Karakter Adı: Zarethul "Ağın Efendisi"
Demirkalb içerisindeki söylentilere göre, "Son Elçi" olarak tanınır.
Doğum Adı: Va'leen (Zarethul'un anılarından hatırladığı kadarıyla kendisinin doğum ismi olduğunu düşünüyor, ancak doğruluğu bilinmiyor.)
Karakter Geçmişi:
► Show Spoiler
Günümüzden yirmi altı yıl öncesi. Demirkalb'in uzaklarında yaşayan bir ailenin söylentisi bulunurdu. Tanrıkıran olayından sonra toparlanmış, geçmişi bilinmeyen, üyeleri bilinmeyen, sadece bir fısıltıdan ibaret olan "Altın Nefes" ailesi. Altın Nefes Ailesi, içinde bulunmayan insanlar için hep kulaktan dolma bilgiler ile yaşatılmış, doğruluğu kanıtlanmamış bir topluluktu. Her ağızdan bir bilgi çıkardı onlar hakkında. Şimdiye kadar, bazı aile üyeleri ele geçirilmiş olsa bile, hiçbiri konuşturulamamıştı. Kimi üyelerin ağzını bıçak açmazdı, kimi üyeler ise sorgulamada verilen anlık bir boşluk içerisinde kanlar içinde bulunurdu. Konuşmaya niyetli olsalar bile, buna izin verilmezdi. Zarethul, bu ailenin bir üyesi olmaya aday olarak seçilmiş, gerçek ailesinden koparılmış bir çocuktu. Hiçbir şeye anlam veremediği yaşlarda, çok daha büyük anlamların içerisine atılmış, bütün anlamını yitirmişti.
Sistematik bir ailenin içerisinde yıllarını geçiriyordu. Yaş fark etmeksizin, her bir aile üyesi sevgi veya ilgi ile büyümüyordu. Belirli kurallar öğretiliyor, dış dünya ile iletişimleri tamamen kesiliyordu. Kimi çocuklar, bu sistemin içerisinde sessizliğe gömülüyor, kimi çocuklar ise belki de yaşama içgüdüsü ile birlikte uyum sağlıyordu. Bu kadar belirsizliğin içerisinde, yaşları ilerledikçe fark edilen tek bir şey vardı, on iki yaşına gelen her bir çocuk onlu gruplar halinde götürülüyor, bu gruplardan sadece bir çocuk geri dönüyordu. Diğer dokuz çocuğun nereye gittiği, ne yaptığı hiçbir zaman bilinmiyordu ve tarihin tozlu raflarına, isimleri bile bilinmeden kapatılıyorlardı. Bazıları, bu gerçekliğin suratına çarpmaları ile birlikte zihnini kaybediyordu, zihnini erken yaşta kaybedenler ise, kendilerinden sorumlu olan "Kara Kişiler" tarafından yok ediliyordu.
Zarethul, yaşama içgüdüsüyle hareket etmeye başlamış çocuklardan bir tanesiydi. Zihni, kendisini korumaya çalıştıkça daha fazla deliliğe sürükleniyordu, ancak o yaşlarda bunun farkında değildi. Karanlık, hiç olmadığı kadar samimi geliyordu yaşı büyüdükçe. Aydınlığın ne olduğundan habersiz bir yaşam sürüyordu, görebildiği suratlar kendisiyle yaşıt veya birkaç yaş büyük, birkaç yaş küçük çocuklardı. Aralarında bir iletişim dönmezdi. Sessiz bir çocuktu, yemeğini yer, karanlığına çekilirdi. Korkuyu, her yaşında içerisinde yaşıyordu, ancak on iki yaşına yaklaşmaya başladığında daha fazla korku zihnini ele geçiriyordu. Onlu bir grup halinde bir yere gideceğini biliyordu, ancak ne olacağını bilmiyordu. Aklında iki düşünce vardı, ya yok olacaktı ya da bir şekilde aydınlığa kavuşacaktı. Aydınlığa kavuşsa bile, onu kabullenebilecek miydi, bilmiyordu.
Yaşı on ikiye bastıktan birkaç ay sonrasında, Kara Kişiler onu ve birlikte büyüdüğü dokuz kişiyi aldı. Kendilerine söylenen tek şey, sessiz bir şekilde Kara Kişiler'i takip etmeleri yönündeydi. Nereye gittiklerini, ne yapacaklarını bilmiyordu. Ayakları gitmek istemiyordu, ancak gitmek zorunda kaldığı için, korkuyla dolu çarpık bir zihinle birlikte ilerliyordu. Attığı her bir adımda kalbinin atışını hissediyordu, bu da beyninin daha da zonklamasına sebebiyet veriyordu. Kara Kişiler, uzun bir tünel yürüyüşünün ardından, zincirlerle kitlenmiş bir kapının kilidini açtılar. Herkese içeri girmesi emredildi. Her bir çocuk, bu emri sorgulamadan içeriye girdiler. İçerisi, bir mağaraya benziyordu, ancak tek çıkışı, girdikleri zincirli kapıydı. Kara Kişiler, her bir çocuğun girişinin ardından içeriye adım attılar. Üç kişi, yan yana sıralandılar. Çocuklar etrafa bakarken, sakince onları beklediler. Tüm ortamı keşfetmelerini bekliyor gibi duruyorlardı. İçeride, mağaranın az ilerisinde yuvarlak bir çıkıntıda duran birkaç ekmek vardı, on çocuğa yetmeyecek kadar azdı. Bir testi su konulmuştu, bunun haricinde etrafta irili ufaklı kaya parçaları haricinde hiçbir şey yoktu.
Kara Kişilerden ortada duranı, bir adım öne attığında adım sesi ortamda yankılandı. Tüm çocuklar, korku ve merak dolu gözlerle ona doğru döndüler. Kara Kişi, tok ve duygusuz bir sözle konuşmaya başladı. "Kırk gününüz var." Kara Kişinin solunda duran Kara Kişi söze girdi. "Yaşamak için." Bu sefer, sağdaki söze girdi. "Kırk günün sonunda, yaşayanlar ailenin bir parçası olur." En sonunda, ortadaki Kara Kişi söze girdi. "Kırk gün." Ardından, önce sağdaki ve en son ortadaki olmak üzere Kara Kişiler kapıdan çıktılar yavaşça. Kapı kapanmış, mağara tamamen karanlığa sürüklenmişti, zincirlenme sesleri duyulabiliyordu. Çocuklar, birkaç parça ekmek ve bir testi su ile kırk gün nasıl yaşayacaklarını düşünüyorlardı, Zarethul'un yaşama içgüdüsü ise bu noktada zihnini devralmıştı. Bu kadar yiyeceğin ve suyun kimseye yetmeyeceğini biliyordu. Hepsini kendine saklamak zorundaydı, kırk gün boyunca onlardan gerekirse bir parça yemeli, bir yudum su içmeliydi. Ancak yaşamalıydı. Yaşamak içinse...
Diğerlerini öldürmeliydi.
