[Tamanthar Talarkiyalığı] Su çekilir, tuzu kalır.
- Dariavarth Eghianos
- Tamanthar
- Posts: 10
- Joined: Wed Jul 23, 2025 5:01 pm
[Tamanthar Talarkiyalığı] Su çekilir, tuzu kalır.
Tak, tak, tak.
Attığım her bir adımda bana ve etrafıma ne olduğumu hatırlatan bir melodiydi bu. Ateşlenen onca topun dahi susturamadığı ve ancak bu patlamaların kulağımda bıraktığı çınlamayla dindirebildiği ama asla yok edemediği bir melodi. Benim için alışılmış bir şey olsa da Tamantharlılar hâlâ bu ahenge alışmış değildi. Belki de bilerek bu sesten kaçınıyorlardı. Etraftan tek çıt çıkmaz; herkes ya iyice yaptığı işe gömülür ya da basitçe bir köşede saklanırdı. Yine de bu durum beni üzmekten ziyade huzurlu ediyordu.
Kapıyı açarken tozlu ve dağınık bir yer görmeyi bekliyordum. Bıraktığım gibi ve üzerine geçen zamanın tozları… Tak, tak, tak. Ve işte parlamaktan başka bir işe yaramayan altın varaklı o kapı kolu aşağıya doğru kırılıyor. Beklediğim gibi değildi. Temiz, düzenli ve hatırladığımdan daha güneşli… Belki de Maerith bir şeyler ayarlamıştı. Tak, tak, tak. Ve işte yerime oturuyorum.
Kamaranın penceresinden dışarıya bakıyordum. Vot'on-Ushyol’dan ayrılalı çok olmamıştı; ancak adanın o karanlık silüeti çoktan yok olmuştu. Engin denizden başka bir şey görünmüyordu. Bu, genel kanının aksine rahatlatıcı bir şey değildi. En azından bir süre sonra… Nereye bakarsan bakınca görülen mavilik, insanın küçüklüğünü hatırlatıyor ve bu altımızda yüzen tahtalar olmasa ne kadar aciz olduğumu hatırlatıyordu.
Gözüme özenle yerleştirilmiş ve parlatılmış monoküler çarpıyordu. Monokülerle bir yerlere bakmak keyifliydi; özellikle de doğuya doğru bakarken. Bu, sanki küçük bir çocukmuşum da birilerini dikizliyormuşum gibi hissettiriyordu. Sır Limanı’nda demirleyen balıkçılar, sahil boyunca bir şeyler satmaya çalışan sefiller… Hepsi, kendilerine bakan bir «canavar»dan habersizdi. Bu zararsızdı. Hem onlar için hem benim için. Fakat batıya doğru bakmak, içime daima bir şüphe, huzursuzluk getiriyordu. Bir yerin ne kadar uzakta olduğunu bilememek, gördüklerim hakkında bir fikir dahi yürütememek ve tamamıyla bilgisiz kalmak bana yine acizliğimi hatırlatıyordu. Bundan nefret ediyordum.
Sandalyemi yavaşça çeksem de o sürtünme sesi bütün odayı inletmişti. Maerith masaya birkaç kitap ve Girdapkent’ten Sır Limanı’na uzanan hattın kabataslak çizili bir haritayı bırakmıştı. Kitaplara şöyle bir göz atsam da bir şey ilgimi çekmemişti. Yıllardır ağaç kesip kereste düzlemekten başka bir şey yapmayan bu elleri eğitecek şey artık kitaplar değildi.
Tuz Meclisi ilk kez karadan uzakta toplanacaktı. Aylardır limanlar yağmalanıyor, vergiler alınıyordu; fakat Tamanthar ilk kez tam anlamıyla denizde varlığını sürdürüyordu. Hazırlanacak çok bir şey yoktu. Her şey yerli yerindeydi ve genellikle meclis toplantıları -en azından benim için- sembolik bir ritüel haline gelmişti. Odadan çıkmaya hazırlanırken kapı vuruldu: "Tık, tık, tık."
Bu elbette şaşırtıcı bir şeydi. "Girin." dedim, istifimi bozmadan. Kapı usulca açılmıştı. İçeri Sona Carmagnola girmişti. Bu, daha 20’li yaşlarının ortasında olan bir kadındı. Kızıl kestane saçları, tombul bir yüzü ve orta boylu biriydi. Onu görmeyeli uzun zaman olmuştu; belki de köle sahibinin elinden aldığımdan beri görmemiştim. Onu görünce anılar da beraber geliyordu. Onu gördüğümde başını yerden kaldıramayan bir kızı hatırlıyordum; başına gelenlerden ötürü her şeyden korkan, kaçan ve istismar edilen bir kız… Böyle şeyler beni etkilemezdi; zira başkasının talihsizliklerine ağlayacak gözyaşım kalmamıştı. Ancak onun gözünde bir alev vardı. Bu sessizlik, bir utançtan değildi; bir şeyi yapamayacak olmanın bilinci ve ona gizlenmiş olan haset öfkeydi. Bunu gördüğüm anda ona adını sormuştum. Bu, onun o öfkeli bakışlarını üstüme çekmekten başka hiçbir şeye yaramamıştı. O bana öfkeli gözlerle baktı; ben ise… doğrusu hatırlamıyorum. Fakat nihayetinde bir şey yapabileceği de yoktu.
Onun sahibinin kim olduğunu az çok soruşturarak öğrenmiştim. Sır Limanlı bir tacirdi. Bu dünyada ne kadar tekdüze olunabilirse o kadar tekdüzeydi. Sır Limanı’ndan topladığı malları Kuzey Çölleri’ne satıyor, Tamanthar’a tuz payını ödüyor ve karşılığında da Zhaar’dan elde edilen artifaktlarla servet kuruyordu. Servetiyle özgürleşiyor, özgürleştikçe de azıyordu. İsmi ve hikâyesi lazım değil. Nihayetinde onu son gördüğümde Sona’nın önünde diz çökmüş duruyordu. Öldürdü mü, serbest mi bıraktı, akıbetini bilmiyorum. Ben yalnızca Sona’nın karnından istemediği çocuğu çıkarttım ve «baba»sına yedirttim. Kıza göre adil olan buydu, yaptım.
"Sona." dedim, pek de içten görünmediğini bildiğim bir gülümseme ile. "Vekilin burada olur sanıyordum." Bu sırada oturaklardan birini gösterdim. Sona da buyrulduğu gibi oturdu. Başını hafifçe öne eğdi; askeri ve resmi bir selamdı bu. "Sağ olun Talark’ım." dedi. Bir süre ne için geldiğini öğrenmek için beklemek zorunda kaldım. Bu, pek de sabırla bekleyebileceğim bir süre değildi. "Ne için gelmiştin?" diye sordum.
"Bunu yapabileceğimden emin değilim." dedi. Sözleri, odanın içinde ağır ağır asılı kaldı; tıpkı rüzgârsız bir gecede limanda salınan boş bir yelken gibi. Ne demek istediğini biliyordum elbette. Sona’nın bir kalyon kaptanı olmasını ben istemiştim. Teamüllere aykırıydı; ne kadar yetenekli olursa olsun yaşı fazla gençti, hem de kadın olduğu için diğer kaptanların önyargıları onun önüne set çekmeye hazır bekliyordu. Ondan mucizevi zaferler, büyük amirallikler beklemiyordum. Bu yüzden onu, görece sakin sayılan batı sularına göndermiştim. Amacım, ona dünyanın yükünü omuzlatmak değildi. Ben yalnızca, tutuşmaya başlayan bir ateşe üflemek ve onu harlamak istiyordum. Hepsi bu.
"Bana neden 'Davet Edilmeyen' dediklerini biliyor musun, Sona?" diye sordum. Cevabı tahmin etmek zor değildi; bu yüzden yanıtını beklemeden devam ettim. "Bir topal… bugünlerde bile pek kıymetli sayılmaz, bilirsin. Ama bunu, Zhaar’ın dehşetinin gökyüzünü örttüğü o karanlık günlerde düşün. İnsan yerine bile konmazdın. Yanında tutanlar seni, ancak ve ancak vahşi bir hayvanın önüne kendisini bırakması için sunacağı bir kurbanlıktan fazlası olarak görmezdi. Gözler bana bakar ama beni görmezdi; adım söylenir, yüzüm hatırlanmazdı. İstenmezdim." Ayağa kalkarak Sona’nın karşısına doğru yürüdüm ve oturdum. "Peki şu an isteniyor muyum? Bekleniyor muyum? Davet ediliyor muyum?" Gözlerimi genç kızın gözlerinin içine diktim. "Hayır!" diyerek bağırdım. Ellerini tuttum ve gittikçe sıkarak devam ettim. "Eskiden bu lakaptan ben nefret ederdim. Artık onlar ediyor."
Ellerini bıraktım. "İstemiyor olabilirsin. Belki beni yanıltıyor da olabilirsin. Fark etmez, güzel kızım. Kaybedeceğim en kötü şey bir kalyon olur." Ayağa kalktım ve masama doğru geri yürüdüm. Arkam dönükken cümleme devam ettim. "En iyi ihtimalle de yalnızca bir kaptan kaybederim." Masama oturduğumda yeniden ona doğru baktım. "Başka bir şey yoksa çıkabilirsin." Bu, nezaketen söylediğim bir cümle değildi. Emirdi. Ben de bunu biliyordum, Sona da. "Emredersiniz." diyerek odadan usulca ayrıldı.
Sona düşünceli suratlarla odadan çıkarken yeniden yalnız başıma kalmıştım. Başımı önümdeki haritaya gömdüm ve körfezdeki asi limanları, boyun eğenleri izlemeye başladım. Geminin yönü Girdapkent’e doğru gidiyordu; fakat manevra yapmak üzere bir bölük askeri yelkenlilerin başında hazır tutmuştum. Bu, yalnızca manevrayla alakalı değildi. Körfez’e ilk kez dört kalyon beraber girmekle kalmıyor, üzerine bir de Tamanthar ile giriyorduk. Buna karşı Zhaar’ın, Valmoralıların veya Loncaların nasıl bir tepki vereceğini görmek için de bekliyordum. Yakut Fenerler’in görüş menziline girmeden evvel toplantıyı halletsek iyi olacak gibiydi. Kapıya doğru "Omeliyan!" diye bağırdım. Ben daha kelimeyi bitirmeden Omeliyan içeri apar topar girdi ve selam verip "Buyurun Talark Hazretleri!" diyerek önümde bitti. "Aranessa’yı bul. Meclis yolunda beni yakalasın. Toplantıya girmeden önce birkaç şey sormak istiyorum!" Omeliyan emri kabul edip hızlıca yanımdan ayrılırken ben de yerimden kalkarak yola koyuldum.
Tak, tak, tak.
Attığım her bir adımda bana ve etrafıma ne olduğumu hatırlatan bir melodiydi bu. Ateşlenen onca topun dahi susturamadığı ve ancak bu patlamaların kulağımda bıraktığı çınlamayla dindirebildiği ama asla yok edemediği bir melodi. Benim için alışılmış bir şey olsa da Tamantharlılar hâlâ bu ahenge alışmış değildi. Belki de bilerek bu sesten kaçınıyorlardı. Etraftan tek çıt çıkmaz; herkes ya iyice yaptığı işe gömülür ya da basitçe bir köşede saklanırdı. Yine de bu durum beni üzmekten ziyade huzurlu ediyordu.
Kapıyı açarken tozlu ve dağınık bir yer görmeyi bekliyordum. Bıraktığım gibi ve üzerine geçen zamanın tozları… Tak, tak, tak. Ve işte parlamaktan başka bir işe yaramayan altın varaklı o kapı kolu aşağıya doğru kırılıyor. Beklediğim gibi değildi. Temiz, düzenli ve hatırladığımdan daha güneşli… Belki de Maerith bir şeyler ayarlamıştı. Tak, tak, tak. Ve işte yerime oturuyorum.
