[Seren Wynnellis] Kılıcın Ardındaki Harp

Post Reply
User avatar
Seren Wynnellis
Alacakaranlık
Alacakaranlık
Posts: 4
Joined: Mon Jul 21, 2025 7:36 pm

[Seren Wynnellis] Kılıcın Ardındaki Harp

Post by Seren Wynnellis »

Image

Baba...

Ufkun ötesine vardığımda,

Adımlarım senin göremediğin yerlere düşecek mi?

Seren bir anda uykusundan sıçradı. Göğsü hızlı hızlı inip kalkıyor, alnından ter süzülüyordu. Gördüğü rüya bulanık ve dağınıktı, parçalar hala zihninde dönüyor ama bir araya gelmiyordu. Birkaç saniye karanlık tavana baktı, sonra ellerini yüzüne kapatıp derin bir nefes aldı. Kendini toparlamaya çalışırken odasının sessizliği etrafını sardı. Yaşadığı yer bir kumandana ait ihtişamdan uzaktı. Dört taş duvar, ahşap kirişlerle desteklenmiş tavan ve köşede tek pencereli, dar bir oda. Yatağı basit bir ahşap karyolaydı, üzerinde ince bir yün örtü, baş ucunda da küçük bir demir şamdan ve yarısı erimiş bir mum duruyordu. Raflarda birkaç deri kaplı kitap, eski bir harita rulosu ve her daim elinin altında olan bileme taşı vardı. Zenginlikten çok, işlevsellik ile yaşıyordu hayatını. Bir de tabii babasının eviydi, kulede kendisine ayrılan yerden çok daha fazla seviyordu burayı.

Yatağın kenarından doğrulup ayağa kalktı. Çıplak ayakları soğuk taş zemine bastığında ürperdi. Zihninde hala rüyanın gölgeleri vardı, onları silmenin en iyi yolunu biliyordu, kılıç. Duvar kenarına dayalı kılıcını aldı, odanın dar alanında basit hareketlerle antrenmana başladı. Önce yavaş adımlar, ardından daha keskin hamleler. Kasları gerildikçe düşünceleri berraklaşıyor, ter vücudundan akarken rüyanın bulanıklığı zihninden siliniyordu. Ahşap zeminin gıcırtısı ve nefes alışverişleri odada yankılanıyordu. Bir süre sonra kılıcı kınına koydu. Yorulmuştu ama zihni dinginleşmişti. Karnının boşluğunu fark etse de yemek düşüncesi aklından bile geçmedi. Pelerininin kenarını omzuna attı, kemerini sıkıca bağladı ve odadan çıktı.

Kapıyı kapattığında, dışarının serin sabah havası yüzüne çarptı. Sokaklar henüz tenhaydı, taş kaldırımlara sabah sisinin ağırlığı çökmüştü. Seren ağır adımlarla ana kuleye doğru yürümeye başladı. Kule, sisin ardında bir gölge gibi yükseliyordu. Her adımıyla kasabayı yavaş yavaş uyandıran sabah sesleri duyuluyor, ama onun zihninde hala rüyadan kalan bir ağırlık asılı duruyordu. Yine de o ağırlıkla yaşamaya alışmış gibiydi. Sonuçta, bir kumandan olarak hayatının gösterişten uzak ama sorumlulukla dolu olacağını çoktan kabullenmişti.

Sisli sabah sokaklarında ilerlerken, Seren’in kulağına tiz bir çığlık karıştı. Başını çevirdiğinde iki çocuğu gördü, yaşları on, bilemedin on bir. Birinin eli sürekli ötekinin omzuna iniyor, küçük darbelerle arkadaşını itip kakıyordu. Sessizliği bozan bu görüntü Seren’in dikkatini çekti. Adımlarını yavaşlattı, sonra yönünü onlara çevirdi. Çocukların yanına vardığında sesi sert ve buyurgan çıktı. "Yeter lan! Bir daha elini kaldırmayacaksın. Anladın mı?" Sataşan çocuk, Seren’in beklediği gibi geri adım atmadı. Dudaklarını büküp başını kaldırarak meydan okudu. "Sen kimsin ki bana ne yapacağımı söyleyeceksin?" Seren’in gözleri bir anda daraldı. Çenesini sıkarak öne doğru bir adım attı. Sesini yükseltmedi ama her kelimesi keskin bir kılıç gibi çıktı. "Ben Seren Wynnelis. Bu toprakların savaş kumandanıyım. Adımı unutma." Sonra öfkesini gizlemeyip sert bir tonla ekledi. "Ve bir daha vurursan kafanı kırarım senin."

