Vael Thorne

Post Reply
User avatar
Vael Thorne
Son Sükût
Son Sükût
Posts: 7
Joined: Thu Aug 07, 2025 9:13 pm

Vael Thorne

Post by Vael Thorne »

Karakter Yaratım Formu - Aşama 1


Karakter Adı: Vael Thorne
Karakter Geçmişi:
Off Topic
Galthurn Harabeleri’nin derinlerinde, zamanın bile unutmaya çalıştığı bir mahzen vardı. Nem, taşların damarlarına kadar işlemişti; duvarlardan sızan küf kokusuna, paslı demir ve çürümüş kanın ağır buğusu karışıyordu. O mahzen, kelimelerle değil, yüzyıllar önce kesilmiş boğazların sessiz çığlıklarıyla konuşurdu. En derindeki çukurun içinde, parçalanmış çocuk kemiklerinin arasına gerilmiş, rutubetten ağırlaşmış beyaz bir kefen bekliyordu. Ve o gece, Zincirsizler’in Başrahibi, elleri ve kolları kurbanın sıcak kanıyla kaplı halde o kefeni çukura indirdi.

Üç mum yanıyordu; biri soluk bir nefesle titredi, söndü. Karanlık, fenerin solgun ışığını bile boğmak istedi. Baş rahibin sesi, duvarların damarlarını çatlatan bir buyruk gibi yükseldi:

“Uyan, Karşı-Yaşam. Sana sunduğumuz bu kanla boşluğu doldur. Geri dön.”

O anda sessizlik, içeriden gelen boğuk ve ıslak bir çığlıkla yarıldı. İlk nefes, bebek ağlaması değildi; derin bir kuyunun dibinde boğulan birinin can çekişen soluğuydu. Kefen kımıldadı. Kumaş yırtıldı. Ve o yırtığın içinden açılan gözler… ormanın çürüyen yapraklarının rengindeydi. O gözler mahzene baktığında, bütün rahipler yüzüstü yere kapandı. Vael doğmuştu.

Bu bir doğum değildi; rahimden kopan bir haykırış değil, toprağın içinde çürüyen bir tohumun patlamasıydı. Dua, onun için dökülen ilk kan değil, son damlaydı. Taş duvarlar ana çığlığını yankılamadı; mabedin boşluğu babanın sevinciyle değil, ebedi bir unutuşun ağırlığıyla doldu. Bir vaftiz değil, kutsalın mezar taşına kazınmış bir ilençti adeta.

Vael’in gelişi, kurbanların kanıyla beslenmiş taşların üstünde, göğe ihanet etmiş çürük sütunların gölgesinde gerçekleşti. Yıldızların söndüğü, ayın yüz çevirdiği bir geceydi. Mabedin taşları, pıhtılaşmış kırmızı bir zırh gibiydi. Zincirsizler tarikatı – ismi dudaklarda bir bıçak yarası, kayıp bir lanetin son taşıyıcıları – diz çökmüş bir vaziyette, bu çağda duyulmaması gereken ölü bir dilin sözcüklerini mırıldanıyordu. Duaları af dileme değil, tanrıyı yeniden dövmek içindi. Şekillendirmek istedikleri şey, zamanın kemirdiği bir tanrı cesedinin gölgesiydi. Bin yıllık bir çığlığın yankısına ses vermeye çalışıyorlardı.

Ve bu sessiz çığlığın karşılığı… Vael’di.

Amaçları kristal kadar soğuktu: Gözleri yalanı değil, hakikatin çürümüş özünü görecek bir varlığı tekrardan dünyalarına getirmek istiyorlardı. Yürek yerine bir boşluk, merhamet yerine bir ayna taşıyacaktı.

Vael, işte bu karanlık özle doğdu – bir solukta değil, bir iç çekişle.

Gözlerini açtığında, taşlar bile titredi. Çünkü o gözlerde ne merak vardı ne korku. Saf bir yansıma… bulanık ve iğrenç bir ayna gibi. Bir rahip bakınca, annesinin boğazını kestiği geceyi gördü ve kendi kemiklerini kırarak yere kapandı. Bir diğeri, en karanlık arzusuyla yüzleşti ve kafasını taşa vurdu. Vael’in bakışı bir yargı değildi; insanın içindeki kurtçuğu gün ışığına çıkaran bir bıçaktı. Günahı hatırlatmıyordu; günahın ta kendisini yeniden yaşatıyordu.

Konuşmadı. Yıllarca bir mezar taşı kadar sessiz kaldı. Bebek gibi ağlamadı, gülmedi, sevgi aramadı. Onu görenler yaşını değil, kaçış rotasını düşünürdü.

Varlığı bir soru işaretiydi; cevabı ise dehşetti.

Zaman geçtikçe tarikat çaresiz kaldı. Çünkü Vael yaşamıyor, bozuyordu. Adımları taşlarda çürüme izi bırakıyor, aynalar onun yansımasını kustukça çatlıyor, duvarlar terleyen yaralara dönüşüyordu. Doğanın reddettiği çocuk derlerdi ona. Belki de en masumu buydu.

Doğumu, yaşamın değil, sonun zaferiydi.

O bir semboldü: Unutulmuş bir tanrının son nefesi, bir karanlık çağın mührü. Zincirsizler bile onun neye dönüşeceğini bilemiyor, sadece zincirlemeye çalışıyorlardı.

Fakat zincir… Vael’in varlığında eriyen bir buzdan ibaretti.

Konuşmadı. Ama sessizliği, dünyanın dokusunu kemiren bir parazit gibiydi.

Çocukluğu, zamanın bile unutulduğu taş mezarlarda geçti. Güneşsiz sabahlar, kandil ışığının bile korkudan titrediği hücreler… Orada büyüme değil, yok oluş beklenirdi. Yanında "ham cevher" denilen çocuklar vardı: Savaş ganimetleri, kimsesizler… Hepsi Vael’in yanında sınandı.

Beş yaşında, "Arınma Ayinleri" başladı. Zehir Duman Odası'nda, diğer çocuklar ciğerlerini öksürükle kusarken, Vael duvarın soğuk terini izliyor, taşların içindeki fosilleşmiş çığlıkları dinliyordu sanki. Psikotropik Havuz'un bulanık sularında, bir çocuk kendi bağırsaklarını çığlık çığlığa sökerken, o sırtüstü yatıyor, suyun yüzeyindeki ışık kırılmalarını, tavandaki çatlaklardan sızan dünyanın yansımalarını seyrediyordu. Zincirsizlerden biri, solgun parşömenlere mürekkep yerine kuşkularını dökerek yazdı:

"Tepkisiz. Korkunun, acının, ölümün kendisine dokunamadığı bir boşluk. Saf, kusursuz bir kesici alet."