İlk günleri sakin geçmişti. İçlerinden birkaçı ekmek ve testiye dokunmak istese bile, dokunmaya çekinmişlerdi. Açlık, henüz tam olarak midelerini kazımıyor olmalıydı. Zarethul, sessizce bekledi. Başı ağrıyordu, böylesine genç bir yaşa rağmen kafasında dönüp duran öldürme fikri onun zihninde büyük bir karmaşa yaratıyordu. Kendini, mağaranın ücra bir noktasında, karanlığın içerisine çekmişti. Dizlerini göğsüne çekmiş, karanlığa teslim olmuş bir bekleyişin içerisindeydi. İkinci gün ise, belki de Zarethul'un aklından çıkmayan günlerin başlangıcı, aynı zamanda Zarethul'un doğumunu müjdeleyen bir gün olacaktı. Ne kadar saatin geçtiği bilinmeyen bir noktada, artık açlığa kendisini bırakan çocuklardan birkaçı ekmeğe doğru yönelmişlerdi. Aralarında yerinden kalkmayanlar vardı, korkuya tamamen teslim olmuş, artık benliğini kaybetmeye hazır olmuş olanlar vardı. Ayağa kalkan diğer üç kişi ise, yaşama içgüdüsüyle hareket ediyorlardı. Yemeleri gerekiyordu, kırk gün boyunca burada duracaklarsa, ekmek yemelilerdi. Zarethul, bunların farkında değildi, kendini karanlığa o kadar teslim etmişti ki, zaman akmıyordu, gerçeklik gözlerinin önüne gelmiyordu. Dizine gelen ufak bir darbe ile gerçeğe yönelmişti. Gözlerini ağır ağır kaldırdığında, kendisine uzanmış bir ekmek parçasını gördü. Çocuklardan bir tanesi, kendisine aldığı ekmeğin yarısını Zarethul'a vermişti. Zarethul, uzun bir süre ekmeğe baktı, belki birkaç dakika bakıştıktan sonra elinden aldı ve ağzına götürdü. Ancak zihni bu lokmayı yutmasını emrederken, midesi reddediyordu. Belki birkaç dakika, belki birkaç saat, küçük bir lokmayı yutmaya uğraşmıştı. Gözleri, yuvarlakta bulunan ekmeğe doğru çekildi. Ekmeklerden bir tanesi bitmişti, diğerleri de parçalamış ve paylaştırmış olmalıydı. Kalan ekmekler, paylaşmayla bile yetmeyecek kadar azdı. O an, zihnine tekrardan karanlık bir bıçak saplandı.
Hepsini öldürmesi gerekiyordu.
Saatler geçtikçe, karnının gurultusu acı bir çığlık gibi geliyordu kulağına. Zihninin bir yanı, hayatta kalmak için öldürmek fikrini kabullenmekte zorlanıyordu. Ancak aklı, yavaş yavaş azalmaya başlayan ekmek parçalarını gördükçe kendini kaybedecek noktaya doğru ilerliyordu. Yanında duran taş parçası, gözüne hem bir silah gibi gözüküyor, hem de en uzak durması gereken materyal gibi. Birkaç saatin daha geçmesinin ardından, gözleri yine azalmaya başlayan ekmek parçalarına doğru gitti. O an içerisinde, gözlerini tüm gerçekliğe kapatmak istercesine kapattı dizlerine yüzünü dayayarak. Ancak dizine gelen aynı darbe ve gözünün önünde beliren ekmek parçası, yeni bir karanlığın keşfine sebebiyet verdi. Hiçbir anını hatırlamadığı, zifiri karanlık zihnine işlemişti. Gözlerini tekrardan kırptığında, gerçeklik kanla boyanmıştı. Nefessiz bir beden yerde yatıyor, kuduz bir köpek gibi nefes alıyordu. Avcunda sıkıca tuttuğu taş elinin içerisinde yara oluşturmuş ve kanların damlamasına sebebiyet vermişti. Görme duyusunun ardından, işitme duyusu devreye girmiş, çığlıklar kulağına dolmaya başlamıştı. Nefessiz bedenin elinde yarıya bölünmüş bir ekmek duruyordu, kafasının üzerinden kanlar akıyordu. Anlamsızlığın içerisinde kaybolmaya başlarken, pişman olmadığını hissetti. Yaşıyordu.
Zihni, kendisini yaşatabilmek için yeni birini doğurmuştu.
Kara Kişiler, kırk günün ardından kapıyı açtığında, içeride belki de hiç şaşırmadıkları, belki de çok şaşırdıkları bir manzara ile karşılaştılar. Dokuz cansız beden ve ortada kanlar içerisinde, elindeki taşa sıkı sıkıca kavranmış, açlığın ve deliliğin kıyısında bekleyen bir çocuk duruyordu. Zarethul, başını güçlükle, sanki son anlarında son gücünü harcıyormuş gibi kaldırdı. Yüzlerini hiç görmediği o Kara Kişiler'e baktı. Gözlerinde soğukluk vardı, sanki normal olanı yansıtıyordu. Zihninde, kendisine fısıldandığını duyuyordu. "Va'leen" ismi, sanki başka bir gerçekliği yansıtmak istercesine zihninde dönüp dolaşırken, hiç var olmamış görüntüler de gözlerinin önüne geliyordu. Sıcak bir aile, ona sarılan bir kadın, seslenen bir adam. Ona, Va'leen diye sesleniyorlardı, ancak ne anlama geldiğini anlamıyordu. Birkaç saniye, belki birkaç dakika, belki birkaç saat, zamanın anlamını yitirdiği bir vakit diliminde, bu anıların hepsi basit birer rüya gibi geçti gitti karanlık zihninden. Geriye ait olduğu karanlık ve iki cümle kaldı...
"Biz, yaşadık...
Ama Ben, öldürdüm."
Ağzından çıkan bu iki cümlenin ardından, olduğu yerde bayılmıştı. Gözlerini tekrardan açtığında, belki de ilk kez aydınlık bir yere açıyordu gözlerini. Yumuşak bir yatağın üstündeydi. Ufak bir revire benziyordu tekrardan uyandığı yer. Bedeni hiç olmadığı kadar acı veriyordu kendisine. Vücudunun çoğu yeri bandajlarla sarılmıştı, özellikle de taşı tuttuğu sağ eli, parmaklarına kadar bandajlarla sarılmıştı. Gözlerini sağa doğru çevirdiğinde, o taşı gördü. Taş, sanki hatırlanması gereken ve kaçılmaması gereken bir hatıra gibi duruyordu yanı başında. Gözlerini sakince ondan çekti, artık zihninde bir oynama bile yaratmıyordu bu durum. Kabullenilmiş bir gerçeklikten ziyade, teslim olunmuş bir karanlıktı. Bu karanlığın içerisinde, gerçekten doğduğunu hissediyordu. Zihni, her şeyden arınmıştı, tam da Kara Kişilerin istediği gibi. Eğitilmeye açık, karanlığın içerisinde yaşayan bir zihin. Boş gözlerle bir süre etrafına bakmaya devam etti. Önünde duran beyaz kapıdan içeriye giren Kara Kişiler, artık onu korkutmuyordu. Bu duygular onun için yabancı değil, artık bilinmedik bir durumdan ibaretti. Boş gözlerle baktığı Kara Kişiler, ilk defa yüzlerini tamamen kapatan kapüşonlarını geriye atmışlardı. O an, gerçekten şaşırdı, belki de gerçek bir yüz görmeyi bekliyordu ancak karşılaştığı manzara, birbirinden farklı maskelerdi. Bir maske gülümsüyor, bir maske ise suratsızdı, diğeri ise somurtuyordu. Kara Kişilerden ortada olan, tok bir sesle söze girdi.
"Hoş geldin."
Ardından soldaki söze girdi.
"Altın Nefes Ailesine, hoş geldin."
En son sağdaki söze girdi.
"Bunu hakkınla kazandın."
Ve tekrardan, ortadaki söze girdi.
"Artık onurlu bir aile üyesisin."
Kısa bir esin ardından, üçü birden söze girdiler.
"Artık ismin, Zarethul."