Kamaranın penceresinden dışarıya bakıyordum. Vot'on-Ushyol’dan ayrılalı çok olmamıştı; ancak adanın o karanlık silüeti çoktan yok olmuştu. Engin denizden başka bir şey görünmüyordu. Bu, genel kanının aksine rahatlatıcı bir şey değildi. En azından bir süre sonra… Nereye bakarsan bakınca görülen mavilik, insanın küçüklüğünü hatırlatıyor ve bu altımızda yüzen tahtalar olmasa ne kadar aciz olduğumu hatırlatıyordu.
Gözüme özenle yerleştirilmiş ve parlatılmış monoküler çarpıyordu. Monokülerle bir yerlere bakmak keyifliydi; özellikle de doğuya doğru bakarken. Bu, sanki küçük bir çocukmuşum da birilerini dikizliyormuşum gibi hissettiriyordu. Sır Limanı’nda demirleyen balıkçılar, sahil boyunca bir şeyler satmaya çalışan sefiller… Hepsi, kendilerine bakan bir «canavar»dan habersizdi. Bu zararsızdı. Hem onlar için hem benim için. Fakat batıya doğru bakmak, içime daima bir şüphe, huzursuzluk getiriyordu. Bir yerin ne kadar uzakta olduğunu bilememek, gördüklerim hakkında bir fikir dahi yürütememek ve tamamıyla bilgisiz kalmak bana yine acizliğimi hatırlatıyordu. Bundan nefret ediyordum.
Sandalyemi yavaşça çeksem de o sürtünme sesi bütün odayı inletmişti. Maerith masaya birkaç kitap ve Girdapkent’ten Sır Limanı’na uzanan hattın kabataslak çizili bir haritayı bırakmıştı. Kitaplara şöyle bir göz atsam da bir şey ilgimi çekmemişti. Yıllardır ağaç kesip kereste düzlemekten başka bir şey yapmayan bu elleri eğitecek şey artık kitaplar değildi.
Tuz Meclisi ilk kez karadan uzakta toplanacaktı. Aylardır limanlar yağmalanıyor, vergiler alınıyordu; fakat Tamanthar ilk kez tam anlamıyla denizde varlığını sürdürüyordu. Hazırlanacak çok bir şey yoktu. Her şey yerli yerindeydi ve genellikle meclis toplantıları -en azından benim için- sembolik bir ritüel haline gelmişti. Odadan çıkmaya hazırlanırken kapı vuruldu: "Tık, tık, tık."
Bu elbette şaşırtıcı bir şeydi. "Girin." dedim, istifimi bozmadan. Kapı usulca açılmıştı. İçeri Sona Carmagnola girmişti. Bu, daha 20’li yaşlarının ortasında olan bir kadındı. Kızıl kestane saçları, tombul bir yüzü ve orta boylu biriydi. Onu görmeyeli uzun zaman olmuştu; belki de köle sahibinin elinden aldığımdan beri görmemiştim. Onu görünce anılar da beraber geliyordu. Onu gördüğümde başını yerden kaldıramayan bir kızı hatırlıyordum; başına gelenlerden ötürü her şeyden korkan, kaçan ve istismar edilen bir kız… Böyle şeyler beni etkilemezdi; zira başkasının talihsizliklerine ağlayacak gözyaşım kalmamıştı. Ancak onun gözünde bir alev vardı. Bu sessizlik, bir utançtan değildi; bir şeyi yapamayacak olmanın bilinci ve ona gizlenmiş olan haset öfkeydi. Bunu gördüğüm anda ona adını sormuştum. Bu, onun o öfkeli bakışlarını üstüme çekmekten başka hiçbir şeye yaramamıştı. O bana öfkeli gözlerle baktı; ben ise… doğrusu hatırlamıyorum. Fakat nihayetinde bir şey yapabileceği de yoktu.
Onun sahibinin kim olduğunu az çok soruşturarak öğrenmiştim. Sır Limanlı bir tacirdi. Bu dünyada ne kadar tekdüze olunabilirse o kadar tekdüzeydi. Sır Limanı’ndan topladığı malları Kuzey Çölleri’ne satıyor, Tamanthar’a tuz payını ödüyor ve karşılığında da Zhaar’dan elde edilen artifaktlarla servet kuruyordu. Servetiyle özgürleşiyor, özgürleştikçe de azıyordu. İsmi ve hikâyesi lazım değil. Nihayetinde onu son gördüğümde Sona’nın önünde diz çökmüş duruyordu. Öldürdü mü, serbest mi bıraktı, akıbetini bilmiyorum. Ben yalnızca Sona’nın karnından istemediği çocuğu çıkarttım ve «baba»sına yedirttim. Kıza göre adil olan buydu, yaptım.
"Sona." dedim, pek de içten görünmediğini bildiğim bir gülümseme ile. "Vekilin burada olur sanıyordum." Bu sırada oturaklardan birini gösterdim. Sona da buyrulduğu gibi oturdu. Başını hafifçe öne eğdi; askeri ve resmi bir selamdı bu. "Sağ olun Talark’ım." dedi. Bir süre ne için geldiğini öğrenmek için beklemek zorunda kaldım. Bu, pek de sabırla bekleyebileceğim bir süre değildi. "Ne için gelmiştin?" diye sordum.
"Bunu yapabileceğimden emin değilim." dedi. Sözleri, odanın içinde ağır ağır asılı kaldı; tıpkı rüzgârsız bir gecede limanda salınan boş bir yelken gibi. Ne demek istediğini biliyordum elbette. Sona’nın bir kalyon kaptanı olmasını ben istemiştim. Teamüllere aykırıydı; ne kadar yetenekli olursa olsun yaşı fazla gençti, hem de kadın olduğu için diğer kaptanların önyargıları onun önüne set çekmeye hazır bekliyordu. Ondan mucizevi zaferler, büyük amirallikler beklemiyordum. Bu yüzden onu, görece sakin sayılan batı sularına göndermiştim. Amacım, ona dünyanın yükünü omuzlatmak değildi. Ben yalnızca, tutuşmaya başlayan bir ateşe üflemek ve onu harlamak istiyordum. Hepsi bu.
"Bana neden 'Davet Edilmeyen' dediklerini biliyor musun, Sona?" diye sordum. Cevabı tahmin etmek zor değildi; bu yüzden yanıtını beklemeden devam ettim. "Bir topal… bugünlerde bile pek kıymetli sayılmaz, bilirsin. Ama bunu, Zhaar’ın dehşetinin gökyüzünü örttüğü o karanlık günlerde düşün. İnsan yerine bile konmazdın. Yanında tutanlar seni, ancak ve ancak vahşi bir hayvanın önüne kendisini bırakması için sunacağı bir kurbanlıktan fazlası olarak görmezdi. Gözler bana bakar ama beni görmezdi; adım söylenir, yüzüm hatırlanmazdı. İstenmezdim." Ayağa kalkarak Sona’nın karşısına doğru yürüdüm ve oturdum. "Peki şu an isteniyor muyum? Bekleniyor muyum? Davet ediliyor muyum?" Gözlerimi genç kızın gözlerinin içine diktim. "Hayır!" diyerek bağırdım. Ellerini tuttum ve gittikçe sıkarak devam ettim. "Eskiden bu lakaptan ben nefret ederdim. Artık onlar ediyor."
Ellerini bıraktım. "İstemiyor olabilirsin. Belki beni yanıltıyor da olabilirsin. Fark etmez, güzel kızım. Kaybedeceğim en kötü şey bir kalyon olur." Ayağa kalktım ve masama doğru geri yürüdüm. Arkam dönükken cümleme devam ettim. "En iyi ihtimalle de yalnızca bir kaptan kaybederim." Masama oturduğumda yeniden ona doğru baktım. "Başka bir şey yoksa çıkabilirsin." Bu, nezaketen söylediğim bir cümle değildi. Emirdi. Ben de bunu biliyordum, Sona da. "Emredersiniz." diyerek odadan usulca ayrıldı.
Sona düşünceli suratlarla odadan çıkarken yeniden yalnız başıma kalmıştım. Başımı önümdeki haritaya gömdüm ve körfezdeki asi limanları, boyun eğenleri izlemeye başladım. Geminin yönü Girdapkent’e doğru gidiyordu; fakat manevra yapmak üzere bir bölük askeri yelkenlilerin başında hazır tutmuştum. Bu, yalnızca manevrayla alakalı değildi. Körfez’e ilk kez dört kalyon beraber girmekle kalmıyor, üzerine bir de Tamanthar ile giriyorduk. Buna karşı Zhaar’ın, Valmoralıların veya Loncaların nasıl bir tepki vereceğini görmek için de bekliyordum. Yakut Fenerler’in görüş menziline girmeden evvel toplantıyı halletsek iyi olacak gibiydi. Kapıya doğru "Omeliyan!" diye bağırdım. Ben daha kelimeyi bitirmeden Omeliyan içeri apar topar girdi ve selam verip "Buyurun Talark Hazretleri!" diyerek önümde bitti. "Aranessa’yı bul. Meclis yolunda beni yakalasın. Toplantıya girmeden önce birkaç şey sormak istiyorum!" Omeliyan emri kabul edip hızlıca yanımdan ayrılırken ben de yerimden kalkarak yola koyuldum.
Tak, tak, tak.
- Aranessa Saltspite
- Tamanthar
- Posts: 14
- Joined: Wed Jul 23, 2025 5:17 pm
Re: [Tamanthar Talarkiyalığı] Su çekilir, tuzu kalır.
Tamanthar'ın en derin noktasında bulunan zifiri karanlık bir odadan yükselen acı dolu inleme sesleri bütün koridoru inletiyor ve çevredekilerin rahat bir gece geçirmesine engel oluyordu. Koridor boyunca uzanan sayısız oda ve içerilerindeki sayısız insanın tek bir dileği vardı; ölmek. Burası herkesin varlığından haberdar olduğu fakat kimsenin gitmeye cüret edemediği bir yerdi. İnsanların korktuğu şey içeride karşılaşacakları değil, bu bölgenin sahibiydi. Aranessa Saltspite... Talark harici neredeyse kimse ona karşı çıkma cüretini dahi gösteremezdi. Gülümsemesi bile korkunç, canice olan bu yaratık sadece Tamanthar dışındakilere korku salmakla kalmıyor, geminin içerisinde de büyük bir korku figürü olarak baş gösteriyordu. İnsanlar onun adını dahi anmaktan korkar vaziyetteydi, genellikle kendisine Diplomat diye hitap edilirdi. Peki ondan bu kadar korkulmasının asıl nedeni neydi? Savaşta gösterdiği acımasızlığı mı? Yoksa kölelerine karşı insan dışı davranışları mı? Elbette bunların da etkisi vardı fakat asıl korku faktörü onun bakışlarında gizliydi. Onunla göz göze gelen insanlar içerisindeki saf kötülüğü net bir şekilde görebiliyordu. Gülümserken dahi küçük çocukların ağlamasına, yetişkinlerin korkudan kaskatı kesilmesine vesile oluyordu... Her ne kadar Aranessa bugüne kadar gemide bulunan herhangi bir vatandaşa kötü davranmamış olsa da hakkında çıkan dedikodular bütün gemiyi inletiyordu. Onun hakkında kötü konuşan insanların bir anda ortadan kaybolduğunda ve bir daha ortaya çıkmadığına dair olan dedikodu ise en çok yayılanıydı. Hemen hemen herkes Aranessa'nın işkence katından haberdardı fakat birkaç kişi haricinde kimsenin kapısının önünden geçmeye dahi cesareti yetmezdi.
Hikayemizin kahramanı Omeliyan, Yüce Talark'tan aldığı emirle birlikte istemeyerek de olsa geminin şeytanıyla görüşmek için harekete geçmişti. İlk olarak soluğu Aranessa'nın diplomasi işlerini yürüttüğü odasında almıştı fakat onu orada bulamamıştı. İçeride bulunan konuşma yetisi elinden alınmış bir yaver, odanın hemen arka kısmında bulunan merdivenleri gösterdi. Omeliyan'ın tüyleri diken diken oldu, hafifçe irkildi. Burası Aranessa'nın direkt olarak işkence katına inen bir merdiven olmasına rağmen kendisi ve izin verdiği insanlar harici kullanımı kati bir şekilde yasaklanmıştı. Omeliyan daha önce birkaç kez oraya gitmek zorunda kalmıştı ve her ne kadar kendisine güvenen birisi olsa da hiçbir zaman orada bulunmayı sevmemişti. Omeliyan Diplomatın dilsiz yaverine başıyla selam verdikten sonra odadan çıkmış ve üfleyip püfleyerek geminin en ücra köşelerine doğru yolculuğuna başlamıştı.