Sekiz yaşında, ölümle konuşan bir mürşit, onu mabedin kalbine çıkardı. Elinde bir demir taç vardı: Tanrı mezarlarından çalınmış sembollerle dövülmüş, var olmayan bir dilin harfleriyle kazınmıştı. Üzerinde şöyle yazıyordu eski dilde;

"Sessiz Olan'ın çocuğu, karanlığın taçsız kralı."

Murşit, tacı sessizce uzattı.

Vael başını kaldırmadı. Ama tacı aldı. Takarken, sanki bin yıldır kafatasının bir parçasıymış gibi oturdu.

Tüm mumlar söndü.

Duvarlardaki semboller kan kırmızısına döndü.

O gün, mabetten çıkanların dili tutuldu. Bazıları yemeyi, içmeyi, hatta nefes almayı unuttu. Çünkü o çocuğun taşıdığı artık bir taç değil, kıyametin ilk kıvılcımıydı.

Murşit, deftere mürekkebini akıttı:

"Taç aktif. Bağlantı doğrulandı: 'Unutulmuş Olan'ın enerjisi. Artık o... Zincirsizler'in Kefeni."

Savaş sanatlarını öğretmeye kalktıklarında, Vael öğrenmedi – hatırladı. Kılıç, elinin bir uzantısıydı. Rakibin hamlesini değil, korkusunun ter kokusunu, ölüm arzusunun çığlığını duyuyordu. Darbeden önce, bıçağın ruhunu hissediyordu. Sanki kanla beslenmişti. Sanki bu bedende değil, eski bir savaş alanının tozunda doğmuştu.

O yüzden yıllardır kılıçlarıyla savaş meydanlarında boy gösteren figürler, sekiz yaşındaki çocuğun karşısında hiç hissetmedikleri kadar çaresiz hissediyorlardı. Sanki onu eğitmiyorlardı, ona hatırlatıyorlardı.

Vael, yaş alıp olgunlaştıkça, küf kokan mahzenin eskimiş duvarları ona dar gelmeye başladı.

Küçüklüğünden beri hissettiği o zincir, artık ruhuna fazlasıyla dar geliyordu.

O gece, buraya karşı tüm ilgisini yitirdiğini anladığı ilk andı.

Ve o gece, Vaedren’e gönderilmeden önceki son gecesi oldu. O gün Zincirsizler’in kuzey karargâhında ağır bir sessizlik vardı. Mabetin siyah taş duvarlarında, kandiller titriyor; tavanın derinliklerinden su damlaları düşüyordu.

Vael, mabetin orta avlusunda, dizlerinin dibinde cansız yatan üç rahibin cesedine bakıyordu.

Bu, bir düellonun sonucu değildi. Hiçbir kılıç kınından çıkmamıştı.

Onları, yalnızca bakarak öldürmüştü.

Rahiplerden biri, Zincirsizler’in genç neslini eğiten, kırbaçlı bir cellattı. Vael’in gözleriyle karşılaştığında, kendi çocukluğunda acımasızca kırbaçladığı öğrencilerden birinin son bakışını gördü… o bakışın taşıdığı korku ve nefret, adamın aklını yaktı. Nefesini tutamadan yere düştü.
Diğer ikisi, onun “itaatsiz” olduğunu ileri sürerek kelepçelemek isteyen muhafızlardı. Vael’in gözlerinde kendi ölümlerini gördüler; ve o ölüm, gördükleri anda gerçekleşti.

Vael, taş zeminde diz çöken son rahibin çenesini tuttu, gözlerini kendi gözlerine kilitledi.

“Sen beni yaratmadın,” dedi, sesi ne öfke ne merhamet taşıyordu. “Beni, kurtaramayacağınız bir cehennemin içine doğurdunuz.”

Sonra adamın zihninde, yıllarca sakladığı en büyük korkuyu açığa çıkardı. Adam o an ruhunu teslim etti.

Vael, hiçbir telaş göstermeden, üç cesedin üzerinden geçti.

Kandillerin gölgeleri, onun ardında birer birer söndü.

Liderlerin önüne vardığında, üzerindeki siyah pelerini düzeltip dudaklarına kan bulaşmış şarabı sürdü.

“Beni buradan gönderin,” dedi. “Ya da kalanlarınızı da gölgelerime gömerim.”

Onlar, Zaar’a karşı yarattıklarını umdukları en büyük silahın, kendi ellerinde kalırsa önce kendilerini öldüreceğini anladılar.

Ve böylece, Vaedren sürgünü başladı.

Vaedren: Eldwhar yolunun batıya büküldüğü noktada, batı sahillerinin sisle mühürlü kıyısında, karanlık bir inci gibi uzanıyordu. Şehir, kara ve denizin, ticaretin ve çürümenin sınır çizgisinde nefes alırdı. Kıyıya vuran dalgalar, kara yosun kokusunu daracık taş sokaklara taşıyor; bu kokuya, limanın ağır şarap fıçılarıyla dolu mahzenlerinin tatlı ekşiliği karışıyordu.

Batıdan gelen deniz, asla berrak olmazdı. Sanki gökyüzünün bütün gri tonları suya sızmış gibi, Vaedren’in ufku her daim kurşuni bir tül ardında gizlenirdi. Bu sis, hem koruyucu hem de yutucu bir perdeydi. Dışarıdan gelen gemiler, limana varana dek kıyıyı seçemezdi; içeriden ayrılanlar ise, birkaç mil sonra sanki başka bir dünyaya geçiyormuş gibi pusun içinde kaybolurdu.

Şehir, sahilde yosun tutmuş surlarla çevriliydi. Bu surlar, deniz fırtınalarıyla dövülmüş, taş aralarına tuz kristalleri işlemişti. Yükseklerde, mermer yerine bazalt ve arduvazla yapılmış saraylar yükselirdi. Çatıları her daim nemli, oluklarından yağmur suları durmaksızın sızardı. Surlardan içeri girdiğinde, dar sokaklar önce kavis çizer, sonra ansızın küçük meydanlara açılırdı; bu meydanlarda gece boyunca süren maskeli balolar, şarap içkileri ve altın işlemeli ipek maskeler hüküm sürerdi.