Çocuğun yüzünden kan çekildi. Dudakları titredi, gözleri doldu. Bir "özür dilerim" mırıldanarak gözyaşları içinde koşup uzaklaştı. Arkada kalmış diğer çocuk şaşkın bir yüz ifadesiyle. "Teşekkür ederim, efendim." dedi. Seren omuzunu dik tutarak ona baktı, yüzündeki ifade hala sertti ama sesinde biraz yumuşama vardı. "Git şimdi onun yanına. Barışın, anlaşın. İkinizi de bir daha böyle görmeyeyim, kızdırmayın beni." Çocuk başını salladı, ardından gözyaşları içinde kaçan arkadaşının peşinden koştu. Seren kısa bir an onları izledi, sonra kıyafetinin ucunu düzeltip yoluna devam etti. Ana kule, sisin arasından daha da belirginleşiyor, ağır adımları taş sokaklarda yankılanıyordu.

Seren ağır adımlarla ilerledikçe sisin içinden ana kule yükseldi. Taştan örülmüş ihtişamlı gövdesi sabahın solgun ışıklarıyla parlıyor, surların gölgesi kasabanın üzerine düşüyordu. Demir kapının önünde nöbet tutan askerler, onu görür görmez doğruldular. Zırhlarının tok sesiyle mızraklarını yere vurdular, selam verdiler. Kulenin içine girdiğinde soğuk taş duvarlardan yankılanan adımları, içerdeki sessizliği böldü. Koridor boyunca dizilen askerler aynı disiplinle selamladılar. Seren, gözlerini hafifçe kısarak karşılık verdi, gösterilen saygıyı reddetmedi, ama kendini göstermek için de abartıya ihtiyaç duymuyordu.

Büyük salonun kapıları açıldığında, konsey üyelerinin oturduğu uzun masanın önünde durdu. Her biri farklı yaştan, farklı unvanlardan adamlardı. Kimisinin bakışlarında saygı, kimisinde ise hala ona "çocuk" gibi bakan bir küçümseme seziliyordu. Seren, onların bu bakışlarını yıllardır fark ediyordu, savaş meydanında kanın ortasında komuta ettiği günleri bile görmezden gelerek, onu hala toy bir evlat gibi görenler vardı. Oysa o, içten içe sevilmekten hoşlanıyordu, insanların güvenini kazanmak ona güç veriyordu. Ama görev sırasında en ufak bir laubaliliğe tahammülü yoktu. Onun gözünde sevgi, ciddiyetin gölgesinde kalmalıydı.

Salonda kısa bir sessizlik oluştu. Seren öne çıktı, sesi yüksek ama sakindi. "Geldim. Bence tartışmamız gereken problemler açık. Hemen uzatmadan başlayalım isterseniz. Ne yapmamı istiyorsunuz?" Bakışlarını tek tek konsey üyelerinin üzerinde gezdirdi. O an tek isteği, gerçekten ciddiye alınmaktı. Artık çocuk olmadığını, bir kumandan olduğunu kabul ettirmek.
Image
User avatar
GM-Velatria
Gamemaster
Gamemaster
Posts: 59
Joined: Sun Jul 20, 2025 11:18 am

Re: [Seren Wynnellis] Kılıcın Ardındaki Harp

Post by GM-Velatria »

Kapılar ağır bir gıcırtıyla açılıyor. Salon, kule mimarisinin bütün soğuk ihtişamını taşıyor. Taştan örülmüş yüksek tavanlı mekân, loş ışık saçan uzun şamdanlarla aydınlatılmış; her ışık, karanlığı biraz olsun dağıtıyor ama köşelerde gölgeler kalıyor. Zemine serilmiş koyu renk halının ortasında uzun bir masanın iki ucunda iki figür oturuyor. Gün ışığının buraya ulaşmasını istiyorsun ancak güneş bu odaya giremiyor. Masada oturan figürlere bakıyorsun. Onları tanıyorsun.