Tamanthar genel olarak temiz bir yer olmasına rağmen pis bölgeleri de vardı. Uyuşturucu ticaretinin ve fuhuşun aktif bir şekilde işletildiği bu bölge bir çok kişi tarafından göz ardı ediliyordu, zira bunların da genel ihtiyaçlar arasında olduğunun farkındalardı. Tamanthar kesinlikle bir ütopya değildi fakat karada bulunan bir çok yere kıyasla daha da yaşanılabilir bir yer olduğu söylenebilirdi... Omeliyan kendisine yanaşmaya çalışan kadınların tekliflerini kibarca reddederek yolculuğuna devam etti. İlerlemeye devam ettikçe sokaklar sessizleşti, insan sayısı azaldı. Sıradan gözüken bir binanın kapısını açtığında içerideki yaklaşık 20 askerle karşılaştı. Kimilerinin derileri yüzülmüş, kimilerinin ağzı, kimilerininse gözleri dikilmişti. Karşılaştığı kişilerin insan dahi olduğundan şüphelenilebilirdi... Onları gördüğü anda derin bir nefes alarak geliş amacını açıkladı. Aralarından daha önce gördüğü birkaç kişi geçmesi için izin verdi. Omeliyan tekrardan derin bir nefes aldı ve geminin en derin noktasına giden merdivenlere ilk adımını attı.
Attığı her adımla birlikte acı dolu çığlıklar daha da net bir şekilde duyulur hale geliyordu. İçeride hiçbir güvenliğin olmaması, yukarıdaki askerlerin dahi aşağıya inmeye çekindiğinin yegane göstergesiydi. Yukarıdakiler sadece kimsenin kaçmadığından emin olmak için oradalardı, kimilerine göre birer benlikleri dahi yoktu... Omeliyan bir süre daha çığlıkların arasında yürüdükten sonra diğerlerinden farksız gözüken bir kapının önünde durdu, kendisini toparlamak için birkaç saniye nefes alıp verdi. Tam kapıyı tıklatacağı anda içeriden duyduğu bir sesle birlikte irkildi.
"Gelebilirsin."
Omeliyan'ın kendisini toparlaması için birkaç saniye daha beklemesi gerekti. Cesaretini toparladıktan sonra kapıyı nazikçe iterek içeriye doğru girdi. Oda genel olarak korkutucu bir havaya sahip olmasına rağmen o anda Omeliyan'ın gözüne ne etraftaki işkence aletleri, ne de dekor için etrafa asılmış insan kafatasları gelmişti. Odanın en uç köşesindeki masasında oturan, umursamaz bir şekilde masasındaki bir insan kafatasını parmağıyla dürten Diplomat içerideki her şeyden daha korkunçtu zira.
Diplomat onun odaya girdiğini gördüğü anda bakışlarını Omeliyan'a çevirdi. Her zamanki gibi gözlerinin içerisinde derin bir karanlık vardı fakat Omeliyan'ı korkutan şey bu olmamıştı. Onu korkutan şey Diplomat'ın o anda oldukça sıkılmış görünüyor olmasıydı. Söyleyeceği bir sözle birlikte kendisini hedef haline getirebilirdi. Her ne kadar Talark'ın yaveri olsa da Talark'ın Diplomat'a kendisinden daha fazla güvendiğinin bilincindeydi. Her an üst katta gördüğü yaratıklardan birisine dönüşebilirdi, belki de dönüşecekti de. Onu bu kaderden kurtaran Diplomat'ın sürekli yanında olan, daha önce defalarca kez karşılaştığı yaver olmuştu. Flynt adındaki bu yaver Diplomat'ın işkence etmemesine rağmen yanında bulundurduğu yegane insandı. Rivayete göre diplomat onu bulduğunda Flynt çoktan konuşma yetisini ve sağ kolunu kaybetmişti fakat buna rağmen Diplomat'ın peşine takılmış ve onun sadakatini bir şekilde kazanmayı başarmıştı... Omeliyan, Flynt'ın çıkardığı hırıltı sesiyle birlikte kendisine gelmiş ve neden buraya geldiğini Diplomat'a iletmişti. Diplomat boş bakışlarını Omeliyan'ın üzerinden çekerek tekrardan önündeki kurukafayla oynamaya başladı. Omeliyan ondan bir yanıt beklercesine birkaç saniye daha orada bekledikten sonra tekrardan bakışların üzerine yöneldiğini gördü. Diplomat'ın ağzından çıkan tek bir söz çıkmıştı.
"Gidebilirsin."
Omeliyan sorgusuz sualsiz bir şekilde odadan çıkarak Talark'ın yanına doğru harekete geçti. Tekrardan o iğrenç sokaklardan geçti fakat bu sefer suratında kocaman bir gülümseme vardı... Uzun yolculuğunun ardından Talark'ın yanına gittiğinde Diplomat'ın çoktan onun yanında olduğunu görmesiyle birlikte odadan çıktı...
Hİkayemizin bundan sonraki kısmını bizzat Diplomat'ın bakış açısından anlatacağız. Omeliyan'ı odasından gönderdikten sonra yaverini de yanına alarak gizli geçitten kendi odasına tırmanmış, hemen ardından da Tuz Meclisine doğru harekete geçmişti. Suratında her zamanki gibi sahte, kocaman bir gülümsemeyle birlikte hareket ediyor olsa da aslında içten içe oldukça heyecanlı bir gün geçireceğini düşünüyordu. Bugün Tuz Meclisinin toplanacağı gündü, yani aksiyon dolu, eğlenceli bir gün onu bekliyordu.
Tuz Meclisi'ne doğru giden yolda Talark'ı gördüğü anda bir anda onun yanında bitiverdi. İçerisinde hiçbir duygu barındırmayan gözlerini Talark'a odakladı ve konuşmaya başladı. "Beni çağırmışsınız Yüce Talark'ım. Özellikle Tuz Meclisi öncesi size nasıl yardımcı olabilirim?" Talark'a hitap ederken dahi hafif bir muziplik barındıran sesi, suratındaki duygusuz gülümseme ile oldukça uyumluydu.
Hikayemizin kahramanı Omeliyan, Yüce Talark'tan aldığı emirle birlikte istemeyerek de olsa geminin şeytanıyla görüşmek için harekete geçmişti. İlk olarak soluğu Aranessa'nın diplomasi işlerini yürüttüğü odasında almıştı fakat onu orada bulamamıştı. İçeride bulunan konuşma yetisi elinden alınmış bir yaver, odanın hemen arka kısmında bulunan merdivenleri gösterdi. Omeliyan'ın tüyleri diken diken oldu, hafifçe irkildi. Burası Aranessa'nın direkt olarak işkence katına inen bir merdiven olmasına rağmen kendisi ve izin verdiği insanlar harici kullanımı kati bir şekilde yasaklanmıştı. Omeliyan daha önce birkaç kez oraya gitmek zorunda kalmıştı ve her ne kadar kendisine güvenen birisi olsa da hiçbir zaman orada bulunmayı sevmemişti. Omeliyan Diplomatın dilsiz yaverine başıyla selam verdikten sonra odadan çıkmış ve üfleyip püfleyerek geminin en ücra köşelerine doğru yolculuğuna başlamıştı.
Tamanthar genel olarak temiz bir yer olmasına rağmen pis bölgeleri de vardı. Uyuşturucu ticaretinin ve fuhuşun aktif bir şekilde işletildiği bu bölge bir çok kişi tarafından göz ardı ediliyordu, zira bunların da genel ihtiyaçlar arasında olduğunun farkındalardı. Tamanthar kesinlikle bir ütopya değildi fakat karada bulunan bir çok yere kıyasla daha da yaşanılabilir bir yer olduğu söylenebilirdi... Omeliyan kendisine yanaşmaya çalışan kadınların tekliflerini kibarca reddederek yolculuğuna devam etti. İlerlemeye devam ettikçe sokaklar sessizleşti, insan sayısı azaldı. Sıradan gözüken bir binanın kapısını açtığında içerideki yaklaşık 20 askerle karşılaştı. Kimilerinin derileri yüzülmüş, kimilerinin ağzı, kimilerininse gözleri dikilmişti. Karşılaştığı kişilerin insan dahi olduğundan şüphelenilebilirdi... Onları gördüğü anda derin bir nefes alarak geliş amacını açıkladı. Aralarından daha önce gördüğü birkaç kişi geçmesi için izin verdi. Omeliyan tekrardan derin bir nefes aldı ve geminin en derin noktasına giden merdivenlere ilk adımını attı.
Attığı her adımla birlikte acı dolu çığlıklar daha da net bir şekilde duyulur hale geliyordu. İçeride hiçbir güvenliğin olmaması, yukarıdaki askerlerin dahi aşağıya inmeye çekindiğinin yegane göstergesiydi. Yukarıdakiler sadece kimsenin kaçmadığından emin olmak için oradalardı, kimilerine göre birer benlikleri dahi yoktu... Omeliyan bir süre daha çığlıkların arasında yürüdükten sonra diğerlerinden farksız gözüken bir kapının önünde durdu, kendisini toparlamak için birkaç saniye nefes alıp verdi. Tam kapıyı tıklatacağı anda içeriden duyduğu bir sesle birlikte irkildi.
"Gelebilirsin."
Omeliyan'ın kendisini toparlaması için birkaç saniye daha beklemesi gerekti. Cesaretini toparladıktan sonra kapıyı nazikçe iterek içeriye doğru girdi. Oda genel olarak korkutucu bir havaya sahip olmasına rağmen o anda Omeliyan'ın gözüne ne etraftaki işkence aletleri, ne de dekor için etrafa asılmış insan kafatasları gelmişti. Odanın en uç köşesindeki masasında oturan, umursamaz bir şekilde masasındaki bir insan kafatasını parmağıyla dürten Diplomat içerideki her şeyden daha korkunçtu zira.
Diplomat onun odaya girdiğini gördüğü anda bakışlarını Omeliyan'a çevirdi. Her zamanki gibi gözlerinin içerisinde derin bir karanlık vardı fakat Omeliyan'ı korkutan şey bu olmamıştı. Onu korkutan şey Diplomat'ın o anda oldukça sıkılmış görünüyor olmasıydı. Söyleyeceği bir sözle birlikte kendisini hedef haline getirebilirdi. Her ne kadar Talark'ın yaveri olsa da Talark'ın Diplomat'a kendisinden daha fazla güvendiğinin bilincindeydi. Her an üst katta gördüğü yaratıklardan birisine dönüşebilirdi, belki de dönüşecekti de. Onu bu kaderden kurtaran Diplomat'ın sürekli yanında olan, daha önce defalarca kez karşılaştığı yaver olmuştu. Flynt adındaki bu yaver Diplomat'ın işkence etmemesine rağmen yanında bulundurduğu yegane insandı. Rivayete göre diplomat onu bulduğunda Flynt çoktan konuşma yetisini ve sağ kolunu kaybetmişti fakat buna rağmen Diplomat'ın peşine takılmış ve onun sadakatini bir şekilde kazanmayı başarmıştı... Omeliyan, Flynt'ın çıkardığı hırıltı sesiyle birlikte kendisine gelmiş ve neden buraya geldiğini Diplomat'a iletmişti. Diplomat boş bakışlarını Omeliyan'ın üzerinden çekerek tekrardan önündeki kurukafayla oynamaya başladı. Omeliyan ondan bir yanıt beklercesine birkaç saniye daha orada bekledikten sonra tekrardan bakışların üzerine yöneldiğini gördü. Diplomat'ın ağzından çıkan tek bir söz çıkmıştı.
"Gidebilirsin."
Omeliyan sorgusuz sualsiz bir şekilde odadan çıkarak Talark'ın yanına doğru harekete geçti. Tekrardan o iğrenç sokaklardan geçti fakat bu sefer suratında kocaman bir gülümseme vardı... Uzun yolculuğunun ardından Talark'ın yanına gittiğinde Diplomat'ın çoktan onun yanında olduğunu görmesiyle birlikte odadan çıktı...