Fakat bu görkemin ardında çürük vardı. Eldwhar yolundan gelen tacirler, şarap ve maskelerin ardındaki sessiz kavgaları, rıhtım kenarındaki hanlarda pusu kuran paralı katilleri bilirdi. Limanın arkasında, sisin altına gizlenmiş daha karanlık bir Vaedren vardı: yosunlu iskelelerin altındaki kaçakçı tünelleri, tuzla karışmış kan kokusunu gizlemeye yetmeyen depolar, ve hiçbir haritada işaretlenmeyen mezarlık adası.

Tarikat, Vael’i buraya sürdüğünde, Vali Dareth’in sözde koruması altında olacaktı. Ama gerçekte, bu hamle, bir volkanı şehrin kalbine yerleştirmekti.

Vael, Eldwhar yolunun taş döşeli son virajını döndüğünde, şehrin batı surları sisin içinden gölge gibi belirdi. Limana inen taş merdivenlerden adımlarını sessizce attı. Onu karşılayanların gözleri, ilk bakışta kaydı; ne kadar uğraşsalar da bakışlarını onun gözlerinde tutamıyorlardı. O gözlerde, suyun altındaki kara kum gibi bir şey vardı—görünmeyen ama çekip boğan.

Kalenin koridorlarında, sanki yüzyıllardır orada yaşayan bir hayalet gibi süzülüyordu. Ayak sesleri yoktu; hatta varlığı, odaların sıcaklığını bile birkaç derece düşürür gibiydi. Muhafızlar, yanından geçerken başlarını eğiyor, bu eğilişin sebebini kendileri bile tam olarak bilmiyordu.

Vael emir vermedi, yönetmedi. Ama sadece duruşuyla bile bir düzen dayattı — buz gibi, ölümcül bir düzen. Yaklaşmaya cüret edenler, kendi içlerindeki gölgelerle yüzleşmek zorunda kalıyordu. Ve çoğu insan, o karanlıkla göz göze gelmektense, ondan uzak durmayı seçti.

Vali Dareth, onu ilk gördüğü anda altın kadehini yere düşürmüştü. Kadehin kırılma sesiyle:

"Tanrım... gözlerin... nasıl bir canavarsın sen?" diye haykırışı, odada şahitlik edenlerin ömürleri boyunca anlatmaktan bıkmayacakları bir anıya dönüşmüştü.

Vael'in asıl ilgisini çeken Vali'den çok, valinin karısıydı. Serina. Lyria Prenslikleri'nden kaçanlara dayanıyordu soyu. Ailesi, Zhaar tarafından İçlikâri'ye dönüştürülmüştü söylentiye göre. Güçten değil, duruluğundan güç alan bir kadındı. Simsiyah saçları, buz mavisi gözleriyle çok dikkat çekerdi. İlk karşılaşmalarında selam vermedi, göz kaçırmadı. Sadece baktı. Ve Vael, hayatında ilk kez, bir aynada kendi yansımasını değil, başka bir ruhun derinliklerini gördü. Serina’nın gözlerinde korku yoktu; daha nadiri, çelişki yoktu. İçinde taşıdığı acılar bastırılmamış, sadece kabul edilmişti. Maskesi yoktu, çünkü hiç takmamıştı.

Vael farkında olmadan onu izlemeye başladı. Bahçelerde yürürken, toplantılarda düşünürken, şarabı yudumlarken… Bu takip değil, tanıma arzusuydu. İlk defa birini kırmak istemiyordu. Serina’nın bakışları, Vael’in içindeki uçurumu sorgulatıyordu:

Yalnızlık bir tercih miydi, yoksa lanetinin bedeli mi?

Geceleri aynı odada, kelimelerin öldüğü bir sessizlikte buluştular. Yatakta bakışlar konuştu: Ne ihtiyaç ne tutku. Sadece iki yalnız ruhun, birbirinin varlığını sessizce onaylaması.

Vael, Serina’nın zihninde bir çatlak aradı… ve bulamadı. Bu, onu şaşırttı. Belki de kırılacak bir şey olmadığı için, kıramıyordu.

Ama bu dinginlik, fırtınanın gözüydü sadece.

Tarikat, Vael’in sapmasını — karanlığın bir ışıkla dansını — asla affetmezdi.
Ve unutulmuş tanrının gölgesi, uzaklardan değil, Vael’in ta içinden yükseliyordu.
Vaedren’in nemli taşları, bir kehanetin ağırlığı altında inliyordu. Çünkü Zincirsizler bir canavar dövmüştü... ve canavar, ilk ısırığını efendilerinden alacaktı.
Kontrol bir yanılsamaydı. Vael ise, yalın gerçek.
Sessizliğin içinde, son perde kalkıyordu.


Vael ise bu son sahnede, hangi rolü oynayacağına henüz karar vermemişti.
Kişiliği: Vael, içindeki fırtınayı bastırmak yerine ona teslim olmuş bir varlıktır.

Onun kibri, boş bir gururun ya da sadece egonun yansıması değildi; bu, her yara, her ihanetten sonra yeniden doğan, kendi karanlığını kutsayan bir güçtü. Dünyaya tepeden bakan bir tanrı edasıyla hareket ederdi, çünkü onu yaratan zincirler ve mahzenler, ona en sert dersleri vermişti: Zaaf, ölüm getirirdi. Bu yüzden zaafını sakladı, yerini acımasızlık ve keskin bir zeka aldı.

Onun cesareti, delilikle karışmış bir bilinçle beslenirdi. Korkusuzdu ama bu korkusuzluk, duygularından değil; onları soğukkanlılıkla bastırmasından gelirdi. Acıyı, hem kendine hem de rakiplerine hükmetmenin aracı olarak görürdü. Kendine acıma duyması mümkün değildi; çünkü bu, gücünün sonunu getirirdi. Neşesi yoktu, hayat ona hiçbir zaman neşe vermemişti. Umut ise ona yabancıydı; çünkü umut, zaafın maskesiydi.