Zarethul, bu anlamsız gösterinin ardından kafasını rahat yastığına tekrardan yaslamış ve gözünü kapatmıştı. Yılları, büyük eğitimlerle geçti. Altın Nefes Ailesinin suikast ailesi olduğunu öğrenmesiyle birlikte, hiç durmayan ve uzun süren bir eğitim sürecine başlamıştı. El çabukluğu, hırsızlık, kilit açabilme gibi basit eğitimlerle başlamıştı. Bunun haricinde minik bir hançerle saldırı eğitimi de alıyordu. Bu saldırılar ilk başlarda sürekli savaşa yönelik olsa da, sonrasında hızlı iş bitirme üzerine de eğitim alıyordu. Ancak, bir suikastçinin her silahı kullanabilmesi ve her durumdan sağ çıkabilmesi adına, uzun süreli savaşlar için de eğitiliyordu. Karanlığa teslim olmuş zihni, satranç, kart oyunları, belli başlı kitaplar okutularak eğitime sokulmuştu. Boş durması için hiçbir an bırakılmıyordu, ağır bir eğitim sürecine başlamıştı. Kendisiyle birlikte Altın Nefes Ailesine katılmış diğer yeni üyelerden birkaçının bu zorlu eğitim içerisinde canını kaybettiğine de şahit olmuştu. Ancak, bir şey hissetmemişti. Daha doğrusu, hissetmemişlerdi.
Altın Nefes Ailesi, iki kola bölünmüş bir halde çalışıyordu. İstihbarat Ekibi ve Suikast Ekibi, bunların üstünde bir de Yönetim Ekibi bulunuyordu. İstihbarat Ekibi, düzenli olarak görevlere çıkan ve en aktif koldu. Sürekli bilgi topluyordu, bu bilgiler ise sadece Yönetim Ekibi ile paylaşılıyordu. İstihbarat Ekibi, hem kendilerine gelen görev ile ilgili bilgiler toplar, hem de görevi veren kişiler ile bilgiler toplardı. Böylelikle kendilerine karşı bir koz biriktirilmesine izin vermezler, gerektiği yerde görevi veren kişiyi ağlarına kıstırmak için kullanırlardı. Suikast Ekibi ise, Yönetim Ekibinin biriktirdiği istihbaratlar ile birlikte göreve çıkarlar ve gerekli infazı gerçekleştirirlerdi. İnfazın ardından kanıtlar toplanır, Yönetim Ekibine teslim edilirdi. Yönetim Ekibi, hem İstihbarat ekibinin eski üyelerinden, hem de Suikast ekibinin eski üyelerinden insanları barındırırdı içerisinde. Her bir üye, bir kola dahil olmak zorundaydı. Ancak, her bir üye bir kola tamamı ile ait olmadan önce, iki taraftan da yoğun bir eğitim alırdı.
Yıllar boyunca, çok sert eğitimlerin içerisinden geçti Zarethul. İnsanların içerisine nasıl karışabileceğini öğrendi, kendi olduğu kişiliğini değiştirmeyi, ortamına uygun davranmayı öğrendi. Artık kimliğini, maskesiz halini herkesten saklayabiliyordu. Hafif zırhlar ile sessizce yürümeyi öğrendi, her türlü silahı anında kullanabilmesi için kılıç eğitimleri, bıçak eğitimleri, yay eğitimi aldı. Her bir silahı ustalıkla kullanabilecek düzeydeydi, ancak en iyi kullandığı silahlar çift hançerdi. Üstelik, zihninin çarpıklığını yansıtan bir şekilde, bir hançeri ters, bir hançeri düz bir şekilde kullanıyordu. Stratejik olarak değerlendirmeyi, hiçbir duyguya kendini kaptırmamayı öğrendi. Zehir karıştırmayı, el çabukluğunu, kilit açmayı ve hırsızlığı öğrendi. Ancak, bunları öğrenen kişi "Onlar" dı. "O" ise, bunların hepsinden yoksundu, O sadece yaşama içgüdüsüyle hareket eden, kanasusamış birisiydi. O'nun sayesinde, hiçbir ölümden etkilenmedi Zarethul, yakınlarının kaybı -ki ne kadar yakın oldukları tartışılırdı- etkilemezdi. Para ve güç için yaşayan bir suikastçiydi. Ancak, O'nun kontrol arzusu, daha üst seviyelere çıkmaya başladı. Bir süre sonra, Yönetim Ekibinin sakladığı şeyler, kontrol edemediği gerçekliğin içerisinde var olduğunda, O bundan rahatsız oldu. Ancak, bir süreliğine sessiz kalmaya devam etti.
Zarethul'un konuşma şekli, "Biz" diye yerleşti. Bunu gören üyeler, her ne kadar onun silah tutma şeklini ve konuşmasını garipseseler bile, bir "Elçi" olmaya hak kazandığında, özel bir maske tasarladılar. Sanki, içinden geçenleri biliyormuşçasına verilmiş bu maske hediyesi, O'nun arzularını körükledi. Ortadan yarılmış, iki tarafı farklı renkte, kırık ama aynı zamanda birleşik maske, her şeyden haberdarlarmış gibi hissettiriyordu. Maskenin karanlık tarafı O'nu temsil ederken, aydınlık tarafı Onlar'ı temsil ediyor gibiydi. Bu gerçeklik, O'nun kontrol arzusunun körüklenmesine sebebiyet verdi. O, bilinmeyen bir gerçekliğin içerisinde yaşayamazdı, tüm gerçeklikten O sorumlu olmalıydı, hepsini bilmeliydi. Zihnini ele geçirmeye başlayan O, planlarını kurmaya başlamıştı bile. Altın Nefes Ailesini devirecek ve yeni bir ailenin kurulmasını sağlayacaktı. Zarethul, Elçi olduğunda gölgelerde gezme yeteneğini kazanmıştı. Bunu, kendi avantajına kullandı. Fırsatını bulduğu zamanlarda, Altın Nefes Ailesini yok etmek için bilgiler topladı, kendisine öğretilen her bir bilgiyi kendi bünyesinde toparladı. Bunları, Demirkalb Konseyi'ne sattı. Ancak tek bir şartla, Altın Nefes Ailesinin ismi gizli liderinin ağır yaralı bırakılması şartıyla.
Altın Nefes Ailesinin katliamının gerçekleştiği gece, Demirkalb Konseyi'nin sözünde durup durmadığını görmek için, gölgelerden ilerleyerek liderin odasına daldı. Beklediği gibi, ağır yaralı bir şekilde, ağır ağır nefes alan altın maskeli liderini gördü. Onun söylentilerini ve çizimlerini görmüştü, ancak kendisini hiçbir zaman görme şerefine nail olmamıştı. Şimdi ise karşındaydı, ölümün kıyısında duruyordu. Saklandığı gölgelerin içerisinden bir süre onu izledi ve dışarıya adımını attığı anda, maskenin ardındaki gözlerle kavuştu gözleri. Yerde yatmakta olan lider, ağzından tek bir soru çıkardı. "Neden?" Zarethul, maskesinin altından gülümsedi. Belinin arkasında duran iki hançerden bir tanesini sağ eline aldı. Ağır ama sessiz adımlarla yaklaştı eski liderine. Gücü kalmamış liderinin kafasının arkasından tuttu boştaki eliyle, bir süre maskesini sakince inceledi. Altın Nefes Ailesine yakışır bir maskeydi bu, tamamen altınla kaplanmıştı.
"Ben istedim.
Biz onayladık."