Hİkayemizin bundan sonraki kısmını bizzat Diplomat'ın bakış açısından anlatacağız. Omeliyan'ı odasından gönderdikten sonra yaverini de yanına alarak gizli geçitten kendi odasına tırmanmış, hemen ardından da Tuz Meclisine doğru harekete geçmişti. Suratında her zamanki gibi sahte, kocaman bir gülümsemeyle birlikte hareket ediyor olsa da aslında içten içe oldukça heyecanlı bir gün geçireceğini düşünüyordu. Bugün Tuz Meclisinin toplanacağı gündü, yani aksiyon dolu, eğlenceli bir gün onu bekliyordu.
Tuz Meclisi'ne doğru giden yolda Talark'ı gördüğü anda bir anda onun yanında bitiverdi. İçerisinde hiçbir duygu barındırmayan gözlerini Talark'a odakladı ve konuşmaya başladı. "Beni çağırmışsınız Yüce Talark'ım. Özellikle Tuz Meclisi öncesi size nasıl yardımcı olabilirim?" Talark'a hitap ederken dahi hafif bir muziplik barındıran sesi, suratındaki duygusuz gülümseme ile oldukça uyumluydu.
- Dariavarth Eghianos
- Tamanthar
- Posts: 10
- Joined: Wed Jul 23, 2025 5:01 pm
Re: [Tamanthar Talarkiyalığı] Su çekilir, tuzu kalır.
Paytak adımlarımla ilerlerken Aranessa aniden yanımda belirmişti. Bir karanlığın içinden bir anda ortaya çıkan metalimsi bir koku, "çın çın" sesleriyle yürürken sanki bir melodi çalan takıları. Bir ölüden de soluk, bembeyaz yüzü... Tuz Meclisi'ndekiler bile ona bakmaktan imtina ediyordu fakat ben, nedense onu görmekten hoşlanıyordum. Belki de benden ürkmeden konuşabilen birkaç kişiden biri olmasından idi, kim bilir? Aranessa'nın kendini takdim etmesinden sonra hafifçe gülümsedim. "Önemli bir şey değil, yalnızca onca yolu yalnız başıma gitmek istemedim." dedim. Fakat bunun aynı minvalde bir şaka olduğunu iki taraf da biliyordu.
"Meclis içerisinde uğraşmamak için çağırdım; Kasher'e de soracağım elbette ancak birinci ağızdan duymak daha makbul geliyor. Körfez'e doğru ilerlediğimiz bu dakikalarda gündemimizle alakasız olacak ama, işte n'aparsın... Merak. " dedikten sonra artık ağzımdaki baklayı çıkaracaktım: "Zhaar ile diplomasi denemelerimiz nasıl ilerliyor?"
Bu benim merak ettiğim ve bu dünyada beni en çok heyecanlandıran şeylerden birisiydi. Zhaar'ın ilerlemesi nispeten durmuştu ve biz yani Tamantharlılar bu iki tarafın da gücünün erişemediği bir konumdaydık. Denizde güçlüydük elbette fakat karada bir esamemiz asla okunmazdı. Öyleyse bu durumda kirli oynamak gerekiyordu. İşte burada da devreye Aranessa ve onun diplomasisi giriyordu.
Yanıtımı aldıktan sonra bir şey eklemeyecek ve beraber -bir terslik olmazsa- Tuz Meclisi'ne doğru ilerleyecektik.
"Meclis içerisinde uğraşmamak için çağırdım; Kasher'e de soracağım elbette ancak birinci ağızdan duymak daha makbul geliyor. Körfez'e doğru ilerlediğimiz bu dakikalarda gündemimizle alakasız olacak ama, işte n'aparsın... Merak. " dedikten sonra artık ağzımdaki baklayı çıkaracaktım: "Zhaar ile diplomasi denemelerimiz nasıl ilerliyor?"
Bu benim merak ettiğim ve bu dünyada beni en çok heyecanlandıran şeylerden birisiydi. Zhaar'ın ilerlemesi nispeten durmuştu ve biz yani Tamantharlılar bu iki tarafın da gücünün erişemediği bir konumdaydık. Denizde güçlüydük elbette fakat karada bir esamemiz asla okunmazdı. Öyleyse bu durumda kirli oynamak gerekiyordu. İşte burada da devreye Aranessa ve onun diplomasisi giriyordu.
Yanıtımı aldıktan sonra bir şey eklemeyecek ve beraber -bir terslik olmazsa- Tuz Meclisi'ne doğru ilerleyecektik.
- Aranessa Saltspite
- Tamanthar
- Posts: 14
- Joined: Wed Jul 23, 2025 5:17 pm
Re: [Tamanthar Talarkiyalığı] Su çekilir, tuzu kalır.
Talark'ın ağzından çıkan sözlere karşılık Aranessa'nın suratındaki ifade değişmedi fakat duygusuz gülümsemesinin gizlediği gözlerin içerisinde hafif bir neşe parıltısı belirdi. Onunla konuşurken korkudan sinmeyen sayılı insanlardan olduğundan ötürü Talark ile sohbet etmekten, şakalarına eşlik etmekten hoşlanırdı. Aranessa'nın genel bir güven problemi olduğundan ötürü her şeyini paylaştığı bir insan değildi Talark, yine de onunla diğerlerinden daha çok şey paylaşırdı. Onun yanında ağzı biraz da olsa düşerdi... Aranessa dışarıdan bakıldığında sessiz, gizemli bir tip gibi gözükse de aslında ilgisini cezbetmeyen insanlarla konuşmamayı tercih eden birisiydi. Yaklaşık 10 yıldır peşinde gezdirdiği yaveri Flynth ile bile pek sohbet etmezdi. Oysa Talark onun için oldukça ilgi çekici bir insandı. Hikayesi nesiller boyunca anlatılacak olan bu adamın yanında olmak, onun hikayesine bizzat tanık olmak hoşuna gidiyordu. Tabii bunların hoşuna gitmesinin sebebi Talark'ı sevdiğinden falan değildi. Onu da günün birinde kıracağı oyuncuklardan birisi olarak görüyordu. Acele etmemesinin sebebi ise henüz o günün gelmediğini düşünmesiydi.
"Gönderdiğimiz ilk heyetten hala haber alamadık, aradan geçen süreyi göz önüne alırsak öldüklerini varsayabiliriz... İkinci heyetten biraz umutluyum ama, bu sefer biraz daha yetenekli kişileri seçmeye özen gösterdim. Herhangi bir problemle karşılaşmadılarsa yaklaşık 2-3 gün içerisinde onları gemide görebiliriz. Eğer bu heyette geri dönemezse kendim gitmeyi düşünüyorum. Tabii ondan önce birkaç ay boyunca yerime bakabilecek kadar yetenekli bir ast bulmam gerekiyor. Mahzendeki oyuncaklarımla da ilgilenilmesi gerekiyor, biraz ilgi verilmediğinde hemen kırılıveriyorlar."
Aranessa'nın gönderdiği heyetin amacı Zhaar ile bir diplomatik ilişkinin temelinin atılması ve elçilik kurulmasına öncülük etmesiydi. Tavırlarından bu işi pek umursamadığı düşünülebilse de aslında Aranessa bunu harika bir fırsat olarak görüyordu. Zhaar ile kurulabilecek olası bir ikili ilişki diyarın tam anlamıyla kaosa sürüklenmesindeki ilk ama en önemli adımlardan biriydi.
"Gönderdiğimiz ilk heyetten hala haber alamadık, aradan geçen süreyi göz önüne alırsak öldüklerini varsayabiliriz... İkinci heyetten biraz umutluyum ama, bu sefer biraz daha yetenekli kişileri seçmeye özen gösterdim. Herhangi bir problemle karşılaşmadılarsa yaklaşık 2-3 gün içerisinde onları gemide görebiliriz. Eğer bu heyette geri dönemezse kendim gitmeyi düşünüyorum. Tabii ondan önce birkaç ay boyunca yerime bakabilecek kadar yetenekli bir ast bulmam gerekiyor. Mahzendeki oyuncaklarımla da ilgilenilmesi gerekiyor, biraz ilgi verilmediğinde hemen kırılıveriyorlar."
Aranessa'nın gönderdiği heyetin amacı Zhaar ile bir diplomatik ilişkinin temelinin atılması ve elçilik kurulmasına öncülük etmesiydi. Tavırlarından bu işi pek umursamadığı düşünülebilse de aslında Aranessa bunu harika bir fırsat olarak görüyordu. Zhaar ile kurulabilecek olası bir ikili ilişki diyarın tam anlamıyla kaosa sürüklenmesindeki ilk ama en önemli adımlardan biriydi.
- GM-Velatria
- Gamemaster
- Posts: 59
- Joined: Sun Jul 20, 2025 11:18 am
Re: [Tamanthar Talarkiyalığı] Su çekilir, tuzu kalır.
Off Topic
Karakter yaratırken farketmeden imzaladığınız sözleşme gereği her boşluğu doldurma hakkı bendeniz GM-Velatria'dadır. Tasvir edilmeyen her mekan, tanıtılmayan her NPC bana aittir. Bana ait şeylerin tanımını yaparken olabildiğince söz hakkı tanıyarak yapmaya dikkat edeceğim, bu durumlarda bir sonraki turda evrilmesini istediğiniz şekilde yazabilirsiniz.
İlk turlarda karakterlerinizi sizlerin yerine yönlendireceğim yerler olacak, mazur görün.
İlk turlarda karakterlerinizi sizlerin yerine yönlendireceğim yerler olacak, mazur görün.
Koridorlar birbirini takip ediyor; dolanan insanlar ve iş başındakiler sizi gördüğünde saygıyla selamlayıp ortalıktan kayboluyor. Göze batmama kaygısı hepsinin içine işlemiş. Bu korku Talark'ın varlığı mı yoksa Aranessa'nın söylentileri mi bilmiyorsunuz. İkiniz yan yana olduğunuzda kaygısızca davranabilen çok az insan var. Meclis çok da özel olmayan bir yerde toplanıyor. Tamanthar'ın ön batı ucunda, üst katlarda genişçe bir oda. Büyükçe bir masa, 14 adet sandalyeden oluşuyor. Meclise ulaşan yolda sıkı diyebileceğiniz bir güvenlik var. Bu odaya giden son çıkmaz koridor ise bomboş.
Meclis odasına geldiğinizde kapı yavaşça açılıyor. Maerith.

"Yüce Talark'ım." Hafifçe eğiliyor. Talark saygısını hissedebiliyor ama suratında dostça, eğilmesini anlamsız kılan bir sırıtma da var. "Herkes hazır ancak bekleyebilirler. Rahn dün avladığı balinanın büyüklüğünden bahsediyor, duracak gibi de değil." Tonlaması beklemek ister misiniz gibi değil, beklemeniz gerektiğine dair net bir vurgu var. Eliyle geldiğiniz tarafı işaret edip buyur ediyor, ardından aranızdan geçip o yöne doğru öncülük ediyor size. Adımlarınızı onu takip etmek için hareketlendiriyorsunuz. Maerith sağ kol yenini karıştırıyor ve çok ufak, paslı ve bakımsız bir bıçak çıkarıyor. Keskin tarafından tutuyor, tutamaç kısmı Talark'a gelecek şekilde uzatıyor geriye doğru yürürken. "Bugün ulaştı. Baron Orin'den. Tuz vergisi hususunda yaptığınız sert ama anlayışlı pazarlığa karşı teşekkür ettiğini ileten bir not vardı." Bunun önce Aranessa'ya ulaşması gerektiğini ikiniz de biliyorsunuz. Maerith de bunu seziyor. "Aranessa'ya teslim etmeye çekinmişler." Talark bıçağı incelediğinde anormal bir şey sezmiyor. Baron Orin'in büyülü artefaktlara olan ilgisini bilmese hakaret sayacağı bir hediye hatta.