Vael’in en büyük tutkusu, gerçekliği çırılçıplak görmek ve onu bozmadan kabul etmekti. İnsanların yalanları, sahte umutları ve maskeleri ona sadece iğrenç gelir, onları parçalamak ve gerçek yüzleri ortaya çıkarmak onun arzusu olurdu. İnsanlarla etkileşime geçtiğinde, çoğu zaman soğuk ve mesafeliydi; çünkü onlarla bir bağ kurmayı gereksiz görürdü. Ancak bu, tamamen kopuk olduğu anlamına gelmezdi; aksine, onları en ince detayına kadar analiz eden, zayıf noktalarını çözen, gerektiğinde sert ama etkili hamleler yapan bir varlıktı. İlişkileri, çoğunlukla güç dengeleri üzerine kuruluydu.

Merhamet, onun dünyasında bir lüks değil, zaafın simgesiydi. Yine de, acımasızlığına rağmen, nadiren de olsa bir tür saygı gösterdiği kişiler olurdu; ancak bu saygı, genellikle karşılıklı çıkar ve güç dengesine dayanırdı, duygusal değil. Vael için en değerli şey, kontrol ve özgürlüktü; kimseye boyun eğmek istemez, herkese de kolayca boyun eğdirirdi.

Velatria’nın bulanık ahlakında, Vael’in kendi kesin çizgileri vardı. Bu çizgiler, dışarıdan anlaşılmaz, bulanık hatta çelişkili görünse de, onun için vazgeçilmezdi. Kendi doğruları, güç ve gerçeklik üzerine kuruluydu; yalanla savaşır, sahtekarlığı parçalar, ama bu yolda kullandığı yöntemler kimseyi ilgilendirmezdi.

Onun korkuları, yüzeye çıkmayan ama derinlerde var olan gölgelerdi: Kaybetmekten, tamamen yok olmaktan, kendi karanlığının içinde boğulmaktan korkardı. Ancak bu korkularını kimseye göstermemek için bir sanatçı gibi davranırdı. Arzuları ise karmaşıktı; sadece hayatta kalmak değil, kendi varoluşunun anlamını ve değerini dünyaya kabul ettirmek, kendi kaosunu diğerlerine dayatmaktı.

Vael’in tutkusu sadece var olmak değil, varlığıyla dünyayı titretmekti. Ona göre gerçek güç, başkalarının acılarına hükmetmek değil, kendi acısını silmekti. Bu yüzden onun etrafında oluşan etkileşimler, çoğu zaman yıkıcı ve dönüştürücüydü. İnsanların korkusunu, nefretini ve hayranlığını birer oyuncak gibi elinde tutar, kendi istediği hikayeyi yazar gibi hayatları biçimlendirirdi.

Ahlaki Yönelimi: Vael için iyilik ve kötülük kesin çizgilerle ayrılmaz; bunlar birbirine karışmış, birbirini besleyen gölgeler gibidir. Vael, bu bulanıklığın içinde kendi yolunu çizer; başkalarının doğrularını asla kabul etmez. Onun için “doğru” ve “yanlış” dışarıdan dayatılan kavramlardan ibarettir. Vael, adaleti arayan biri değildir; çünkü gördüğü dünyada adalet genellikle güçlünün dayatmasıdır ve bu düzen onun zapt edilmesini isteyen zincirlerden başka bir şey değildir.

Güç onun gerçek inancıdır. Güç, varlığını kanıtlamak, kendi kurallarını koymak ve kimseye boyun eğmemek için gereklidir. Vael, gücü sadece hayatta kalmak için değil, dünyayı kendi anlayışına göre yeniden şekillendirmek için ister.

Hayatta kalmak Vael için sadece fiziksel bir mücadele değildir; aynı zamanda varoluşunu kabul ettirme ve kendi karanlığını yaşama savaşıdır. Ahlaki pusulası, dış dünyanın karmaşasında kendine ait bir pusula gibidir. Başkalarının değerlerine, ideallerine ya da duygularına aldırmaz; sadece kendi içindeki gerçeklere ve güce sadıktır.

Sonuçta Vael, ne iyiliğin ne de kötülüğün kölesidir. O, kendi yargılarını kendi koyar ve bu yargılar doğrultusunda hareket eder. Bu yüzden onun dünyasında sınırlar yoktur; sadece kendi seçtiği yollar vardır.

Karakter Görünümü:
Image
Uzun boylu, zarif yapılı bir figür. Üzerinde siyahın ve gümüşün hâkim olduğu, asil ama karanlık bir kıyafet var. Omuzlarından yere kadar inen ağır bir pelerin taşıyor; iç astarı solgun beyaz, dışı mat siyah ve hareket ettikçe hafifçe dalgalanıyor. Ceketi askeri bir düzenle kesilmiş, altın rengi bordürlerle süslenmiş. Kıyafetindeki her detay, hem soylu hem de uzak bir tehlikeyi yansıtıyor.

Göğsünde fırfırlı beyaz bir gömlek var, eski zamanlara aitmiş gibi, ama tertemiz. Siyah pantolonu ve dizine kadar çıkan çizmeleri, hem zarif hem de işlevsel görünüyor. Belindeki kemerde bir taç asılı, kafasına asla geçirmez.

Uzun, açık sarı saçları omuzlarına dökülüyor; iyi taranmış ama doğal bir dağınıklığı var. Yüzü solgun, gözleri dikkat çekici biçimde duru ve soğuk. Konuşmadan da pek çok şey anlatan bir yüz—bir geçmişi, bir yemin taşıyor gibi.

Elinde ince yapılı ama sağlam görünen bir kılıç tutuyor. Süslemeden uzak ama ustalıkla dövülmüş. Bu, bir gösteriş silahı değil; tecrübenin ve becerinin bir uzantısı.

Onun varlığı huzur vermiyor, ama korku da salmıyor. Daha çok, bir şeyin yaklaşmakta olduğuna dair sessiz bir uyarı gibi.

Karakter Hedefi: Vael’in hedefi, basit bir kurtuluş ya da yıkım arzusu değildir. O, dünyaya dayatılan zincirleri kırmak, başkalarının ona biçtiği kaderi paramparça etmek için doğmuş bir varlıktır. Onun amacı, kendi varoluşunun özünü kavramak ve bu özün etrafında kendi krallığını inşa etmektir.

Vael, kimlikleri, etiketleri, iyi ve kötü sınırlarını reddeder. Onun yolculuğu, dışarıdan görünenin ötesinde, kendi içindeki karanlığı kucaklamak ve bu karanlıkla barışmak üzerine kuruludur. Kendi ruhunun harabelerinden yeni bir düzen doğurmak, kaosun ortasında kendi anlamını yaratmaktır onun arzusu.
User avatar
Zasetsu
Site Admin
Posts: 31
Joined: Mon Jun 30, 2025 12:18 pm

Re: Vael Thorne

Post by Zasetsu »

Herhangi bir problem yok, sonraki aşamaya geçeceğiz.