Dedikten sonra, hançeri boğazından içeri soktu, akan kanların arasında liderinin son nefesini verişini izledi. Liderinin ceplerine ellerini daldırdı, genellikle her infazdan sonra bir kanıt almak amacıyla cesetlerin üstü aranırdı. Eski, altın bir para buldu. Parayı cebine attı ve gölgelere karışarak ortamdan kayboldu. Demirkalb Konseyi'yle yaptığı anlaşmada olduğu gibi, ücra bir köşeye bırakılmış ücretini aldıktan sonra Sır Limanı'na doğru, yeni planları için harekete geçti. Aldığı ücret, planlarının başlangıcı ve ilerleyişi için yeterliydi. Ne yapması gerektiğini, nasıl ilerleyeceğini çok iyi biliyordu. Yeni bir örgüt kuracaktı. Örümceksoyu Örgütü. Herkesi bir ağın içerisine çekmeyi planlayan, istihbarat ve suikast örgütü. Ağın Efendisi Zarethul, Biz'in iradesiyle planlarını yapacak, ancak infazı Ben gerçekleştirecekti. Bir krallığı yöneten, arkadaki asıl irade olmak istiyordu. Tüm gerçekliğe hükmeden, karanlık bir hükümdar olmak istiyordu. Bu yüzden Sır Limanı'nı ele geçirmeye karar vermişti. Sır Limanı'nın arkasındaki karanlık hükümdar olacaktı, onu ağına çekecekti.
Zarethul, Altın Nefes Katliamından sonra "Son Elçi" olarak anılmaya başlandı, ancak Son Elçi'nin gerçekliği her zaman sorgulandı. Demirkalb'te gezen bir söylenti miydi, yoksa gerçekten son kalan kişi miydi kimse bilmez. Sır Limanı'nda, yeraltında ortalama boyutta bir örgüt karargahında yaşamını sürdürür. Örümceğin sekiz bacağı gibi, sekiz adet asil üyesi vardır ve onlara "Sekiz Ayak" denir. Fahişelerle de bağlantı kurmayı başarmıştır, kendisine bilgi aktaran fahişeler vardır. Neredeyse maskesiyle birlikte örgüt üyeleri haricinde kimseye görünmemiştir, bu yüzden Ağın Efendisi söylenti olarak Sır Limanı'nda fısıltılarını sürdürse de, gerçekliği bilinmez. Zarethul, Sır Limanı'nı bir kuklaya çevirmek istiyor, aynı zamanda suikast görevlerini de gerçekleştiriyor. Ancak günümüzde, belki basit bir efsane, belki dalga geçilen bir masal, belki de çocukların uydurduğu korkunç bir hikaye olarak varlığını sürdürüyor...
Sistematik bir ailenin içerisinde yıllarını geçiriyordu. Yaş fark etmeksizin, her bir aile üyesi sevgi veya ilgi ile büyümüyordu. Belirli kurallar öğretiliyor, dış dünya ile iletişimleri tamamen kesiliyordu. Kimi çocuklar, bu sistemin içerisinde sessizliğe gömülüyor, kimi çocuklar ise belki de yaşama içgüdüsü ile birlikte uyum sağlıyordu. Bu kadar belirsizliğin içerisinde, yaşları ilerledikçe fark edilen tek bir şey vardı, on iki yaşına gelen her bir çocuk onlu gruplar halinde götürülüyor, bu gruplardan sadece bir çocuk geri dönüyordu. Diğer dokuz çocuğun nereye gittiği, ne yaptığı hiçbir zaman bilinmiyordu ve tarihin tozlu raflarına, isimleri bile bilinmeden kapatılıyorlardı. Bazıları, bu gerçekliğin suratına çarpmaları ile birlikte zihnini kaybediyordu, zihnini erken yaşta kaybedenler ise, kendilerinden sorumlu olan "Kara Kişiler" tarafından yok ediliyordu.
Zarethul, yaşama içgüdüsüyle hareket etmeye başlamış çocuklardan bir tanesiydi. Zihni, kendisini korumaya çalıştıkça daha fazla deliliğe sürükleniyordu, ancak o yaşlarda bunun farkında değildi. Karanlık, hiç olmadığı kadar samimi geliyordu yaşı büyüdükçe. Aydınlığın ne olduğundan habersiz bir yaşam sürüyordu, görebildiği suratlar kendisiyle yaşıt veya birkaç yaş büyük, birkaç yaş küçük çocuklardı. Aralarında bir iletişim dönmezdi. Sessiz bir çocuktu, yemeğini yer, karanlığına çekilirdi. Korkuyu, her yaşında içerisinde yaşıyordu, ancak on iki yaşına yaklaşmaya başladığında daha fazla korku zihnini ele geçiriyordu. Onlu bir grup halinde bir yere gideceğini biliyordu, ancak ne olacağını bilmiyordu. Aklında iki düşünce vardı, ya yok olacaktı ya da bir şekilde aydınlığa kavuşacaktı. Aydınlığa kavuşsa bile, onu kabullenebilecek miydi, bilmiyordu.
Yaşı on ikiye bastıktan birkaç ay sonrasında, Kara Kişiler onu ve birlikte büyüdüğü dokuz kişiyi aldı. Kendilerine söylenen tek şey, sessiz bir şekilde Kara Kişiler'i takip etmeleri yönündeydi. Nereye gittiklerini, ne yapacaklarını bilmiyordu. Ayakları gitmek istemiyordu, ancak gitmek zorunda kaldığı için, korkuyla dolu çarpık bir zihinle birlikte ilerliyordu. Attığı her bir adımda kalbinin atışını hissediyordu, bu da beyninin daha da zonklamasına sebebiyet veriyordu. Kara Kişiler, uzun bir tünel yürüyüşünün ardından, zincirlerle kitlenmiş bir kapının kilidini açtılar. Herkese içeri girmesi emredildi. Her bir çocuk, bu emri sorgulamadan içeriye girdiler. İçerisi, bir mağaraya benziyordu, ancak tek çıkışı, girdikleri zincirli kapıydı. Kara Kişiler, her bir çocuğun girişinin ardından içeriye adım attılar. Üç kişi, yan yana sıralandılar. Çocuklar etrafa bakarken, sakince onları beklediler. Tüm ortamı keşfetmelerini bekliyor gibi duruyorlardı. İçeride, mağaranın az ilerisinde yuvarlak bir çıkıntıda duran birkaç ekmek vardı, on çocuğa yetmeyecek kadar azdı. Bir testi su konulmuştu, bunun haricinde etrafta irili ufaklı kaya parçaları haricinde hiçbir şey yoktu.
Kara Kişilerden ortada duranı, bir adım öne attığında adım sesi ortamda yankılandı. Tüm çocuklar, korku ve merak dolu gözlerle ona doğru döndüler. Kara Kişi, tok ve duygusuz bir sözle konuşmaya başladı. "Kırk gününüz var." Kara Kişinin solunda duran Kara Kişi söze girdi. "Yaşamak için." Bu sefer, sağdaki söze girdi. "Kırk günün sonunda, yaşayanlar ailenin bir parçası olur." En sonunda, ortadaki Kara Kişi söze girdi. "Kırk gün." Ardından, önce sağdaki ve en son ortadaki olmak üzere Kara Kişiler kapıdan çıktılar yavaşça. Kapı kapanmış, mağara tamamen karanlığa sürüklenmişti, zincirlenme sesleri duyulabiliyordu. Çocuklar, birkaç parça ekmek ve bir testi su ile kırk gün nasıl yaşayacaklarını düşünüyorlardı, Zarethul'un yaşama içgüdüsü ise bu noktada zihnini devralmıştı. Bu kadar yiyeceğin ve suyun kimseye yetmeyeceğini biliyordu. Hepsini kendine saklamak zorundaydı, kırk gün boyunca onlardan gerekirse bir parça yemeli, bir yudum su içmeliydi. Ancak yaşamalıydı. Yaşamak içinse...
Diğerlerini öldürmeliydi.