Gerisin geriye yürüdüğünüz koridorlardan bir merdivene yöneliyor, ağır ağır iki kat aşağı iniyorsunuz. Burada çürümüş balık kokuları karşılıyor sizi. Tepeden inen gaz lambaları hafif hafif sallanıyor. Baktığınızda bir labirentte farksız olan bu bütünleşik binalarda siz refleksif olarak yolunuzu buluyorsunuz. Hangi köşeden ne çıkacağını, kimin nerede olduğunu, hangi kapının ardında neyin saklı olduğunu bilmek için düşünmeye dahi ihtiyacınız yok. Maerith de bu eminlikle ilerliyor.
"Aylar önce Düşdiyar'a şahsi bir meselem için bir yaverimi göndermiştim. Yaşamasını beklemiyordum. Sadece bir teslimattı. Bir balıkçı çocuğu. Yaşıyor. Hala sadık. Sahipsizleri sahiplenmenin en büyük sadakati getirdiğinden şüphem yok." Maerith'in neyden bahsettiğini bilmiyorsunuz, nereye götürdüğü konusunda da fikriniz yok. Sözlerle arasının iyi olduğunu biliyorsunuz sadece. Bir şey anlatıyorsa, günler sürse dahi bir sonuca varır. "Yaşıyor diyince bu toprakların karanlığından sağ çıkmış gibi düşünmeyin. Yaşamasına izin verilmiş. Sırtına baya büyükçe bir tabut çivilenmiş, açılmaz düğümlerle tabutun orada kalacağından da emin olmuşlar." Daha karanlık koridorlara ilerliyorsunuz. Erzak, içki depoları. Erzak depolarının çoğunun unutulmuş şeylerle dolu olduğuna yemin edebilirsiniz, zira koku siz adım attıkça çekilmez hale geliyor. Bir koridoru daha dönüyorsunuz. "Düşdiyar'da sadık bir kaptan bulamayınca Eldwhar Yolu üzerinden İskelet Limanı'na varmayı ummuş. Ancak Eldwhar üzerinde bir kara süvarinin onu yakaladığını anlattı. Tabutu ona sırtlatmış, en yakın deniz kıyısında canına kıydığı bir denizcinin sandalıyla açık denize itelemiş. Bizi nasıl buldu? Zhaar bilir." Tavandan sarkan gaz lambalarından birini alıyor. Ufak bir koridoru daha dönüyor. Karanlıkta zar zor seçilen bir kapıyı gıcırtıyla aralayıp içeri giriyor. Sizin de içeri girmenizle birlikte gaz lambasını havaya kaldırıyor.
Ahşap bir kutuya doğru eğimli yatırılmış boyu ortalama 4 metre, eni 2 metrelik büyükçe bir tabut görüyorsunuz. Üst kapağı açılmış, yanından yerde uzanıyor. "Ne olduğunu bilmeden sana getirmek istemedim Talark'ım." Tabutun içinde bedenimsi bir şey yatıyor. Alt beden sabit. Gövdesi farklı bir bedenden ancak ters yerleştirilmiş ve dikilmiş. Sırtı size bakıyor. Kafası yine ters bir şekilde gövdeye dikilmiş. Kollar yerinde yok. Kollar yerine yukarıya doğru çapraz şekilde duran iki bacak dikilmiş. Gözleri yok, burnu kesilmiş. Ağzında dişler yok. Dudaklarının arasında ufak bir parşömen parçası duruyor.
Aranessa bu kafanın sahibini tanıyor. Gönderdiği ikinci heyetin bir üyesi. Diğer parçaların da sahiplerini çok düşünmeye gerek kalmıyor. Aranessa tabuta doğru bir adım atıyor. Dudakların arasındaki parşömene parçası çok özenilmeden zarf şekli verilmiş. Üzerinde kara balçıktan bir mühür var. Maerith gaz lambasını biraz daha havaya kaldırıyor. "İhanet'in Mirası'na".
Aranessa bu mesajın kendisine iletildiğini rahatlıkla anlıyor. "Açmadım." diyor Maerith. Gerçekten de açılmamış. Mühür olduğu gibi duruyor. Ancak mesaj tabutun kendisi mi yoksa parşömende yazanlar mı meçhul. Parşömeni alıyor, mührü kırarak açıyorsun.
"Dalgaların sesiyle hükmeden Talark'ın elçisine,
Lisanınızın tuzdan ibaret olduğunu, ancak denizlerinizi kanla koruduğunuzu duyduk. Yeni bir devir, eski düzeni yıkmak için sabırsızlanıyor.
Bizim kanımız, bu devrin sancaklarını taşır.
Tuzunuzdan vazgeçin. Bize bir kan vergisi sunun. Ancak istediğimiz, bir kölenin kanı değil; damarlarında ihtiras, gözlerinde isyan parlayan bir canın kanıdır.
Efendim Turk yeni, tartışmasız hükümranlığı için Düşdiyar'a yürür.
Sancaklarımız yelkenlerinizi süslesin."
Lisanınızın tuzdan ibaret olduğunu, ancak denizlerinizi kanla koruduğunuzu duyduk. Yeni bir devir, eski düzeni yıkmak için sabırsızlanıyor.
Bizim kanımız, bu devrin sancaklarını taşır.
Tuzunuzdan vazgeçin. Bize bir kan vergisi sunun. Ancak istediğimiz, bir kölenin kanı değil; damarlarında ihtiras, gözlerinde isyan parlayan bir canın kanıdır.
Efendim Turk yeni, tartışmasız hükümranlığı için Düşdiyar'a yürür.
Sancaklarımız yelkenlerinizi süslesin."
- Aranessa Saltspite
- Tamanthar
- Posts: 14
- Joined: Wed Jul 23, 2025 5:17 pm
Re: [Tamanthar Talarkiyalığı] Su çekilir, tuzu kalır.
Tamanthar gibi kanunsuz insanların bulunduğu bir gemide düzeni sağlamak pek kolay değildir. Her ne kadar Talark'ın varlığı yüce bir otorite sembolü gibi gözükse de Talark sıradan halka oldukça yabancı bir kişidir. Tamanthar'ın rutinliğiyle bizzat ilgilenmek yerine bunu güvendiği astlarına bırakır. Bu astların hepsi oldukça önemli olmasına rağmen özellikle dikkat çeken iki kişi vardır; Aranessa ve Maerith. Aranessa Tamanthar'ın dış dünya ile olan ilişkisini yönlendirirken, Maerith iç düzenin korunduğundan emin olur. Son karar her zaman Talark'a ait olsa da Tuz Meclisi içerisindeki en önemli figürlerin bu ikili olduğunu söylemek de yanlış olmaz.
İkili Tuz Meclisi'ne doğru olan yolculuklarına devam ederken karşılarına Maerith'in çıkmasıyla birlikte adımlarının yönünü değiştirdiler... Tamanthar'da Aranessa'nın ilgisini çekmeyi başarmış sayılı insanlardan birisiydi Maerith. Talark ile sohbetlerinden ne kadar keyif alıyorsa Maerith ile olanlardan da o kadar keyif alırdı. Kimi zaman Maerith'in çok konuştuğunu düşünse de bunu pek dert etmezdi. Aralarındaki ilişki yakın iki arkadaş seviyesinde değildi elbette fakat birbirleriyle denk geldiklerinde ufakta olsa bir sohbet etmeden ayrılmazlardı. Aranessa için Maerith aynı Talark gibi gizemli bir varlıktı ve onun farklı yönlerini keşfetmekten keyif alırdı fakat Talark'ın aksine onu kırılacak bir oyuncak olarak nitelendirmezdi.
Maerith'in Talark'a hediye ettiği bıçağı gördüğü anda suratında koca bir soru işareti oluştu. 'Neden bana ulaşması gereken bir şey sende?' dermişçesine Maerith'in suratına bakındı fakat sonrasında genç kızın yaptığı açıklamayla tatmin olarak tekrardan gülümsemeye başladı. Bu tarz olaylar sık sık yaşanmasa da arada sırada yaşanırdı, özellikle hakkındaki dedikoduların arttığı zamanlarda.
Aranessa her ne kadar diplomasiden sorumlu olan kişi olsa da kendilerine bağlı limanların tutumlarıyla pek ilgilenmezdi. Kaosun habercisi sayılabilecek olan bu ruh için yakıp yıkamayacağı limanlar pek önem arz etmiyordu. Elbette görevi gereği onlarla da olabildiğince ilgilenirdi fakat bu tarz ufak şeylerin gözden kaçmasına da müsaade ederdi. Onun asıl ilgilendiği konu henüz Tamanthar'a vergi ödemeyen veya ödemeyi reddeden limanlardı.
Maerith'in hikayesini dinlerken yaptıkları yolculuk esnasında Aranessa neyle karşılaşacağı konusunda bihaberdi fakat Maerith'in hikayelerini dinlemekten keyif alırdı, bu sebepten ötürü biraz heyecanlı olduğu da söylenebilirdi aslında. Tuz Meclisi'ni bekletecek kadar önemli ne olmuş olabilirdi ki sonuçta?
Başbakanın bahsettiği tabutu gördükleri anda Aranessa'nın suratındaki gülümseme biraz daha doğallaştı fakat içindekini gördüğü anda suratındaki mutlu ifade tamamıyla ortadan kalkarak yerini küçümseyici bir ifadeye bıraktı. Yavaşça cesede doğru eğildi, kısa bir süre önce gönderdiği heyete aitti bu ceset. Sağ elinin işaret parmağını orta parmağıyla birleştirerek cesedin göz boşluğundan içeriye soktu ve karıştırdı. Ardından birbirlerine dikilmiş parçaların bağlantı noktalarını teker teker inceledi. Bütün bunları yaparken ise şu sözleri mırıldandı; "Gözlerinden biri kalabilir, göz kapağı kaşına doğru dikilebilirdi. Suratta da yeteri kadar büyük bir korku yok, iyi işkence edilmemiş. Biraz estetik katmak için öndeki dört diş bırakılıp mektup arasına sıkıştırılabilirdi." Aranessa cesedin yeteri kadar iyi bir sanat eseri olmadığını düşünüyordu ve açıkçası bunu kendisine bir hakaret olarak algılamıştı. Gönderdiği elçilerin öldürülmesi umurunda değildi fakat kendisine gönderilen hediyenin daha özenle hazırlanmış olmasını tercih ederdi.
Cesedi incelemeyi bitirdikten sonra mektubu almak için yeltendi fakat parmaklarındaki kanı fark etti. Elini yavaşça ağzına sokarak kanı yaladı, mektupta kan lekesi bırakmak istemiyordu... Mektubu açtıktan sonra sesli bir şekilde okudu ve Talark'a uzattı. Birkaç saniye boyunca olduğu yerde düşündükten sonra ayağa kalktı ve yanındaki ikiliye yüzünü çevirdi. Suratında muzip bir gülümsemeyle birlikte Talark'a hitaben şu sözleri iletti; "Sana bu sefer özenle seçtiğimi söylemiştim değil mi? Bak tek parça halinde geri geldiler."
Kan donduran sözlerinin ardından diğerlerinin tepki dahi vermesine olanak sağlamadan konuşmasına devam etti. "Bence tekliflerini kabul edelim... En azından öyle yaptığımızı sanmalarını sağlayalım. Her ne kadar farkında olmasalar da bizim için harika bir fırsat... Düşdiyar ile iletişime geçip onları bilgilendirelim, tuz vergisini vermeyi kabul ettikleri takdirde şehrin savunmasına yardımcı olabileceğimiz iletelim. O sırada ben çoktan 'kan vergisi' adı altında Turk'un ordusuna ulaşmış olurum. Elbette onlara bağlılık yemini etmemize rağmen askerlerimizin neden surların üzerinde olduklarını sorgulayacaklardır fakat önemli değil, nasıl halledeceğimi biliyorum... İki tarafta savaştan ötürü bitkin düştüğü anda tüm kuvvetlerimizle harekete geçerek iki grubu da zapt edebiliriz. Tamanthar'ı Düşdiyar'ın kıyısına demirledikten sonra iki tarafın da bize karşı hiçbir şansı bulunmuyor." Aranessa bütün planını anlatmış gibi gözükse de aslında sakladığı bir şeyler vardı. Nefret'in Dumanı olarak da anılan bu cani şeytan için bu plan fazla nazikti.