Karanlık Yazıt Kardeşliği'nin iki üyesi. Alacakaranlık Kuleleri’nin özünü oluşturan meclis. Büyüyü, yazıtları, kadim sırları koruyan; çoğu zaman senin orduna “üstten” bakan, ama her daim iktidarın gerçek sahipleri olan bir topluluk. Onlarla aynı masaya oturmak savaş meydanına çıkmaktan farklı bir sınav aslında.

Thalvera'ya ilişiyor gözlerin. Gölgeler Hanımı, ince parmaklarını ritmik biçimde masaya vuruyor. Yüzünde hafif, alaycı bir tebessüm var. Onun işi gölgeler, casuslar, sırlar. Konuştuğunda iğneleyici bir tat taşır, gerçek niyeti çoğu zaman sisin ardında kalır. İlk bakışta, varlığı odadaki havayı ağırlaştıran bir kadın. Ne güzel ne çirkin denebilir; yüzünde sadece “rahatsız edici bir gerçeklik” var. Gözlerinin altındaki morluklar, yıllarca uykusuz kalmış birinin değil de gölgelerin bizzat tenine işlemiş olduğunu gösteriyor.
► Show Spoiler

Karşısında ise Eryndor, Baş Yazıtçı. Önünde açık duran kalın bir defter var. Başını kaldırdığında gözleriniz denk geliyor. Bakışları soğuk ama suçlayıcı değil; daha çok ölçüp biçen, seni “bir kayda değer not” gibi tartan bir bakış. Yazıtların ve düzenin bekçisi, kardeşliğin en katı ama en güvenilir yüzlerinden. Bir kütüphanenin gölgesinden çıkmış gibi duran, yaşlı ama diri bir figür. Yüzünde duygu değil de, yalnızca hesap ve ölçüm var gibi.
► Show Spoiler

Masadan biraz geride, sağ ve solunda iki gölge gibi dikilen kumandanların Miraen ve Keldric'i görüyorsun. Kapıdan girer girmez omuzlarını dikleştirip hazırola geçiyorlar. Yüzlerinde taş gibi bir ciddiyet var, tek kelime etmeden dikiliyorlar. Onların bir konsey oturumunda bulunması başlı başına tuhaf; bu, sıradan bir askeri toplantı değil. Bu odada asıl olması gereken diğer konsey üyelerinin yokluğu dikkatini çekiyor. Yerlerine senin kumandanlarının getirilmiş olması, işin ciddiyetini daha da belirgin kılıyor.

Havanın gerginliği omuzlarına yükleniyor. Thalvera parmağını son kez masaya vuruyor ve başını kaldırıyor. “Ne hoş, sonunda teşrif ettiniz Kumandan. Salona girişinizle birlikte, sanki sis biraz daha çöktü. Belki de bu bizim halüsinasyonumuzdur… Son zamanlarda askerlerinizin paylaştığı sanrılardan farksız.” Thalvera kendine yaraşır iğneleyici bir giriş yapıyor. Arkada duran kumandanlarının gerginliğini hissedebiliyorsun.

Bir an sessizlik. Ardından Eryndor, defterin üzerindeki kalemi yavaşça bırakıyor.

“Meclisin adına seni buraya çağırmamızın sebebini biliyorsun. Kabuk Madeni’nden, Al Messem’den, denizden gelen raporların ağırlığını inkâr edemeyiz. Çelik ve disiplinin ötesinde bir meseleyle karşı karşıyayız. Sana güveniyorum, ama… Konuşmamız gerektiğini düşünüyoruz.”

Thalvera ne kadar iğneleyici ise Eryndor o kadar güven tazeliyor.
Post Reply