İlk günleri sakin geçmişti. İçlerinden birkaçı ekmek ve testiye dokunmak istese bile, dokunmaya çekinmişlerdi. Açlık, henüz tam olarak midelerini kazımıyor olmalıydı. Zarethul, sessizce bekledi. Başı ağrıyordu, böylesine genç bir yaşa rağmen kafasında dönüp duran öldürme fikri onun zihninde büyük bir karmaşa yaratıyordu. Kendini, mağaranın ücra bir noktasında, karanlığın içerisine çekmişti. Dizlerini göğsüne çekmiş, karanlığa teslim olmuş bir bekleyişin içerisindeydi. İkinci gün ise, belki de Zarethul'un aklından çıkmayan günlerin başlangıcı, aynı zamanda Zarethul'un doğumunu müjdeleyen bir gün olacaktı. Ne kadar saatin geçtiği bilinmeyen bir noktada, artık açlığa kendisini bırakan çocuklardan birkaçı ekmeğe doğru yönelmişlerdi. Aralarında yerinden kalkmayanlar vardı, korkuya tamamen teslim olmuş, artık benliğini kaybetmeye hazır olmuş olanlar vardı. Ayağa kalkan diğer üç kişi ise, yaşama içgüdüsüyle hareket ediyorlardı. Yemeleri gerekiyordu, kırk gün boyunca burada duracaklarsa, ekmek yemelilerdi. Zarethul, bunların farkında değildi, kendini karanlığa o kadar teslim etmişti ki, zaman akmıyordu, gerçeklik gözlerinin önüne gelmiyordu. Dizine gelen ufak bir darbe ile gerçeğe yönelmişti. Gözlerini ağır ağır kaldırdığında, kendisine uzanmış bir ekmek parçasını gördü. Çocuklardan bir tanesi, kendisine aldığı ekmeğin yarısını Zarethul'a vermişti. Zarethul, uzun bir süre ekmeğe baktı, belki birkaç dakika bakıştıktan sonra elinden aldı ve ağzına götürdü. Ancak zihni bu lokmayı yutmasını emrederken, midesi reddediyordu. Belki birkaç dakika, belki birkaç saat, küçük bir lokmayı yutmaya uğraşmıştı. Gözleri, yuvarlakta bulunan ekmeğe doğru çekildi. Ekmeklerden bir tanesi bitmişti, diğerleri de parçalamış ve paylaştırmış olmalıydı. Kalan ekmekler, paylaşmayla bile yetmeyecek kadar azdı. O an, zihnine tekrardan karanlık bir bıçak saplandı.
Hepsini öldürmesi gerekiyordu.
Saatler geçtikçe, karnının gurultusu acı bir çığlık gibi geliyordu kulağına. Zihninin bir yanı, hayatta kalmak için öldürmek fikrini kabullenmekte zorlanıyordu. Ancak aklı, yavaş yavaş azalmaya başlayan ekmek parçalarını gördükçe kendini kaybedecek noktaya doğru ilerliyordu. Yanında duran taş parçası, gözüne hem bir silah gibi gözüküyor, hem de en uzak durması gereken materyal gibi. Birkaç saatin daha geçmesinin ardından, gözleri yine azalmaya başlayan ekmek parçalarına doğru gitti. O an içerisinde, gözlerini tüm gerçekliğe kapatmak istercesine kapattı dizlerine yüzünü dayayarak. Ancak dizine gelen aynı darbe ve gözünün önünde beliren ekmek parçası, yeni bir karanlığın keşfine sebebiyet verdi. Hiçbir anını hatırlamadığı, zifiri karanlık zihnine işlemişti. Gözlerini tekrardan kırptığında, gerçeklik kanla boyanmıştı. Nefessiz bir beden yerde yatıyor, kuduz bir köpek gibi nefes alıyordu. Avcunda sıkıca tuttuğu taş elinin içerisinde yara oluşturmuş ve kanların damlamasına sebebiyet vermişti. Görme duyusunun ardından, işitme duyusu devreye girmiş, çığlıklar kulağına dolmaya başlamıştı. Nefessiz bedenin elinde yarıya bölünmüş bir ekmek duruyordu, kafasının üzerinden kanlar akıyordu. Anlamsızlığın içerisinde kaybolmaya başlarken, pişman olmadığını hissetti. Yaşıyordu.
Zihni, kendisini yaşatabilmek için yeni birini doğurmuştu.
Kara Kişiler, kırk günün ardından kapıyı açtığında, içeride belki de hiç şaşırmadıkları, belki de çok şaşırdıkları bir manzara ile karşılaştılar. Dokuz cansız beden ve ortada kanlar içerisinde, elindeki taşa sıkı sıkıca kavranmış, açlığın ve deliliğin kıyısında bekleyen bir çocuk duruyordu. Zarethul, başını güçlükle, sanki son anlarında son gücünü harcıyormuş gibi kaldırdı. Yüzlerini hiç görmediği o Kara Kişiler'e baktı. Gözlerinde soğukluk vardı, sanki normal olanı yansıtıyordu. Zihninde, kendisine fısıldandığını duyuyordu. "Va'leen" ismi, sanki başka bir gerçekliği yansıtmak istercesine zihninde dönüp dolaşırken, hiç var olmamış görüntüler de gözlerinin önüne geliyordu. Sıcak bir aile, ona sarılan bir kadın, seslenen bir adam. Ona, Va'leen diye sesleniyorlardı, ancak ne anlama geldiğini anlamıyordu. Birkaç saniye, belki birkaç dakika, belki birkaç saat, zamanın anlamını yitirdiği bir vakit diliminde, bu anıların hepsi basit birer rüya gibi geçti gitti karanlık zihninden. Geriye ait olduğu karanlık ve iki cümle kaldı...
"Biz, yaşadık...
Ama Ben, öldürdüm."
Ağzından çıkan bu iki cümlenin ardından, olduğu yerde bayılmıştı. Gözlerini tekrardan açtığında, belki de ilk kez aydınlık bir yere açıyordu gözlerini. Yumuşak bir yatağın üstündeydi. Ufak bir revire benziyordu tekrardan uyandığı yer. Bedeni hiç olmadığı kadar acı veriyordu kendisine. Vücudunun çoğu yeri bandajlarla sarılmıştı, özellikle de taşı tuttuğu sağ eli, parmaklarına kadar bandajlarla sarılmıştı. Gözlerini sağa doğru çevirdiğinde, o taşı gördü. Taş, sanki hatırlanması gereken ve kaçılmaması gereken bir hatıra gibi duruyordu yanı başında. Gözlerini sakince ondan çekti, artık zihninde bir oynama bile yaratmıyordu bu durum. Kabullenilmiş bir gerçeklikten ziyade, teslim olunmuş bir karanlıktı. Bu karanlığın içerisinde, gerçekten doğduğunu hissediyordu. Zihni, her şeyden arınmıştı, tam da Kara Kişilerin istediği gibi. Eğitilmeye açık, karanlığın içerisinde yaşayan bir zihin. Boş gözlerle bir süre etrafına bakmaya devam etti. Önünde duran beyaz kapıdan içeriye giren Kara Kişiler, artık onu korkutmuyordu. Bu duygular onun için yabancı değil, artık bilinmedik bir durumdan ibaretti. Boş gözlerle baktığı Kara Kişiler, ilk defa yüzlerini tamamen kapatan kapüşonlarını geriye atmışlardı. O an, gerçekten şaşırdı, belki de gerçek bir yüz görmeyi bekliyordu ancak karşılaştığı manzara, birbirinden farklı maskelerdi. Bir maske gülümsüyor, bir maske ise suratsızdı, diğeri ise somurtuyordu. Kara Kişilerden ortada olan, tok bir sesle söze girdi.