Planını anlatmayı bitirdikten sonra Talark'a dönerek "Tabii ki son söz sende." diye ekledi.
İkili Tuz Meclisi'ne doğru olan yolculuklarına devam ederken karşılarına Maerith'in çıkmasıyla birlikte adımlarının yönünü değiştirdiler... Tamanthar'da Aranessa'nın ilgisini çekmeyi başarmış sayılı insanlardan birisiydi Maerith. Talark ile sohbetlerinden ne kadar keyif alıyorsa Maerith ile olanlardan da o kadar keyif alırdı. Kimi zaman Maerith'in çok konuştuğunu düşünse de bunu pek dert etmezdi. Aralarındaki ilişki yakın iki arkadaş seviyesinde değildi elbette fakat birbirleriyle denk geldiklerinde ufakta olsa bir sohbet etmeden ayrılmazlardı. Aranessa için Maerith aynı Talark gibi gizemli bir varlıktı ve onun farklı yönlerini keşfetmekten keyif alırdı fakat Talark'ın aksine onu kırılacak bir oyuncak olarak nitelendirmezdi.
Maerith'in Talark'a hediye ettiği bıçağı gördüğü anda suratında koca bir soru işareti oluştu. 'Neden bana ulaşması gereken bir şey sende?' dermişçesine Maerith'in suratına bakındı fakat sonrasında genç kızın yaptığı açıklamayla tatmin olarak tekrardan gülümsemeye başladı. Bu tarz olaylar sık sık yaşanmasa da arada sırada yaşanırdı, özellikle hakkındaki dedikoduların arttığı zamanlarda.
Aranessa her ne kadar diplomasiden sorumlu olan kişi olsa da kendilerine bağlı limanların tutumlarıyla pek ilgilenmezdi. Kaosun habercisi sayılabilecek olan bu ruh için yakıp yıkamayacağı limanlar pek önem arz etmiyordu. Elbette görevi gereği onlarla da olabildiğince ilgilenirdi fakat bu tarz ufak şeylerin gözden kaçmasına da müsaade ederdi. Onun asıl ilgilendiği konu henüz Tamanthar'a vergi ödemeyen veya ödemeyi reddeden limanlardı.
Maerith'in hikayesini dinlerken yaptıkları yolculuk esnasında Aranessa neyle karşılaşacağı konusunda bihaberdi fakat Maerith'in hikayelerini dinlemekten keyif alırdı, bu sebepten ötürü biraz heyecanlı olduğu da söylenebilirdi aslında. Tuz Meclisi'ni bekletecek kadar önemli ne olmuş olabilirdi ki sonuçta?
Başbakanın bahsettiği tabutu gördükleri anda Aranessa'nın suratındaki gülümseme biraz daha doğallaştı fakat içindekini gördüğü anda suratındaki mutlu ifade tamamıyla ortadan kalkarak yerini küçümseyici bir ifadeye bıraktı. Yavaşça cesede doğru eğildi, kısa bir süre önce gönderdiği heyete aitti bu ceset. Sağ elinin işaret parmağını orta parmağıyla birleştirerek cesedin göz boşluğundan içeriye soktu ve karıştırdı. Ardından birbirlerine dikilmiş parçaların bağlantı noktalarını teker teker inceledi. Bütün bunları yaparken ise şu sözleri mırıldandı; "Gözlerinden biri kalabilir, göz kapağı kaşına doğru dikilebilirdi. Suratta da yeteri kadar büyük bir korku yok, iyi işkence edilmemiş. Biraz estetik katmak için öndeki dört diş bırakılıp mektup arasına sıkıştırılabilirdi." Aranessa cesedin yeteri kadar iyi bir sanat eseri olmadığını düşünüyordu ve açıkçası bunu kendisine bir hakaret olarak algılamıştı. Gönderdiği elçilerin öldürülmesi umurunda değildi fakat kendisine gönderilen hediyenin daha özenle hazırlanmış olmasını tercih ederdi.
Cesedi incelemeyi bitirdikten sonra mektubu almak için yeltendi fakat parmaklarındaki kanı fark etti. Elini yavaşça ağzına sokarak kanı yaladı, mektupta kan lekesi bırakmak istemiyordu... Mektubu açtıktan sonra sesli bir şekilde okudu ve Talark'a uzattı. Birkaç saniye boyunca olduğu yerde düşündükten sonra ayağa kalktı ve yanındaki ikiliye yüzünü çevirdi. Suratında muzip bir gülümsemeyle birlikte Talark'a hitaben şu sözleri iletti; "Sana bu sefer özenle seçtiğimi söylemiştim değil mi? Bak tek parça halinde geri geldiler."
Kan donduran sözlerinin ardından diğerlerinin tepki dahi vermesine olanak sağlamadan konuşmasına devam etti. "Bence tekliflerini kabul edelim... En azından öyle yaptığımızı sanmalarını sağlayalım. Her ne kadar farkında olmasalar da bizim için harika bir fırsat... Düşdiyar ile iletişime geçip onları bilgilendirelim, tuz vergisini vermeyi kabul ettikleri takdirde şehrin savunmasına yardımcı olabileceğimiz iletelim. O sırada ben çoktan 'kan vergisi' adı altında Turk'un ordusuna ulaşmış olurum. Elbette onlara bağlılık yemini etmemize rağmen askerlerimizin neden surların üzerinde olduklarını sorgulayacaklardır fakat önemli değil, nasıl halledeceğimi biliyorum... İki tarafta savaştan ötürü bitkin düştüğü anda tüm kuvvetlerimizle harekete geçerek iki grubu da zapt edebiliriz. Tamanthar'ı Düşdiyar'ın kıyısına demirledikten sonra iki tarafın da bize karşı hiçbir şansı bulunmuyor." Aranessa bütün planını anlatmış gibi gözükse de aslında sakladığı bir şeyler vardı. Nefret'in Dumanı olarak da anılan bu cani şeytan için bu plan fazla nazikti.
Planını anlatmayı bitirdikten sonra Talark'a dönerek "Tabii ki son söz sende." diye ekledi.
- Dariavarth Eghianos
- Tamanthar
- Posts: 10
- Joined: Wed Jul 23, 2025 5:01 pm
Re: [Tamanthar Talarkiyalığı] Su çekilir, tuzu kalır.
Aranessa'nın anlattıklarını sessizce dinlemiştim. Zhaar ile ilkel düzeyde dahi olsa bile bir iletişim kanalı kurabilmek diyar üzerinde kullanabileceğim inanılmaz bir koz olurdu fakat hiçbir planımı buna güvenerek yapacak da değildim. Aranessa'nın kendisinin de bir sonraki diplomatik heyete katılmayı düşündüğünü söylemesi beni bir anlığına durdurdu. Ona doğru baktım içten içe "Gerek yok." demek istesem de bunu kendisinin önermesi ve dolayısıyla kendine güveniyor oluşu beni bu istekten alıkoydu. Usulca başımı salladım ve ona güvendiğimi belirttim. Ardından da yürümeye devam ettik.
Aranessa ve beni görenler telaşla selam veriyor sonra da göz önünden kaçıyordu. Bu durum nedeniyle sakin denebilecek sokaklarda ilerlemiştik. Bir süre sonra bizi Meclis'in önünde Maerith karşılıyordu. Formal bir şekilde selamını vermiş ve ardından da meclis öncesi bazı durumları bildirmesi gerektiğini usulen bildirmişti. Geldiğimiz yöne geri yürürken Maerith bana doğru bir bıçak uzatmıştı. Bıçağın üstünde parmaklarımı gezdirerek onu incelerken Maerith de bıçağın olayını anlatıyordu. Bıçağı aldığım şekilde Aranessa'ya doğru uzattım. "Teamüllere uygun hareket edelim." diyerek Maerith'i takip etmeye devam ettim.
Maerith yaverin hikayesini anlatırken «şahsi» bir mesele için onu Düşdiyar'a gönderdiğini söylüyordu. O hikayesini masalmışçasına anlatırken iğrenç kokan koridorlardan ilerliyorduk. Söylenene göre yaver zorlu bir süreçten geçmiş ve her nasılsa Tamanthar'ın yerini bulabilmişti. Bu ilginçti elbette fakat şu an sorgulayacak vakit bulamıyordum. Gelen garip tabutun yanına geçtik ve ardından da Maerith gaz lambasını tabuta doğru tutmaya başlamıştı.
Beklendiği gibi diplomat heyetini öldürmüşlerdi. Cesede doğru yavaşça yaklaşarak incelemeye başladım. Öldürdükleri elçilerin her birini birbirine dikmişler ve nihayetinde tek bir beden halinde göndermişlerdi. Bu benim için nedense rahatlatıcı bir şey olmuştu. Zira bir bütün olarak Zhaar'ı aklımda canlandırdığımda yekpare olarak bir yıkım nişanesi; bir yutucu, öğütücü ve görevine odaklı ve insani her şeyden arı olan bir güç olarak hayal ediyordum. Fakat karşımda böylesine bir şey görmek rahatlatıcıydı. Rahatlatıcıydı zira bu onların insanî özellikler taşıdığına delaletti. Heyeti yalnızca öldürmekle kalmamışlar onları bir tehdit bir mesaj haline getirmeye çalışmışlar ve hayal edebildikleri en "korkunç" şekilde kendilerine sunmuşlardı. Bu muhteşem bir şeydi. Zira eğer bir yerde insaniyet varsa değişim de vardı. İnsanı eğebilen, bükülebilen ve kültür yaratır hale getiren de buydu. Beni değişebilen şeyler değil, asla ve kat'a değişmeyen şeyler korkuturdu ve öyle görünüyor ki -en azından- bu mesajı yollayanlar bu tanıma uygun şeyler değildi.
Cesedin ağzındaki parşömeni fark ettiğimde Aranessa ceset-ler-in özensizliğinden ve estetik olarak kötü durmasından bahsetmeye başlamıştı. İster istemez göz devirmiş beklemeye başlamıştım. Aranessa cümlesini bitirdiğinde ise işaret parmağıyla mektubu gösterdim ve Aranessa'nın okuduklarını dinlemeye başladım. Okuduktan sonra yapılan şaka ve ardından yaptığı öneriyi de dinledim ve biraz düşündükten sonra söze girdim.
"Hayır, bir anlaşma olmayacak. Yolladığım ilk heyet bir bilinmezliğe gitti ve usulünce de belki öldü, belki kayboldu. Makbuldür. Ancak gönderdiğimiz ikinci heyetin durumu bana karşı bir hakarettir. Elbette ki pekala bizden kudretlilerdir ancak masada eşit olarak otururuz. Ne olursa olsun." Bir soluk aldıktan sonra Maerith'e doğru bakarak devam ettim: "Düşdiyar'ı ele geçirmek önemli değil. Doğrusu, hiç umrumda da değil. Hatta, işimize yarayan bir şey bile değil. Zhaar'a karşı serhat ilini tutup uçbeylik yapmaya çalışmanın akıllıca bir tarafı yok. Şehri tutabilecek gücümüz yok. Bunu yaparken de çifte ihanet yapıp iki tarafında öfkesini üstlenmeye de gerek yok." Aranessa'ya doğru döndüm. "Ama mademki söyledin, sen yine de söylediklerini yapacaksın Aranessa. Zhaar'ın bir ordusunu inceleme fırsatını kaçıramam. 'Kan vergisi' işini hallet. Onlara bir kalyonun denizden kuşatmak üzere Düşdiyar'da bulunacağını söyle. Öyle de olacak. Ama asla unutma. Anlaşma olmayacak! Bunun bilincinde ol." Aranessa kolay ölecek birisiymiş gibi hissettirmiyordu elbette ancak bilinmeyen bir düşmanın ne yapacağı da belli olmazdı. Maerith'e yeniden döndüm. "Meclis toplantısından sonra Sona ile beraber yanıma gelin. Hatta Tuengue'yi de çağırın, belki de en kilit rolü o oynayacak." dedim ve başka bir şeyin olup olmadığını soran gözlerle Maerith'e bakmaya başladım.
