü bu hasretle bir melodi tutturmuştu ve şimdi onun sözlerini arıyordu kalbinde. Hem hasretini, hem heyecanını, hem meydan okuyan kararlı duruşunu aktarabilecek o güzel kelimeleri nasıl seçebilirdi? Nasıl bir araya getirip bir ağıt yakabilirdi?
Bir yarım saat geçti. Dalgalar biraz durulmaya başlamıştı. Şiirine son bir kez şöyle bir göz gezdirdi. Deniz ve yosun kokulu nemli havayı ciğerlerine çekti. Pekala, deneyebilirdi. Dengesini korumaya çalışarak defterini cebine yerleştirdi dikkatlice. Canı kadar çok sevdiği lavtasını kollarının arasına aldı. Zihnindeki melodiyi tutturmak için doğru tonu ayarlamaya çalıştı ilk başta birkaç tıngırtıyla. Bulduğuna karar verdikten sonra bacaklarını bağdaş haline getirerek lavtayı kucağına yerleştirdi. Kendinden emin bir basışla parmakları lavta üzerinde kaymaya başladı. Onlarla birlikte de ağzından hem acıklı hem de dirayetini simgeleyen ağıt dökülmeye başladı.
Ağıtını okumayı bitirdiğinde arkasına yaslanıp lavtasını kucağına alarak sarıldı. Memnun kalmıştı aslında ancak bu memnuniyeti yaşıyor olduğu duyguların sesine yansımasından mıydı yoksa sözleri gerçekten dokunaklı yazabildiği için miydi emin olamamıştı. Belki ilerleyen günlerde tekrar okur ve tekrar gözden geçirirdi. Ağıtına şimdilik "Karabasan" ismini vermeye karar verdi. Bir süre sonra ayağa kalkarak güvertenin öbür ucunda yavaş yavaş yaklaşmakta oldukları kara parçasını seyre daldı. İlk defa evinden bu kadar uzağa yolculuk ediyor olmasının getirdiği tatlı telaş ve gerginlik bir aradaydı ruhunda. Şalını başından sıyırarak omuzlarının üzerine sardı daha şık görünecek şekilde. Nemden kabarmış dalgalı saçlarını da eliyle tarayarak düzeltmeye çalıştı. Çok yakın bir zamanda gemi karaya yanaşacaktı ve Faye kendisini resmen Girdapkent topraklarında bulacaktı. Ne ile karşılaşacağından çok emin değildi. Defterindeki notları son bir kez daha kontrol etti. Sır Limanı'na uğramış tüccarlardan işitmişti sanat akademisinin varlığını. Söylediği şarkıları duydukları zaman Faye'in akademide ders alacak olsa ne kadar başarılı olacaklarını konuşuyorlardı kendi aralarında. Faye sanat akademisi denen bir yapıyı ilk kez o zaman duymuştu. Tanrıkıran ile birlikte yok olduğunu ve muhtemelen bir harabe ile karşılaşacağını bilse dahi gidip bulmak istiyordu bu akademinin kalıntılarını. Kendisi gibi sanat aşıklarının bir araya geldiği bir mekanda nefes almak bile ona bir ilham kaynağı olabilirdi. Elbette Girdapkent'i de keşfetmek istiyordu. Buralarda hala eski sanatçılardan bazıları veya onların yakınları hayatta olabilirdi. Faye fark etmişti ki yazmaya devam edebilmek için pek çok çeşitli duyguları tecrübe etmeliydi. Savaşa girmeliydi ki şarkı yazabilsindi. Ölümsüzleştirebilsin, ölümsüzleşebilsindi.
Faye soğuktan akan burnunu içine çekti seslice. Gemiden kurtulmak için sabırsızlanıyordu. Denizlerde yol almak pek de ona göre değildi. Bu haşin su araçlarının zarif veya romantik bir yönünü görmeye çalışmak, kırk yaşlarının üzerindeki birisinin iğne deliğine iplik geçirmeye çalışmasını izlemek gibiydi. Denizcilerin kendi aralarında bazı efsaneleri marş haline getirerek çaldıklarını ve eğlendiklerini görmüştü. Onların kalbine de bu kuvvet veriyor olsa gerekti. Rüzgardan savrulan saçlarını kontrol altında tutmaya çalışarak üzerindeki eşyalarını kontrol etti ve her şeyini yanına aldığından iyice emin oldu. Zaten çok da bir eşyası yoktu. Kısa bir süre sonra daha önce hiç ayak basmadığı bu diyarlara bir kuş gibi konacak olmanın heyecanı kalp atışlarını düzensizleştiriyordu.