"Hoş geldin."
Ardından soldaki söze girdi.
"Altın Nefes Ailesine, hoş geldin."
En son sağdaki söze girdi.
"Bunu hakkınla kazandın."
Ve tekrardan, ortadaki söze girdi.
"Artık onurlu bir aile üyesisin."
Kısa bir esin ardından, üçü birden söze girdiler.
"Artık ismin, Zarethul."
Zarethul, bu anlamsız gösterinin ardından kafasını rahat yastığına tekrardan yaslamış ve gözünü kapatmıştı. Yılları, büyük eğitimlerle geçti. Altın Nefes Ailesinin suikast ailesi olduğunu öğrenmesiyle birlikte, hiç durmayan ve uzun süren bir eğitim sürecine başlamıştı. El çabukluğu, hırsızlık, kilit açabilme gibi basit eğitimlerle başlamıştı. Bunun haricinde minik bir hançerle saldırı eğitimi de alıyordu. Bu saldırılar ilk başlarda sürekli savaşa yönelik olsa da, sonrasında hızlı iş bitirme üzerine de eğitim alıyordu. Ancak, bir suikastçinin her silahı kullanabilmesi ve her durumdan sağ çıkabilmesi adına, uzun süreli savaşlar için de eğitiliyordu. Karanlığa teslim olmuş zihni, satranç, kart oyunları, belli başlı kitaplar okutularak eğitime sokulmuştu. Boş durması için hiçbir an bırakılmıyordu, ağır bir eğitim sürecine başlamıştı. Kendisiyle birlikte Altın Nefes Ailesine katılmış diğer yeni üyelerden birkaçının bu zorlu eğitim içerisinde canını kaybettiğine de şahit olmuştu. Ancak, bir şey hissetmemişti. Daha doğrusu, hissetmemişlerdi.
Altın Nefes Ailesi, iki kola bölünmüş bir halde çalışıyordu. İstihbarat Ekibi ve Suikast Ekibi, bunların üstünde bir de Yönetim Ekibi bulunuyordu. İstihbarat Ekibi, düzenli olarak görevlere çıkan ve en aktif koldu. Sürekli bilgi topluyordu, bu bilgiler ise sadece Yönetim Ekibi ile paylaşılıyordu. İstihbarat Ekibi, hem kendilerine gelen görev ile ilgili bilgiler toplar, hem de görevi veren kişiler ile bilgiler toplardı. Böylelikle kendilerine karşı bir koz biriktirilmesine izin vermezler, gerektiği yerde görevi veren kişiyi ağlarına kıstırmak için kullanırlardı. Suikast Ekibi ise, Yönetim Ekibinin biriktirdiği istihbaratlar ile birlikte göreve çıkarlar ve gerekli infazı gerçekleştirirlerdi. İnfazın ardından kanıtlar toplanır, Yönetim Ekibine teslim edilirdi. Yönetim Ekibi, hem İstihbarat ekibinin eski üyelerinden, hem de Suikast ekibinin eski üyelerinden insanları barındırırdı içerisinde. Her bir üye, bir kola dahil olmak zorundaydı. Ancak, her bir üye bir kola tamamı ile ait olmadan önce, iki taraftan da yoğun bir eğitim alırdı.
Yıllar boyunca, çok sert eğitimlerin içerisinden geçti Zarethul. İnsanların içerisine nasıl karışabileceğini öğrendi, kendi olduğu kişiliğini değiştirmeyi, ortamına uygun davranmayı öğrendi. Artık kimliğini, maskesiz halini herkesten saklayabiliyordu. Hafif zırhlar ile sessizce yürümeyi öğrendi, her türlü silahı anında kullanabilmesi için kılıç eğitimleri, bıçak eğitimleri, yay eğitimi aldı. Her bir silahı ustalıkla kullanabilecek düzeydeydi, ancak en iyi kullandığı silahlar çift hançerdi. Üstelik, zihninin çarpıklığını yansıtan bir şekilde, bir hançeri ters, bir hançeri düz bir şekilde kullanıyordu. Stratejik olarak değerlendirmeyi, hiçbir duyguya kendini kaptırmamayı öğrendi. Zehir karıştırmayı, el çabukluğunu, kilit açmayı ve hırsızlığı öğrendi. Ancak, bunları öğrenen kişi "Onlar" dı. "O" ise, bunların hepsinden yoksundu, O sadece yaşama içgüdüsüyle hareket eden, kanasusamış birisiydi. O'nun sayesinde, hiçbir ölümden etkilenmedi Zarethul, yakınlarının kaybı -ki ne kadar yakın oldukları tartışılırdı- etkilemezdi. Para ve güç için yaşayan bir suikastçiydi. Ancak, O'nun kontrol arzusu, daha üst seviyelere çıkmaya başladı. Bir süre sonra, Yönetim Ekibinin sakladığı şeyler, kontrol edemediği gerçekliğin içerisinde var olduğunda, O bundan rahatsız oldu. Ancak, bir süreliğine sessiz kalmaya devam etti.
Zarethul'un konuşma şekli, "Biz" diye yerleşti. Bunu gören üyeler, her ne kadar onun silah tutma şeklini ve konuşmasını garipseseler bile, bir "Elçi" olmaya hak kazandığında, özel bir maske tasarladılar. Sanki, içinden geçenleri biliyormuşçasına verilmiş bu maske hediyesi, O'nun arzularını körükledi. Ortadan yarılmış, iki tarafı farklı renkte, kırık ama aynı zamanda birleşik maske, her şeyden haberdarlarmış gibi hissettiriyordu. Maskenin karanlık tarafı O'nu temsil ederken, aydınlık tarafı Onlar'ı temsil ediyor gibiydi. Bu gerçeklik, O'nun kontrol arzusunun körüklenmesine sebebiyet verdi. O, bilinmeyen bir gerçekliğin içerisinde yaşayamazdı, tüm gerçeklikten O sorumlu olmalıydı, hepsini bilmeliydi. Zihnini ele geçirmeye başlayan O, planlarını kurmaya başlamıştı bile. Altın Nefes Ailesini devirecek ve yeni bir ailenin kurulmasını sağlayacaktı. Zarethul, Elçi olduğunda gölgelerde gezme yeteneğini kazanmıştı. Bunu, kendi avantajına kullandı. Fırsatını bulduğu zamanlarda, Altın Nefes Ailesini yok etmek için bilgiler topladı, kendisine öğretilen her bir bilgiyi kendi bünyesinde toparladı. Bunları, Demirkalb Konseyi'ne sattı. Ancak tek bir şartla, Altın Nefes Ailesinin ismi gizli liderinin ağır yaralı bırakılması şartıyla.
Altın Nefes Ailesinin katliamının gerçekleştiği gece, Demirkalb Konseyi'nin sözünde durup durmadığını görmek için, gölgelerden ilerleyerek liderin odasına daldı. Beklediği gibi, ağır yaralı bir şekilde, ağır ağır nefes alan altın maskeli liderini gördü. Onun söylentilerini ve çizimlerini görmüştü, ancak kendisini hiçbir zaman görme şerefine nail olmamıştı. Şimdi ise karşındaydı, ölümün kıyısında duruyordu. Saklandığı gölgelerin içerisinden bir süre onu izledi ve dışarıya adımını attığı anda, maskenin ardındaki gözlerle kavuştu gözleri. Yerde yatmakta olan lider, ağzından tek bir soru çıkardı. "Neden?" Zarethul, maskesinin altından gülümsedi. Belinin arkasında duran iki hançerden bir tanesini sağ eline aldı. Ağır ama sessiz adımlarla yaklaştı eski liderine. Gücü kalmamış liderinin kafasının arkasından tuttu boştaki eliyle, bir süre maskesini sakince inceledi. Altın Nefes Ailesine yakışır bir maskeydi bu, tamamen altınla kaplanmıştı.