Aranessa ve beni görenler telaşla selam veriyor sonra da göz önünden kaçıyordu. Bu durum nedeniyle sakin denebilecek sokaklarda ilerlemiştik. Bir süre sonra bizi Meclis'in önünde Maerith karşılıyordu. Formal bir şekilde selamını vermiş ve ardından da meclis öncesi bazı durumları bildirmesi gerektiğini usulen bildirmişti. Geldiğimiz yöne geri yürürken Maerith bana doğru bir bıçak uzatmıştı. Bıçağın üstünde parmaklarımı gezdirerek onu incelerken Maerith de bıçağın olayını anlatıyordu. Bıçağı aldığım şekilde Aranessa'ya doğru uzattım. "Teamüllere uygun hareket edelim." diyerek Maerith'i takip etmeye devam ettim.
Maerith yaverin hikayesini anlatırken «şahsi» bir mesele için onu Düşdiyar'a gönderdiğini söylüyordu. O hikayesini masalmışçasına anlatırken iğrenç kokan koridorlardan ilerliyorduk. Söylenene göre yaver zorlu bir süreçten geçmiş ve her nasılsa Tamanthar'ın yerini bulabilmişti. Bu ilginçti elbette fakat şu an sorgulayacak vakit bulamıyordum. Gelen garip tabutun yanına geçtik ve ardından da Maerith gaz lambasını tabuta doğru tutmaya başlamıştı.
Beklendiği gibi diplomat heyetini öldürmüşlerdi. Cesede doğru yavaşça yaklaşarak incelemeye başladım. Öldürdükleri elçilerin her birini birbirine dikmişler ve nihayetinde tek bir beden halinde göndermişlerdi. Bu benim için nedense rahatlatıcı bir şey olmuştu. Zira bir bütün olarak Zhaar'ı aklımda canlandırdığımda yekpare olarak bir yıkım nişanesi; bir yutucu, öğütücü ve görevine odaklı ve insani her şeyden arı olan bir güç olarak hayal ediyordum. Fakat karşımda böylesine bir şey görmek rahatlatıcıydı. Rahatlatıcıydı zira bu onların insanî özellikler taşıdığına delaletti. Heyeti yalnızca öldürmekle kalmamışlar onları bir tehdit bir mesaj haline getirmeye çalışmışlar ve hayal edebildikleri en "korkunç" şekilde kendilerine sunmuşlardı. Bu muhteşem bir şeydi. Zira eğer bir yerde insaniyet varsa değişim de vardı. İnsanı eğebilen, bükülebilen ve kültür yaratır hale getiren de buydu. Beni değişebilen şeyler değil, asla ve kat'a değişmeyen şeyler korkuturdu ve öyle görünüyor ki -en azından- bu mesajı yollayanlar bu tanıma uygun şeyler değildi.
Cesedin ağzındaki parşömeni fark ettiğimde Aranessa ceset-ler-in özensizliğinden ve estetik olarak kötü durmasından bahsetmeye başlamıştı. İster istemez göz devirmiş beklemeye başlamıştım. Aranessa cümlesini bitirdiğinde ise işaret parmağıyla mektubu gösterdim ve Aranessa'nın okuduklarını dinlemeye başladım. Okuduktan sonra yapılan şaka ve ardından yaptığı öneriyi de dinledim ve biraz düşündükten sonra söze girdim.
"Hayır, bir anlaşma olmayacak. Yolladığım ilk heyet bir bilinmezliğe gitti ve usulünce de belki öldü, belki kayboldu. Makbuldür. Ancak gönderdiğimiz ikinci heyetin durumu bana karşı bir hakarettir. Elbette ki pekala bizden kudretlilerdir ancak masada eşit olarak otururuz. Ne olursa olsun." Bir soluk aldıktan sonra Maerith'e doğru bakarak devam ettim: "Düşdiyar'ı ele geçirmek önemli değil. Doğrusu, hiç umrumda da değil. Hatta, işimize yarayan bir şey bile değil. Zhaar'a karşı serhat ilini tutup uçbeylik yapmaya çalışmanın akıllıca bir tarafı yok. Şehri tutabilecek gücümüz yok. Bunu yaparken de çifte ihanet yapıp iki tarafında öfkesini üstlenmeye de gerek yok." Aranessa'ya doğru döndüm. "Ama mademki söyledin, sen yine de söylediklerini yapacaksın Aranessa. Zhaar'ın bir ordusunu inceleme fırsatını kaçıramam. 'Kan vergisi' işini hallet. Onlara bir kalyonun denizden kuşatmak üzere Düşdiyar'da bulunacağını söyle. Öyle de olacak. Ama asla unutma. Anlaşma olmayacak! Bunun bilincinde ol." Aranessa kolay ölecek birisiymiş gibi hissettirmiyordu elbette ancak bilinmeyen bir düşmanın ne yapacağı da belli olmazdı. Maerith'e yeniden döndüm. "Meclis toplantısından sonra Sona ile beraber yanıma gelin. Hatta Tuengue'yi de çağırın, belki de en kilit rolü o oynayacak." dedim ve başka bir şeyin olup olmadığını soran gözlerle Maerith'e bakmaya başladım.
- GM-Velatria
- Gamemaster
- Posts: 59
- Joined: Sun Jul 20, 2025 11:18 am
Re: [Tamanthar Talarkiyalığı] Su çekilir, tuzu kalır.
Maerith bir eliyle gaz lambasını olabildiğince yukarı kaldırırken diğer elini beline dolamış, sakince sizi dinliyor. Çok yorum yapacak gibi değil aslında, siz kendi aranızda konuşurken daha çok iletilen mesajı kafasında tekrar tekrar çeviriyor gibi. "Zhaar'ın ordusu, Düşdiyar'ı bir başına düşüremiyor mu?" diyor Dariavarth'ın sorusu sonrası. Birkaç saniye bekliyor, başını hafifçe yana eğiyor. Birkaç saniye daha. Siz orada dikilirken büyük bir özgüvenle bekletiyor sizi. Gözleri uzaklara dalıyor.
"Çok çok önceleri bir ozan vardı Tamanthar'da. Yitip giden işçilerle ilgili bir şarkı yaptığı için linç edilerek öldürülmüştü." diyor. Yine konudan konuya atlıyor, alakasız bir hikayeye giriyor. Ama o Maerith. Bir konuya girecekse elbette bunu bir hikaye ile yapar. "O lanet şarkıya dek aslında çok da ünlüydü. Herkes onun ağzından çıkan sözlerin insanların kalbine bazen garip bir şekilde dokunduğundan bahsediyordu. Haklılardı. Bir gece çalıştığı yere gidip dinledim. Sözler... Ah o satırlar. O kadar güzellerdi ki. Elinde koca bir bardak, sarhoşken dinlediğiniz müziklerden bahsetmiyordum. Sözlerin ardını deştiğinizde aslında anlatılmak istenenden bahsediyorum. Derindi. Bir de adamın sesini duysaydınız. Ön cephelere gönderebilirdik, bir bağırsa Zhaar bile Velatria'dan kaçar giderdi!" Ufaktan sırıtıyor, eğlendiğini anlayabiliyorsunuz. Kendi kendine muhtemelen o şarkının bir nakaratını mırıldanıyor, bu sırada tabuttaki dikilmiş vücudun önüne geliyor. "Ölümünden sonra belki şarkılarını yazdığı bir deftere ulaşır diye yaşadığı yeri aratmıştım. Bir de ne göreyim. Tamanthar'ın bu ünlü ozanı sözleri çalıyormuş. Notları karıştırdığımda Sır Limanı'ndaki başka bir ozanın ismini duydum. Faye Veyl, Yankışların Şairi. İsmi dahi şairane." Suratı biraz düşüyor. "Sözleri çalmış ama anlamları çalamamış. Bir sözün kırk anlamı vardır. O zaman bir şarkının kaç anlamı vardır? Veya bir tehdit mektubunun?" Biraz yılıyorsunuz, zira bekleyen tuz meclisi, Turk'ten gelen bu mesaj gibi daha kritik şeylerle ilgilenmeniz gerektiğini hissediyorsunuz.
"Demek istediğim her şarkıyı her sanatçının hakkını vererek okuyamayacağı. Her şarkının her durumda anlaşılamayacağı." Ciddileşiyor bu sefer Maerith. Onun ciddi hallerinde gözlerinin bir karabasandan farksız olduğunu biliyorsunuz. "Bizim kanımız, bu devrin sancaklarını taşır. Efendim Turk yeni, tartışmasız hükümranlığı için Düşdiyar'a yürür." Baskılı ve sert söylüyor bunları. Çok iddaalı değil ama söylediklerine inandığını görebiliyorsunuz. "Turk, bizi Düşdiyar için çağırmıyor. Bana iki kalyon verseniz Düşdiyarı size getirebilirim Talark'ım." Maerith bir savaşçı değil. Savaşmak zorunda kalırsa neler yapabileceğini bilmiyorsunuz, dişli biri. Fakat bir 'savaşçı' değil. Buna rağmen o anki ses tonundan gerçekten de Düşdiyar'ı rahatlıkla alabileceğini hissediyorsunuz.
"Turk, Zhaar'a karşı harekete geçiyor."
"Çok çok önceleri bir ozan vardı Tamanthar'da. Yitip giden işçilerle ilgili bir şarkı yaptığı için linç edilerek öldürülmüştü." diyor. Yine konudan konuya atlıyor, alakasız bir hikayeye giriyor. Ama o Maerith. Bir konuya girecekse elbette bunu bir hikaye ile yapar. "O lanet şarkıya dek aslında çok da ünlüydü. Herkes onun ağzından çıkan sözlerin insanların kalbine bazen garip bir şekilde dokunduğundan bahsediyordu. Haklılardı. Bir gece çalıştığı yere gidip dinledim. Sözler... Ah o satırlar. O kadar güzellerdi ki. Elinde koca bir bardak, sarhoşken dinlediğiniz müziklerden bahsetmiyordum. Sözlerin ardını deştiğinizde aslında anlatılmak istenenden bahsediyorum. Derindi. Bir de adamın sesini duysaydınız. Ön cephelere gönderebilirdik, bir bağırsa Zhaar bile Velatria'dan kaçar giderdi!" Ufaktan sırıtıyor, eğlendiğini anlayabiliyorsunuz. Kendi kendine muhtemelen o şarkının bir nakaratını mırıldanıyor, bu sırada tabuttaki dikilmiş vücudun önüne geliyor. "Ölümünden sonra belki şarkılarını yazdığı bir deftere ulaşır diye yaşadığı yeri aratmıştım. Bir de ne göreyim. Tamanthar'ın bu ünlü ozanı sözleri çalıyormuş. Notları karıştırdığımda Sır Limanı'ndaki başka bir ozanın ismini duydum. Faye Veyl, Yankışların Şairi. İsmi dahi şairane." Suratı biraz düşüyor. "Sözleri çalmış ama anlamları çalamamış. Bir sözün kırk anlamı vardır. O zaman bir şarkının kaç anlamı vardır? Veya bir tehdit mektubunun?" Biraz yılıyorsunuz, zira bekleyen tuz meclisi, Turk'ten gelen bu mesaj gibi daha kritik şeylerle ilgilenmeniz gerektiğini hissediyorsunuz.
"Demek istediğim her şarkıyı her sanatçının hakkını vererek okuyamayacağı. Her şarkının her durumda anlaşılamayacağı." Ciddileşiyor bu sefer Maerith. Onun ciddi hallerinde gözlerinin bir karabasandan farksız olduğunu biliyorsunuz. "Bizim kanımız, bu devrin sancaklarını taşır. Efendim Turk yeni, tartışmasız hükümranlığı için Düşdiyar'a yürür." Baskılı ve sert söylüyor bunları. Çok iddaalı değil ama söylediklerine inandığını görebiliyorsunuz. "Turk, bizi Düşdiyar için çağırmıyor. Bana iki kalyon verseniz Düşdiyarı size getirebilirim Talark'ım." Maerith bir savaşçı değil. Savaşmak zorunda kalırsa neler yapabileceğini bilmiyorsunuz, dişli biri. Fakat bir 'savaşçı' değil. Buna rağmen o anki ses tonundan gerçekten de Düşdiyar'ı rahatlıkla alabileceğini hissediyorsunuz.