Bir yarım saat geçti. Dalgalar biraz durulmaya başlamıştı. Şiirine son bir kez şöyle bir göz gezdirdi. Deniz ve yosun kokulu nemli havayı ciğerlerine çekti. Pekala, deneyebilirdi. Dengesini korumaya çalışarak defterini cebine yerleştirdi dikkatlice. Canı kadar çok sevdiği lavtasını kollarının arasına aldı. Zihnindeki melodiyi tutturmak için doğru tonu ayarlamaya çalıştı ilk başta birkaç tıngırtıyla. Bulduğuna karar verdikten sonra bacaklarını bağdaş haline getirerek lavtayı kucağına yerleştirdi. Kendinden emin bir basışla parmakları lavta üzerinde kaymaya başladı. Onlarla birlikte de ağzından hem acıklı hem de dirayetini simgeleyen ağıt dökülmeye başladı.
Ağıtını okumayı bitirdiğinde arkasına yaslanıp lavtasını kucağına alarak sarıldı. Memnun kalmıştı aslında ancak bu memnuniyeti yaşıyor olduğu duyguların sesine yansımasından mıydı yoksa sözleri gerçekten dokunaklı yazabildiği için miydi emin olamamıştı. Belki ilerleyen günlerde tekrar okur ve tekrar gözden geçirirdi. Ağıtına şimdilik "Karabasan" ismini vermeye karar verdi. Bir süre sonra ayağa kalkarak güvertenin öbür ucunda yavaş yavaş yaklaşmakta oldukları kara parçasını seyre daldı. İlk defa evinden bu kadar uzağa yolculuk ediyor olmasının getirdiği tatlı telaş ve gerginlik bir aradaydı ruhunda. Şalını başından sıyırarak omuzlarının üzerine sardı daha şık görünecek şekilde. Nemden kabarmış dalgalı saçlarını da eliyle tarayarak düzeltmeye çalıştı. Çok yakın bir zamanda gemi karaya yanaşacaktı ve Faye kendisini resmen Girdapkent topraklarında bulacaktı. Ne ile karşılaşacağından çok emin değildi. Defterindeki notları son bir kez daha kontrol etti. Sır Limanı'na uğramış tüccarlardan işitmişti sanat akademisinin varlığını. Söylediği şarkıları duydukları zaman Faye'in akademide ders alacak olsa ne kadar başarılı olacaklarını konuşuyorlardı kendi aralarında. Faye sanat akademisi denen bir yapıyı ilk kez o zaman duymuştu. Tanrıkıran ile birlikte yok olduğunu ve muhtemelen bir harabe ile karşılaşacağını bilse dahi gidip bulmak istiyordu bu akademinin kalıntılarını. Kendisi gibi sanat aşıklarının bir araya geldiği bir mekanda nefes almak bile ona bir ilham kaynağı olabilirdi. Elbette Girdapkent'i de keşfetmek istiyordu. Buralarda hala eski sanatçılardan bazıları veya onların yakınları hayatta olabilirdi. Faye fark etmişti ki yazmaya devam edebilmek için pek çok çeşitli duyguları tecrübe etmeliydi. Savaşa girmeliydi ki şarkı yazabilsindi. Ölümsüzleştirebilsin, ölümsüzleşebilsindi.
Faye soğuktan akan burnunu içine çekti seslice. Gemiden kurtulmak için sabırsızlanıyordu. Denizlerde yol almak pek de ona göre değildi. Bu haşin su araçlarının zarif veya romantik bir yönünü görmeye çalışmak, kırk yaşlarının üzerindeki birisinin iğne deliğine iplik geçirmeye çalışmasını izlemek gibiydi. Denizcilerin kendi aralarında bazı efsaneleri marş haline getirerek çaldıklarını ve eğlendiklerini görmüştü. Onların kalbine de bu kuvvet veriyor olsa gerekti. Rüzgardan savrulan saçlarını kontrol altında tutmaya çalışarak üzerindeki eşyalarını kontrol etti ve her şeyini yanına aldığından iyice emin oldu. Zaten çok da bir eşyası yoktu. Kısa bir süre sonra daha önce hiç ayak basmadığı bu diyarlara bir kuş gibi konacak olmanın heyecanı kalp atışlarını düzensizleştiriyordu.