"Ben istedim.
Biz onayladık."
Dedikten sonra, hançeri boğazından içeri soktu, akan kanların arasında liderinin son nefesini verişini izledi. Liderinin ceplerine ellerini daldırdı, genellikle her infazdan sonra bir kanıt almak amacıyla cesetlerin üstü aranırdı. Eski, altın bir para buldu. Parayı cebine attı ve gölgelere karışarak ortamdan kayboldu. Demirkalb Konseyi'yle yaptığı anlaşmada olduğu gibi, ücra bir köşeye bırakılmış ücretini aldıktan sonra Sır Limanı'na doğru, yeni planları için harekete geçti. Aldığı ücret, planlarının başlangıcı ve ilerleyişi için yeterliydi. Ne yapması gerektiğini, nasıl ilerleyeceğini çok iyi biliyordu. Yeni bir örgüt kuracaktı. Örümceksoyu Örgütü. Herkesi bir ağın içerisine çekmeyi planlayan, istihbarat ve suikast örgütü. Ağın Efendisi Zarethul, Biz'in iradesiyle planlarını yapacak, ancak infazı Ben gerçekleştirecekti. Bir krallığı yöneten, arkadaki asıl irade olmak istiyordu. Tüm gerçekliğe hükmeden, karanlık bir hükümdar olmak istiyordu. Bu yüzden Sır Limanı'nı ele geçirmeye karar vermişti. Sır Limanı'nın arkasındaki karanlık hükümdar olacaktı, onu ağına çekecekti.
Zarethul, Altın Nefes Katliamından sonra "Son Elçi" olarak anılmaya başlandı, ancak Son Elçi'nin gerçekliği her zaman sorgulandı. Demirkalb'te gezen bir söylenti miydi, yoksa gerçekten son kalan kişi miydi kimse bilmez. Sır Limanı'nda, yeraltında ortalama boyutta bir örgüt karargahında yaşamını sürdürür. Örümceğin sekiz bacağı gibi, sekiz adet asil üyesi vardır ve onlara "Sekiz Ayak" denir. Fahişelerle de bağlantı kurmayı başarmıştır, kendisine bilgi aktaran fahişeler vardır. Neredeyse maskesiyle birlikte örgüt üyeleri haricinde kimseye görünmemiştir, bu yüzden Ağın Efendisi söylenti olarak Sır Limanı'nda fısıltılarını sürdürse de, gerçekliği bilinmez. Zarethul, Sır Limanı'nı bir kuklaya çevirmek istiyor, aynı zamanda suikast görevlerini de gerçekleştiriyor. Ancak günümüzde, belki basit bir efsane, belki dalga geçilen bir masal, belki de çocukların uydurduğu korkunç bir hikaye olarak varlığını sürdürüyor...
► Show Spoiler
Zarethul, çift kişiliğe sahiptir. Biz kişiliği ve Ben kişiliği olarak ikiye ayrılan bir çatışma içerisindedir.
Biz Kişiliği:
Biz kişiliği, stratejik, planlayıcı, mantıklı ama bastırılmış duygularıyla ön plana çıkar. Her zaman soğukkanlıdır, sakinliğini bozduğu hiçbir zaman görülmez. Ancak, bastırılmış bu kişiliğin bazı durumlarda insanlık kalıntısı gösteriyor olması, çelişkili tepkilere yol açar. Biz kişiliği ortamlara ayak uydurmak, gizlenmek, olduğundan çok daha farklı bir kişiliği insanların içerisinde yansıtmak konusunda uzmandır. Sadece örgüt içerisinde Biz'i tam anlamıyla gösterir. Biz, ilk cinayetini işlediği taşı her zaman cebinde taşır ve ona anlam veremediği ya da anlamını tam olarak konduramadığı bir anlam besler. Bazı durumlarda travmaları tetiklenebilir, taş sesi, masum çocuk sesi, karanlık yerlerde zincir sesi gibi detaylar zihninde acı yaratabilir. Ancak aldığı eğitimlerin yoğunluğu sayesinde, bu travmaları yansıtmadan, kendi içinde yaşayarak, soğukkanlı bir şekilde atlatabileceği gibi, kendi köşesine veya karanlığına çekilmek gibi bir sonuçta doğurabilir.
Biz kişiliği, söze her zaman "Biz" diye başlar. Bu durum, hiçbir yerde değişmez. Kılık değiştirmiş olsun veya farklı bir ortamda olsun, söze her zaman "Biz" diyerek başlar, bazı noktalarda "Ben" diye tamamlanır. Karşısındakinin hareketlerini gözlemlemekte, zayıflıklarını anlamakta, yalan söyleyip söylemediğini görmekte uzmandır. Sadece bilgi alabilmek için dostluklar kurabilir, para için her türlü görevi yapabilir. Eski liderinden kalma altın parasını boşta kaldıkça havaya baş parmağı ile savurup tuttuğu görülür. Bu, onu hem sakinleştiren hem de dinç tutan bir detaydır. Maskesini takmadığı sürece, Biz kişiliğinin tam anlamıyla görülmesi mümkün değildir, eğer maske takmıyorsa başka bir kimlikte, başka bir kişiliği yaşatıyordur. Bu, gizliliğin esasıdır.
Biz kişiliği, sözlerini özenle seçerek konuşur. Karşı tarafı hem etkisi altına almaya, hem de onun yalanlarını veya gerçeklerini yakalamaya çalışır. Her zaman bir planı vardır, plansız hareket etmez. Derin ağları kurmayı başaran kişiliktir. Kendi örgütü olan "Örümceksoyu'nun" sert kurallarını koyan kendisidir. Kendisine Sır Limanı'nda normal bir hayat yaşıyor gibi görünebilmesi adına yarattığı bir kişilik vardır. Oldukça arkadaş canlısı, samimi, eğlenceli bir karakterdir bu. Her zaman güler. Sohbetleri samimidir, ancak bu dışarıda hiçbir şekilde tanınmamasını sağlayan, örgüt üyeleri tarafından bile tespit edilememesini ön gören görünmez bir maskedir.
Ben Kişiliği:
Ben kişiliği vahşidir. Hayatta kalma içgüdüsüyle hareket eden, ölümden zevk alan bir canavardır. Hançerlerini çektiği andan itibaren, Ben kişiliği devreye girer. Ben, Biz'in aksine söze hiçbir zaman "Biz" diyerek başlamaz, O gerçek olandır. Biz'in aksine, uzun cümleler kurmayı da tercih etmez, kısa ve öz cümleleri vardır ki, çoğu zaten hedefinin infazı noktasında ağzından çıkar. Kontrol arzusuna sahiptir, eski örgütünü yok etmesine sebebiyet verecek derecede büyük bir arzusu vardır. Karanlık hükümdar olmayı arzulamakta, bu arzu içinse her şeyi ezmeye hazırdır. Zarethul'un karmaşık zihninde, yaşamasını ve hayatta kalmasını tetikler, güce yönelmesini sağlar. Biz kişiliğinin çoğu hareketi onun için anlamsız ve alçaktır. İlk cinayetini işlediği taşı saklamasını, altın parayı sürekli şıklatmasını anlamamakta ve düşük görmektedir. Biz kişiliğinin aksine, sadece savaşacağı zaman bedenin kontrolünü ele alır. Ara sıra, Biz kişiliğine fısıldar, ancak bu dışarıdan bakıldığı zaman Zarethul'un kendi kendine konuşuyormuş gibi görünmesine sebebiyet verir.