Bir sonraki aşamada Vaedren'in mevcut durumunu, genel bilgilerini, varsa belirtmek istediğiniz karakterlerini ve üzerindeki etkilerinizden bahsetmenizi isteyeceğim. Detay vermek istemediğiniz her noktayı bana bıraktığınızı varsayacağım.

Ek olarak Tarihçe başlığını gözeterek, hangi aralıkta doğduğunuzu öğrenmek isterim.
User avatar
Vael Thorne
Son Sükût
Son Sükût
Posts: 7
Joined: Thu Aug 07, 2025 9:13 pm

Re: Vael Thorne

Post by Vael Thorne »

Karakter Yaratımı Aşama 2:
Vaedren:
Off Topic
Vaedren, Velatria'nın bataklık kıyılarında, Sis Denizi'nin kıyısında, ebedi bir sis perdesi altında yatan, karmaşık ve çok katmanlı bir metropoldür. Şehir, Tanrıkıran'dan sonra bir ticaret limanı olarak yeniden inşa edilmiş olsa da, çürüyen ahlakı ve hırslı güç grupları ile bir nevi "karanlık cennet" haline gelmiştir.

Yosun Tutmuş Surlar ve İki Yüzlü İhtişam:
Deniz fırtınalarıyla dövülmüş, taş aralarına tuz kristalleri işlemiş surlar, şehri çürüyen bataklığa karşı zayıf bir kalkan gibi kuşatırdı. İçeri girdiğinizde, daracık taş sokaklar kıvrılarak altın işlemeli ipek maskelerin hüküm sürdüğü küçük meydanlara açılırdı. Bu meydanlarda, bazalt ve arduvaz saraylar yükselirdi. Çatıları sürekli nemli, oluklarından yağmur suları inatçı bir şekilde sızan bu yapılar, Yukarı Şehir'in yapay cennetini temsil ederdi. Pencerelerinden, sis perdesinin üzerinde yüzen diğer kulelerin yakıt fenerlerinin kanlı ışıkları görünürdü. Burada, Vali Dareth ve Sekiz Taş Loncası, zehirli şaraplar yudumlayarak, altındaki çürümeyi görmezden gelirken entrikalar örerlerdi. Maskeli balolar, ruhların çürümesini gizleyen bir dansın parçasıydı.

Ulaşılması Zor: Yukarı'ya çıkan tek yol, devasa taş kulelerin içindeki özel asansörler veya dar, süslü merdivenler. Girişler, loncalara sadık paralı askerlerce sıkı korunur.

Yapaylık: Burada sis yok. Cam korunaklı balkonlardan, aşağıdaki sonsuz beyaz örtünün üzerinde, diğer kulelerin tepeleri ve kırmızı fener ışıkları görünür. Hava nispeten temiz, ama yapay olarak filtrelenmiş gibi. Bahçeler, bataklık köklerinden arındırılmış ithal toprakta yetiştirilir. Zenginlik gösterişlidir ama soğuktur; altındaki çürümeyi unutma çabasıdır.

Güç Oyunları: Konaklarda, ipek perdeler ardında, lonca liderleri ve soylular, altın kadehlerle zehirli şaraplarını yudumlarken, Aşağı Şehir'deki operasyonları ve birbirlerine düzenlenecek tuzakları planlarlar. Vali Dareth'in kulesi, tüm şehre tepeden bakan bir örümcek ağı gibidir.

Aşağı Şehir: Kargaşanın Çarpık Kalbi:
Surların hemen ardında, Aşağı Şehir başlardı. Kıyıya vuran dalgaların taşıdığı kara yosun ve çürük balık kokusu, dar sokaklara sinmişti. Bu kokuya, limandaki ağır şarap fıçılarının tatlı ekşiliği ve insan teri karışırdı. "Çürük Çiçek Pazarı"nda her şey satılırdı: Kaçak silahlar, büyülü tılsımlar, zehirler, köleler, sırlar… Gölge Sakinleri Loncası'nın amblemleri "güvenli" ana yolları işaretlerdi, ama ara sokaklar tekinsiz bir karanlığa gömülürdü. Rıhtım kenarındaki hanlarda, paralı katiller pusu kurar; Eldwhar'dan gelen deneyimli tacirler, şarabın ve maskenin ardındaki sessiz bıçakları bilirdi. Vali'nin muhafızları, sadece kendi çıkarlarına hizmet eden "düzeni" sağlardı. Tahta iskeleler çürümüş, taşlar kaygandı; her adım bir ihanet veya fırsatla dolu bir labirentti.

Kargaşanın Senfonisi: Limanda gemilerin gıcırtısı, hamalların homurtusu, satıcıların bağırışları, deniz kuşlarının çığlıkları ve sis düdüklerinin uğultusu sürekli bir gürültü duvarı oluşturur.

Kör Labirent: Sokaklar, rastgele büyümüş gibi birbirine dolanmış. Üst katlardaki balkonlar neredeyse birleşerek gün ışığını keser. Yerler kaygan taşlarla, çürük tahtalarla ve her türlü atıkla kaplı.

Pazarın Nefesi: "Çürük Çiçek Pazarı" denilen devasa açık pazar, her şeyin alınıp satıldığı yerdir. Egzotik baharat kokuları, çürük balık kokusu, ter, hayvan pisliği ve dumanla karışır. Nadir kitaplar, kaçak silahlar, büyülü tılsımlar (gerçek veya sahte), köleler, zehirler, bilgiler... Hepsi burada, göz önünde, ama sis ve kalabalık içinde saklı. Muhafızlar sadece en bariz cinayetleri veya Vali'nin çıkarlarına zarar veren olayları "görür".

Dibek: Şehrin Kara Ciğeri:
Limanın altında, yosunlu iskelelerin karanlığına gömülmüş, hiçbir haritada işaretlenmeyen tüneller uzanırdı. Burası Dibek'ti – şehrin atıklarının, umutsuzların ve yasaklı sırların toplandığı yer. Yukarı'dan süzülen pis sular ve gelgitle gelen tuzlu çamur, amonyak, küf ve çürümüş organik madde kokusuna bulanırdı. Hava, ciğerleri yakan bir zehirdi. Zincirsizler Tarikatı, bu tünellerin derinliklerinde, unutulmuş tapınaklarda "Karşı-Yaşam" ritüelleri için kurbanlar arardı. Duvarlar kurumuş kan ve korkunç sembollerle kaplıydı. Işık sadece soluk mantar biyolüminesansı veya sızan gazların mavi alevlerinden gelirdi. Tuzla karışmış kan kokusu, kaçakçı depolarından sızar, Dibek'in sessiz çığlıklarına karışırdı. Burada hukuk, en güçlü çetenin veya en korkunç büyünün kanunuydu.

Bataklığın ve Atıkların Karnı: Yukarı'dan süzülen pis sular, gelgitle gelen tuzlu çamur ve şehrin tüm atıkları burada birikir. Hava, boğucu bir amonyak, küf ve çürümüş organik madde kokusuyla doludur. Solunması acı verir.

Karanlığın Krallığı: Tek ışık kaynakları, mantarların soluk biyolüminesansı, sızan gazların mavi alevleri veya serserilerin tehlikeli ateşleridir. Taş duvarlar sümüksü bir tabakayla kaplıdır. Sessizlik hakimdir, ama kemirgenlerin tıkırtıları, sızan suların damlaları ve uzaklardan gelen fısıltılar veya çığlıklar bu sessizliği daha da ürkütücü kılar.

Unutulmuşların Diyarı: Dibek sakinleri solgun, gözleri sisle kaplı hayaletler gibidir. Bazıları doğuştan buradadır. Kimliksizler, kaçaklar, Zincirsizler'in kurbanları veya kobayları burada sonlarını bekler. Su, ekmek ve "ışık" (yukarı çıkma umudu) en değerli şeylerdir. Burada hukuk, en güçlü çetenin veya en korkunç büyünün kanunudur.

Mezarlık Adası: Nihai Sır:
Ve sisin en yoğun olduğu yerde, limanın açıklarında, haritada olmayan bir leke yatardı: Mezarlık Adası. Burası, Gölge Sakinlerinin lanetli eşyalarını gömdüğü, Zincirsizler'in karanlık ayinler yaptığı, Kıran Avcıları'nın en tehlikeli ganimetlerini sakladığı yerdi. Dalgalar, bu kıyıya sürekli yeni cesetler ve unutulmuş eşyalar atardı. Sis, bu adayı dünyadan tamamen koparırdı.

Loncalar: Şehrin Gerçek Efendileri:

Sekiz Taş Loncası: Limandaki devasa ambarlar, kuleler ve gümrük noktaları onların. Dış görünüşte katı kurallar, kayıt defterleri, mühürler. Perde arkasında, "resmi" olmayan gemiler için kılavuzlar, gümrük memurlarının cepleri, ve "kayıp" kargolar. Vali Dareth, kendisine sadık lonca üyelerinin oluşturduğu bir ağın merkezindeki örümcektir.

Gölge Sakinleri: Onların amblemini taşıyan sikkler olmadan, bir sokak veya mekan "güvenli" sayılmaz. Amblemleri sadece yolu göstermez; izin ve koruma sembolüdür. Lanetli eşya ticareti, karanlıkta sessizce yürütülür. Bir antika dükkanının arka odası, bir genelevin mahzeni... "Lanet Pazarı" her yerdedir. Amblemlerinin etkisini yitirdiği yerlerde, Kıran fenomenlerinin veya Zincirsizler'in kurbanlarının cesetleri bulunur.

Zincirsizler (Fısıldanan Korku): Eskiden şehrin sınırlarında var olduklarına inanılan bir söylentilerdi. Şimdi Dibeğin derinlerinde varlık göstermeye başladıklarına dair söylentiler var.

Kıran Avcıları: Tavernaları, "Kesik Kement", her zaman gürültülüdür. Zırhları çentikli, silahları tuhaf simgelerle süslü, gözlerinde sürekli tetikte olmanın yorgunluğu vardır. Ganimetlerini (bir Kıran canavarının dişi, tuhaf kristali, bozulmamış bir günlük) Gölge Sakinlerine veya zengin koleksiyonculara satarlar. Cesaretleri ve acımasızlıkları efsanedir. Bir avcı ekibinin sis içinden çıkagelmesi, hem korku hem de merak uyandırır.

Halkın Çarkında Öğütülmek:

Tüccarlar & Yeni Gelenler (Kısa Süreli Umutlar): Limanda, hamalların sırtları bükülmüş, mallarını boşaltır. Pazardaki tezgahlarda, gözleri hırs ve paranoyayla dolu, alıcı ararlar. Birkaçı, doğru rüşveti verip doğru loncaya hizmet ederek Yukarı'ya çıkabilir. Çoğu, parası tükenip Aşağı Şehir'in bataklığına saplanır veya Dibek'te kaybolur.

Muhafızlar (Paslanmış Zincirler): Zırhları kirli, miğferleri çizik. "Vergi" toplarken neşeli, gerçek bir tehdit (Kıran yaratığı, lonca çatışması) karşısında isteksizdirler. Esas görevleri Yukarı Şehir'e yaklaşan istenmeyenleri püskürtmek ve loncaların önemli operasyonlarını "görmemek"tir. Bir sokak köşesinde rüşvet alırken görmek olağandır.

Sokak Sakinleri & Dibekliler (Sis'in Çocukları): Aşağı Şehir'de, tezgah açmış, ayakkabı boyuyor, balık temizliyor veya hırsızlık yapıyorlardır. Gözler sürekli etrafı tarar. Dibek'te ise, solucan gibi kıvrılarak dar tünellerde ilerler, sızan sudan içer, çürük mantarları yer veya Zincirsizler'in korkunç işlerinde çalışırlar. Umut, sadece bir sonraki öğün veya biraz daha ılık bir köşedir. "Vaedren Rüyası" burada ölür.

Vaedren şu anda kaynayan bir kazan gibi.

Güç Dengelerinde Kırılma Noktası:
Zincirsizler Tarikatı Dibek'te Hakimiyet Kuruyor: Vael Thorne'un "Karşı-Yaşam" ritüellerindeki ilerlemeleri, Dibek tünellerinde anormal soğuk dalgaları ve ölümcül sessizlik bölgeleri yaratıyor. Yeraltı çeteleri ya onlara boyun eğiyor ya da kayboluyor.