Zarethul, aslında kim olduğunu gerçekten bilmemektedir. "Va'leen" ismi onun için bir hayalet, "Zarethul" bir zırh, "Ben" ise bir lanettir. Gerçek olansa, "Ağın Efendisi" olmasıdır. Ağın Efendisi, krallıkların ardındaki gerçek irade olmayı arzulayan, büyük bir gücün gerçekliğidir. Ağın Efendisi, güç ve para uğruna her türlü göreve çıkar, herhangi bir sınırı yoktur. Örümceksoyu, hem bir suikast, hem bir istihbarat örgütüdür ve bu örgüt kendileri haricinde kimseye bir bağlılık beslemez. Örgütün bağlılığı Ağın Efendisi'ne ve birbirlerine karşıdır, onun haricinde herkes bir gün harcanabilir, kullanışlı olmadıkları zaman kenara atılabilir.
Biz Kişiliği:
Biz kişiliği, stratejik, planlayıcı, mantıklı ama bastırılmış duygularıyla ön plana çıkar. Her zaman soğukkanlıdır, sakinliğini bozduğu hiçbir zaman görülmez. Ancak, bastırılmış bu kişiliğin bazı durumlarda insanlık kalıntısı gösteriyor olması, çelişkili tepkilere yol açar. Biz kişiliği ortamlara ayak uydurmak, gizlenmek, olduğundan çok daha farklı bir kişiliği insanların içerisinde yansıtmak konusunda uzmandır. Sadece örgüt içerisinde Biz'i tam anlamıyla gösterir. Biz, ilk cinayetini işlediği taşı her zaman cebinde taşır ve ona anlam veremediği ya da anlamını tam olarak konduramadığı bir anlam besler. Bazı durumlarda travmaları tetiklenebilir, taş sesi, masum çocuk sesi, karanlık yerlerde zincir sesi gibi detaylar zihninde acı yaratabilir. Ancak aldığı eğitimlerin yoğunluğu sayesinde, bu travmaları yansıtmadan, kendi içinde yaşayarak, soğukkanlı bir şekilde atlatabileceği gibi, kendi köşesine veya karanlığına çekilmek gibi bir sonuçta doğurabilir.
Biz kişiliği, söze her zaman "Biz" diye başlar. Bu durum, hiçbir yerde değişmez. Kılık değiştirmiş olsun veya farklı bir ortamda olsun, söze her zaman "Biz" diyerek başlar, bazı noktalarda "Ben" diye tamamlanır. Karşısındakinin hareketlerini gözlemlemekte, zayıflıklarını anlamakta, yalan söyleyip söylemediğini görmekte uzmandır. Sadece bilgi alabilmek için dostluklar kurabilir, para için her türlü görevi yapabilir. Eski liderinden kalma altın parasını boşta kaldıkça havaya baş parmağı ile savurup tuttuğu görülür. Bu, onu hem sakinleştiren hem de dinç tutan bir detaydır. Maskesini takmadığı sürece, Biz kişiliğinin tam anlamıyla görülmesi mümkün değildir, eğer maske takmıyorsa başka bir kimlikte, başka bir kişiliği yaşatıyordur. Bu, gizliliğin esasıdır.
Biz kişiliği, sözlerini özenle seçerek konuşur. Karşı tarafı hem etkisi altına almaya, hem de onun yalanlarını veya gerçeklerini yakalamaya çalışır. Her zaman bir planı vardır, plansız hareket etmez. Derin ağları kurmayı başaran kişiliktir. Kendi örgütü olan "Örümceksoyu'nun" sert kurallarını koyan kendisidir. Kendisine Sır Limanı'nda normal bir hayat yaşıyor gibi görünebilmesi adına yarattığı bir kişilik vardır. Oldukça arkadaş canlısı, samimi, eğlenceli bir karakterdir bu. Her zaman güler. Sohbetleri samimidir, ancak bu dışarıda hiçbir şekilde tanınmamasını sağlayan, örgüt üyeleri tarafından bile tespit edilememesini ön gören görünmez bir maskedir.
Ben Kişiliği:
Ben kişiliği vahşidir. Hayatta kalma içgüdüsüyle hareket eden, ölümden zevk alan bir canavardır. Hançerlerini çektiği andan itibaren, Ben kişiliği devreye girer. Ben, Biz'in aksine söze hiçbir zaman "Biz" diyerek başlamaz, O gerçek olandır. Biz'in aksine, uzun cümleler kurmayı da tercih etmez, kısa ve öz cümleleri vardır ki, çoğu zaten hedefinin infazı noktasında ağzından çıkar. Kontrol arzusuna sahiptir, eski örgütünü yok etmesine sebebiyet verecek derecede büyük bir arzusu vardır. Karanlık hükümdar olmayı arzulamakta, bu arzu içinse her şeyi ezmeye hazırdır. Zarethul'un karmaşık zihninde, yaşamasını ve hayatta kalmasını tetikler, güce yönelmesini sağlar. Biz kişiliğinin çoğu hareketi onun için anlamsız ve alçaktır. İlk cinayetini işlediği taşı saklamasını, altın parayı sürekli şıklatmasını anlamamakta ve düşük görmektedir. Biz kişiliğinin aksine, sadece savaşacağı zaman bedenin kontrolünü ele alır. Ara sıra, Biz kişiliğine fısıldar, ancak bu dışarıdan bakıldığı zaman Zarethul'un kendi kendine konuşuyormuş gibi görünmesine sebebiyet verir.
Zarethul, aslında kim olduğunu gerçekten bilmemektedir. "Va'leen" ismi onun için bir hayalet, "Zarethul" bir zırh, "Ben" ise bir lanettir. Gerçek olansa, "Ağın Efendisi" olmasıdır. Ağın Efendisi, krallıkların ardındaki gerçek irade olmayı arzulayan, büyük bir gücün gerçekliğidir. Ağın Efendisi, güç ve para uğruna her türlü göreve çıkar, herhangi bir sınırı yoktur. Örümceksoyu, hem bir suikast, hem bir istihbarat örgütüdür ve bu örgüt kendileri haricinde kimseye bir bağlılık beslemez. Örgütün bağlılığı Ağın Efendisi'ne ve birbirlerine karşıdır, onun haricinde herkes bir gün harcanabilir, kullanışlı olmadıkları zaman kenara atılabilir.
Karakter Görünümü: Zarethul, neredeyse beline doğru gelen uzun siyah saçlara sahiptir. Saçları düzdür. Keskin çene hatlarına sahip, sakalsızdır. Gözleri yeşil renktedir. Gündelik hayatında farklı bir kişilik çizmesi ve normal bir bireymiş gibi gözükmesi gerektiğinden, her zaman rahat kıyafetler giymeyi tercih eder. Ortalamadan biraz daha uzun bir boya sahiptir, atletik bir vücudu vardır. Dışarıda kendine çizdiği karakter sayesinde, yüzünde her zaman samimi bir gülümseme vardır. Ancak, genellikle tanındığı görünüm ise, kendi suikastçi görünümüdür. Hafif bir zırh, kapüşonlu simsiyah pelerin giyer. Pelerinin kapüşon kısmında motifler vardır, aynı zamanda bileğine taktığı kolluk da mühürlüdür. Yarısı simsiyah, yarısı bembeyaz, ortadan kırılmış ama birbirine oldukça bağlı duran bir maskesi vardır.
Normal Görünüm:
► Show Spoiler

► Show Spoiler

► Show Spoiler

Off Topic
İsim değişikliği sebebiyle edit atıldı.