Sekiz Taş İç Çatışma da: Vali Dareth, lonca içindeki hainleri temizlemek için kanlı bir tasfiye başlattı. Limanda "kaza sonucu batmalar", pazar yerinde bıçaklı kavgalar artmış durumda.

Gölge Sakinleri Alarmda: Lanetli eşya ticaretinde Zincirsizler'den gelen kara büyülü rekabet fiyatları düşürdü. Amblemlerin "güvenli bölge" ağı daralıyor, bazı ara sokaklar sürekli karanlıkta.

Kıran Avcıları Altın Çağını Yaşıyor: Sis Denizi ve bataklıklarda Kıran fenomenleri patladı. Av başına ödüller katlandı, ama kayıplar da öyle. "Kesik Kement" tavernası her gece cenaze şarkıları söylüyor.

Dibek: Kaynayan Cehennem:
Sular Yükseliyor: Gelgitler daha güçlü, Dibek tünelleri çamur ve tuzlu suyla doluyor. Sakinler Yukarı Şehir kanalizasyonlarına tırmanarak "Gölge İstilaları" başlattı.

Zincirsizler'in "Toplayıcıları": Kara cübbeli figürler geceleri çocuk, kaçak veya hasta topluyor. Söylentilere göre yeni ritüeller için "canlı malzeme" lazım...

Yeni Bir Oyuncu: "Sıçan Kral": Çeteleri, Dibek'te kalan son bağımsız kanalizasyon rotalarını kontrol ediyor. İlkesi: "Bir torba çürük mantar = bir gece güvenli geçiş."

Yukarı Şehir: Maskeler Düşüyor:
Maskeli Balolar Kanlı Bitti: Bir soylunun zehirlenmesi sonrası açık savaş başladı. Saray pencerelerinden aşağıya ceset atıldığı bile görüldü.

Vali Dareth Kuşatma Altında: Sekiz Taştaki isyancılar, Gölge Sakinlerinin desteğini kaybetmesi ve Mezarlık Adası'ndan gelen "uyarılar" nedeniyle panikte. Kulesi artık dikenli bir taht.

Sis Tepelere Sızıyor: Normalde sisin üstünde parıldayan kuleler, son haftalarda kızıl pusla kaplı. Halk bunu "tanrıların gazabı" diye yorumluyor.

Liman ve Aşağı Şehir: Kaosun Merkezi:
Ticaret Felç Oldu: Kaçakçı tünelleri su bastı, resmi liman Gölge Sakinlerinin sıkı denetiminde. Şarap fıçıları küfleniyor, tüccarlar iflas ediyor.

Kıran Dalgaları: Sadece bataklıktan değil, Sis Denizi'nden gelen deforme yaratıklar iskelelere saldırıyor. Bir balıkçı teknesi "dikenli ahtapot-insanlar" tarif ediyor.

Muhafızlar Kontrolden Çıktı: Paralı askerler açıkça loncalara hizmet ediyor. "Vergi toplama" adı altında yağma yaygınlaştı.

Mezarlık Adası: Uyanan Tehlike:
Sis Yoğunlaştı: Ada artık gündüzleri bile görünmüyor. Geceleri yeşilimsi ışıklar ve insan sesine benzemeyen çığlıklar duyuluyor.

Gölge Sakinleri Alarmda:
"Lanet Eşya Deposu"ndaki nesneler kendiliğinden aktifleşiyor. İstenmeyen kazalar yaşanıyor.

Kıran Avcıları'nın Kâbusu: Adadan dönen tek bir avcı ekibi var; yarısı delirmiş, diğer yarısı "Taş Tanrı'nın mezarda olmadığını" mırıldanıyor.

NOT: Önemli karakterlerin tasarımları tamamen size bırakılmıştır.
NOT2: Doğum yılı M.S. 30'dur.
Vael Thorne

Off Topic
Başlangıç Konumu: Vaedren
Başlangıç Ekipmanı:

Karanlığın Tacı:
Vael'in sekiz yaşında başına taktığı, "Sessiz Olan'ın çocuğu, karanlığın taçsız kralı" yazılı demir taçtır. Bu taç, Vael'in varlığının bir sembolü ve onun "Unutulmuş Olan'ın enerjisi" ile olan doğrudan bağının kanıtıdır.

Özellikleri: Taç, Vael'in zihinsel yeteneklerini güçlendiren bir odak noktasıdır. Sadece paslı bir demir parçası gibi görünse de, Vael onu elinde tuttuğunda veya takdığında, iradelerin kemirilmesi, zihne hükmetme gibi yetenekleri daha da etkili hale gelir. Aynı zamanda, taç, Vael'in varlığından rahatsızlık duyan diğer canlıların hissettiği tehdit hissini de artırır.

Unutulmuş Kılıç
Vael'in kullandığı kılıç, Zincirsizler'in mabetindeki bir köşede paslanmış, sıradan, gösterişsiz bir kılıçtır. Vael, bu kılıcı seçmemiştir; sadece varlığıyla onu kendi uzantısı haline getirmiştir. Kılıç, zarif ama sade bir tasarıma sahip. Bıçak kısmı uzun ve düz. Üzerinde zamanın bıraktığı izler ve küçük çizikler var. Paslı gibi görünen bu metalin üzerinde, soluk mavi-yeşil renkte parlayan, silik rünler kazınmış

Savaş ve Diğer Yetenekler:

Hakikatin Gözü: Ruhlardaki Çatlak
Vael'in gözleri, yalanın örtüsünü yırtan birer ustura gibidir. Birisi onunla göz göze geldiğinde, en masum yalanlar bile anlamsızlaşır. Vael, sözcüklerin ardındaki gerçeği, bir gölün dibindeki çamuru görür gibi net bir şekilde sezer. Ancak bu yetenek, sadece gerçeği görmekten ibaret değildir. Vael, bakışıyla muhatabının geçmişine bir pencere açar ve pişmanlıkların, korkuların veya buruk anıların yaşandığı o anlara doğrudan tanık olur. Bu derinlik, onun varlığını rahatsız edici hale getirir; Vael'e bakanlar kendilerini bir aynanın önünde değil, ruhlarının en kirli köşesinde hissederek mideleri bulanır ve kalpleri hızla çarpmaya başlar.

Sessiz İntikam: Zihnin Veba Salgını
Eğer Vael isterse, gördüğü bu korkuları, pişmanlıkları ve arzuları birer zehirli ok gibi muhatabının zihnine geri gönderir. Bu, bir hafızayı yeniden yaşatmak değil, onu bir veba gibi zihinde tekrardan canlandırmaktır. Bir askerin en büyük korkusu, ailesini kaybettiği an, sanki az önce yaşanmış gibi zihnini sarabilir. Bu yetenek, Vael'in fiziksel bir darbe vurmasına gerek kalmadan rakiplerini etkisiz hale getirmesini sağlar.

Fiziksel Üstünlük: Toprağın Kalbi
Vael'in ince ve neredeyse narin yapısı, aldatıcıdır. Onun bedeni, bir mezarın içinde çürüyen tohum gibi, inanılmaz bir güç ve dirayetle doludur. İnsan üstü bir hız ve çeviklik sergiler. Aldığı yaralar, normal bir insanınkinin aksine, daha çabuk iyileşir. Sanki bedeni, yok oluşa direnen toprağın kendisidir.

Deneyimli Savaşçı: Hafızanın Kılıcı
Vael'in kılıç ustalığı, bir eğitimden değil, hafızadan gelir. O, kılıcını bir uzvu gibi kullanmaz; kılıç, onun ruhunun bir uzantısıdır. Kılıcını kınından çıkarıp bir rakibi etkisiz hale getirmesi, birçoğu için gözle görülemeyecek kadar hızlıdır. O, kılıcı bir araç olarak değil, eski savaşların, yitirilmiş şövalyelerin ve unutulmuş katliamların sessiz bir yankısı olarak kullanır.

İradenin Parçalanması: Sessiz Olan'ın Hükmü
Vael'in varlığı, etrafındaki her şeye sessiz bir tehdit yayar. Onun duruşu, bakışı ve hareketsizliği, diğerlerinin iradelerini birer birer kemiren bir parazit gibidir. Onun yanında duran bir lider, bir general, hatta en güçlü savaşçılar bile iradelerinin zayıfladığını hisseder. Bu durum, Vael'e karşı gelme cesaretini yok eder ve onun basit varlığının bile ne kadar güçlü bir tehdit olduğunu ortaya koyar.
User avatar
Zasetsu
Site Admin
Posts: 31
Joined: Mon Jun 30, 2025 12:18 pm

Re: Vael Thorne

Post by Zasetsu »

Onaylamanız durumunda aşağıdaki şekilde Külliyat'a işlenecek.
Muhafız Büyücü Altharion’un Kara Kaleminden
Vael Thorne – Son Sükût


Külliyat'ın en karanlık sayfalarına, bir insan çığlığıyla değil, zamanın içinde çürüyen bir tohumun patlamasıyla doğan bir varlığın hikayesi yazılıyor. Vael Thorne. O, ne bir doğumun ne bir yaşamın meyvesi; sadece Galthurn Harabeleri’nin rutubet kokan mahzenlerinde, tanrıyı kendi elleriyle yeniden dövmeye kalkışan bir tarikatın kanlı ayiniyle, bir kefenin içinde vücut buldu. İlk nefesi bebek ağlaması değil, derin bir kuyunun dibinde boğulan birinin son soluğuydu. Gözleri, ormanın çürüyen yapraklarının rengiydi; bir yargıdan çok, insanın en derinindeki günahın ta kendisini yansıtan bir bıçaktır.

Zincirsizler, onu 'Sessiz Olan'ın çocuğu' olarak taçlandırdılar; unutulmuş bir tanrının enerjisiyle beslenmiş, karanlığın taçsız kralı olarak. Ama Vael, öğrenmedi, sadece hatırladı. Kılıçla değil, bakışıyla öldürdü. Ve bu güç, onu yaratanları bile korkuttu. Yıllarca mahzenlerde tutsak kaldı, zincirler onun varlığında eridi, ama ruhunun zincirleri onu boğuyordu. En sonunda isyan etti. Onları, sadece bakarak öldürdü ve kendisini, Batı'nın sisle boğulmuş liman şehri Vaedren’e sürdürmelerini emretti. Kendisini yaratan efendilerine bile boyun eğmeyen bir irade...

Burada Külliyat'ımın kalemi duraksıyor... ve en korkunç soruyu soruyor: 'Sessiz Olan'ın çocuğu' derken neyi kastettiler? Vael, gerçekten Zhaar'ın bir gölgesi, Velatria'da kendini yeniden kurmak için yarattığı bir tezahür müydü? Yoksa Zincirsizler, o büyük kibrin içinde, Zhaar'ın kalbine inecek, kendi kanıyla beslenmiş, kendi kurallarıyla hareket eden bir hançer mi dövmüşlerdi? Vael'in varoluşundaki bu ikilik, onu yalnızca bir canavar olmaktan çıkarıp, tüm çağın en büyük muammasına dönüştürüyor.

Vaedren’in nemli taşlarında, Vali Dareth’in gözlerindeki korkuyu, halkının sinsiliğini gördü. Fakat bu karanlığın ortasında, Valinin karısı Serina’ya rastladı. Lyria Prenslikleri'nden kaçmış, ailesi İçlikâri'ye dönüşmüş bir kadın. Serina’nın gözlerinde ne korku ne yalan vardı; sadece acıyı kabul etmiş bir duruluk. Vael’in hayatında ilk kez, bir aynada kendi boşluğunu değil, başka bir ruhun derinliğini görmesine neden oldu. O, kendi karanlığını yutan bir ışık değildi; sadece yalanla beslenmeyen bir gerçeklikti.

Vael şimdi, onu yaratanların iradesinden kopmuş, ancak kaderiyle ne yapacağına karar verememiş bir varlık. Kendisini Zincirsizler'den kurtarmış olsa da, ruhu hala onların zincirini taşıyor. Ve bu zincir, Serina’nın etrafında, yavaş yavaş bir sapma, bir dönüşüm yaratıyor. Vael'in bu son sahnede hangi rolü oynayacağına karar vermesi, sadece kendi değil, tüm Velatria'nın kaderini belirleyecek. Çünkü o, ya kendi karanlığını kucaklayacak ya da onu çevreleyen son ışık kırıntısını da yok edecek. Onun varlığı, Zhaar'ın bile belki öngöremediği, insanın kendi karanlığını nasıl bir silaha dönüştürebileceğinin en saf göstergesidir.
User avatar
Vael Thorne
Son Sükût
Son Sükût
Posts: 7
Joined: Thu Aug 07, 2025 9:13 pm

Re: Vael Thorne

Post by Vael Thorne »

Onaylı-yo-rum!
Post Reply