"Turk, Zhaar'a karşı harekete geçiyor."
- Aranessa Saltspite
- Tamanthar
- Posts: 14
- Joined: Wed Jul 23, 2025 5:17 pm
Re: [Tamanthar Talarkiyalığı] Su çekilir, tuzu kalır.
Maerith'in sözlerini ciddi anlamda şaşkınlıkla dinleyen Aranessa sabırlı bir şekilde konuşmasını bitirmesini bekledi. Aranessa'nın mektuptan çıkardığı anlam çok daha farklıydı zira bir İçlikâri'nin Zhaar'a isyan etmesi en son beklediği şeylerden birisiydi. Maerith'in sözlerinin ardından elini çenesine dayayarak birkaç saniye boyunca düşündükten sonra suratındaki ifade biraz ciddileşti... Aranessa'nın diğerlerine açıklamadığı asıl hedefi Düşdiyar'ı haritadan tam anlamıyla silmek, en kötü ihtimalle de yaşanılamayacak bir yer haline getirmekti. Turk şehre ulaşmadan Düşdiyar'dan tuz vergisi koparmayı, şehri daha da fakirleştirerek düşmesini kolaylaştırmayı amaçlıyordu. Turk'un ordusu şehre girdikten sonra da Tamanthar'ın ateş gücüyle orduyu ve şehri yerle bir etmeyi düşünüyordu. Talark'ı buna ikna etmek pek zor olmayacaktı, biraz önce söyledikleri bunu kanıtlar niteliğindeydi. İçlikârilerden biri olan Turk'un düşüşüyle birlikte Tamanthar ile Zhaar arasında da büyük bir savaş patlak verecekti. En azından onun düşünceleri bu şekildeydi. Zhaar'ın astlarına değer verdiğini düşünmüyordu fakat Turk'un ordusunun ortadan kaldırılması demek Zhaar'ın itibarına zarar vermek demekti. Zhaar her ne kadar önemsemese de içeriden birilerinin sesini yükselteceğini tahmin ediyordu. Fakat Turk'un isyanıyla birlikte işler tamamıyla değişmişti. Evet, hala şehri ve Turk'un ordusunu ortadan kaldırabilirlerdi fakat Zhaar ile topyekûn bir savaş başlatma şansları bulunmuyordu. Maerith'in yaptığı şehri ele geçirme teklifi bütün planlarının önüne engel koyuyordu adeta.
Aranessa elini çenesinden çektikten sonra derin bir nefes aldı ve suratına her zamanki duygusuz gülümsemesini yerleştirdi. "Bir İçlikâri'nin Zhaar'a isyan etmesini beklemiyordum." Maerith'in tam yanına geçtikten sonra bakışlarını Talark'a çevirerek sözlerine şu şekilde devam etti; "Zhaar ile iyi ilişkiler kurmak istiyordunuz değil mi Yüce Talark'ım? Bu zamana kadar gönderdiğimiz altınlar, ipek kumaşlar, büyülü nesneler pek işe yaramadı fakat isyankar bir astının kellesi eminim ki hoşuna gidecektir... Bu konuya sadece Zhaar ile olan ilişkilerimiz açısından da bakmayın, pislik bir İçlikâri'nin sizin hakkınız olan denizlere açılmasını da istemeyiz. Özellikle size bu denli bir saygısızlık yapma cüretini gösterdikten sonra... Ayrıca hala size ihanet etmiş gibi yaparak Turk'un ordusunun içerisine sızabilir ve dilediğiniz üzere bir İçlikâri ordusunu yakından inceleyebilirim."
Planlarını gerçekleştiremeyeceğinin farkına varan intikamcı ruh çaresizliğe kapılmak yerine hemen yeni bir plan oluşturmaya karar vermişti. Yaptığı yeni planda Düşdiyar'ın yıkımı olmadığından ötürü biraz canı sıkılmış olsa da uzun vadede daha çok yıkım getirme şansı olduğunun da farkındaydı. Lakin bu planın ona asıl getirisi kaos değil, kendisiyle ilgili daha fazla bilgi edinme fırsatıydı. Aranessa her ne kadar uzun sayılabilecek bir süredir bu bedende hapsolmuş olsa da kendisinin tam olarak ne olduğunu veya gücünün nelere kadir olduğunu bilmiyordu. Turk'un ordusuyla geçirdiği vakitte ve sonrasında kellesiyle birlikte Zhaar'ın topraklarına yapacağı yolculuk esnasında kendisiyle ilgili daha fazla şey keşfetme fırsatına da sahip olacaktı. Zhaar ile Tamanthar bir ittifak kurduğu takdirde denizlere ve kıyı şehirlerine tam anlamıyla bir kaosun hakim olması da kaçınılmazdı.
Aranessa elini çenesinden çektikten sonra derin bir nefes aldı ve suratına her zamanki duygusuz gülümsemesini yerleştirdi. "Bir İçlikâri'nin Zhaar'a isyan etmesini beklemiyordum." Maerith'in tam yanına geçtikten sonra bakışlarını Talark'a çevirerek sözlerine şu şekilde devam etti; "Zhaar ile iyi ilişkiler kurmak istiyordunuz değil mi Yüce Talark'ım? Bu zamana kadar gönderdiğimiz altınlar, ipek kumaşlar, büyülü nesneler pek işe yaramadı fakat isyankar bir astının kellesi eminim ki hoşuna gidecektir... Bu konuya sadece Zhaar ile olan ilişkilerimiz açısından da bakmayın, pislik bir İçlikâri'nin sizin hakkınız olan denizlere açılmasını da istemeyiz. Özellikle size bu denli bir saygısızlık yapma cüretini gösterdikten sonra... Ayrıca hala size ihanet etmiş gibi yaparak Turk'un ordusunun içerisine sızabilir ve dilediğiniz üzere bir İçlikâri ordusunu yakından inceleyebilirim."
Planlarını gerçekleştiremeyeceğinin farkına varan intikamcı ruh çaresizliğe kapılmak yerine hemen yeni bir plan oluşturmaya karar vermişti. Yaptığı yeni planda Düşdiyar'ın yıkımı olmadığından ötürü biraz canı sıkılmış olsa da uzun vadede daha çok yıkım getirme şansı olduğunun da farkındaydı. Lakin bu planın ona asıl getirisi kaos değil, kendisiyle ilgili daha fazla bilgi edinme fırsatıydı. Aranessa her ne kadar uzun sayılabilecek bir süredir bu bedende hapsolmuş olsa da kendisinin tam olarak ne olduğunu veya gücünün nelere kadir olduğunu bilmiyordu. Turk'un ordusuyla geçirdiği vakitte ve sonrasında kellesiyle birlikte Zhaar'ın topraklarına yapacağı yolculuk esnasında kendisiyle ilgili daha fazla şey keşfetme fırsatına da sahip olacaktı. Zhaar ile Tamanthar bir ittifak kurduğu takdirde denizlere ve kıyı şehirlerine tam anlamıyla bir kaosun hakim olması da kaçınılmazdı.
- Dariavarth Eghianos
- Tamanthar
- Posts: 10
- Joined: Wed Jul 23, 2025 5:01 pm
Re: [Tamanthar Talarkiyalığı] Su çekilir, tuzu kalır.
Maerith önemli bir detaya değiniyordu. Zhaar'ın ordusu Düşdiyar'ı, bir başına alamıyor mu? Bu doğru bir soruydu fakat nihayetinde Zhaar istediği her yeri alabilecek kudrette olsaydı şu an çoktan Tamanthar'ın üzerinde yaşayan son canlılar olarak bulunuyor olurduk. Ancak yine de dediğinde haklıydı. Düşdiyar Zirhun'a oldukça yakın bir konumdayken bizim yardımımıza ihtiyaç duymaksızın halledebileceği bir şey olmalıydı.
Maerith yeniden bir hikaye anlatmaya başlamıştı. Ne kadar uzun olursa olsun dinlettirebiliyor oluşu beni çok etkiliyordu. Bir anlığına bütün meclisi, Zhaar'ı ve önümde bilmem kaç pareden oluşan cesedi unutuyor ve bu makus talihli şairin hikayesini zevkle dinler buluyordum kendimi. Söz içinde farklı anlamlar... Belki de haklıydı. Fakat bu benim içimde bir başka şüpheyi doğuruyordu. Bu Turk denen kişi gerçekten de Zhaar'a mı isyan ediyordu yoksa Maerith'in bahsettiği sözün kırk farklı anlamı durumu mu ortaya çıkıyordu? Hehe, bu bana Çaycı Hanım'ın hikayesini anımsatıyordu. Kim bilir nerede okumuştum, belki duymuş belki de kendim hayal etmiştim. Büyücülükten vazgeçip bir ücra köyde çaycılığa başlayan bir kadının hikayesiydi. Onun bir sözüydü: Otu çay yapan su ve demdir. diye. Bazı şeyler gerçekten de uygun ortamını bulmadıkça ve zamanın akışına bırakılmadıkça muhteviyatı öğrenilemeyecek şeylerdi. Turk'un Düşdiyar'a yürüyüşü gerçekten bir isyan mıydı yoksa bu mektubun gerçek manasını öğrenmek için uygun bir ortam ve zaman mı gerekiyordu, bilemiyordum. Emin olduğum tek şey şuydu: Bekleyecek zaman yoktu.
Maerith, Turk'un amacını açıklarken Düşdiyar'ı almanın kendisi için dahi zor bir şey olmadığından bahsediyordu. Haklıydı belki de. Düşdiyar'ı ve Lyria'nın tüm kıyılarını fethetmek bizim için pek de zor olmazdı, önemli olan buraları tutabilmekti. Ben Maerith'in söylediklerini tartarken Aranessa söze girmişti. Turk'u öldürerek Zhaar'a teslim etmekten bahsediyordu. Fakat bundan emin değildim. Zirhun'a giden ikinci heyet Zhaar'a değil anlaşılan Turk'a gitmişti. Turk bir insanî özellik göstermişti göstermesine fakat bu durum Zhaar'ı halen daha "bilinmez" kılmaya devam ediyordu. Zhaar, Maerith'in dediği gibi kendi başına Düşdiyar'ı almaya kadir ise Turk'a bedel ödetmeye de kadir olmalıydı. Bunun için bize ihtiyacı olmazdı.
Düşünceli gözlerle cesede doğru bakmaya ve sakalımla sıvazlamaya başlamıştım. Bir soluk alıp verdikten sonra Maerith'e döndüm: "Bu böyle ayaküstü konuşulacak bir konu değil. Bir İçlikari'nin isyan etmesinin ne demek olduğunu anlamamız gerek. Mecliste bunu da tartışalım."
Maerith yeniden bir hikaye anlatmaya başlamıştı. Ne kadar uzun olursa olsun dinlettirebiliyor oluşu beni çok etkiliyordu. Bir anlığına bütün meclisi, Zhaar'ı ve önümde bilmem kaç pareden oluşan cesedi unutuyor ve bu makus talihli şairin hikayesini zevkle dinler buluyordum kendimi. Söz içinde farklı anlamlar... Belki de haklıydı. Fakat bu benim içimde bir başka şüpheyi doğuruyordu. Bu Turk denen kişi gerçekten de Zhaar'a mı isyan ediyordu yoksa Maerith'in bahsettiği sözün kırk farklı anlamı durumu mu ortaya çıkıyordu? Hehe, bu bana Çaycı Hanım'ın hikayesini anımsatıyordu. Kim bilir nerede okumuştum, belki duymuş belki de kendim hayal etmiştim. Büyücülükten vazgeçip bir ücra köyde çaycılığa başlayan bir kadının hikayesiydi. Onun bir sözüydü: Otu çay yapan su ve demdir. diye. Bazı şeyler gerçekten de uygun ortamını bulmadıkça ve zamanın akışına bırakılmadıkça muhteviyatı öğrenilemeyecek şeylerdi. Turk'un Düşdiyar'a yürüyüşü gerçekten bir isyan mıydı yoksa bu mektubun gerçek manasını öğrenmek için uygun bir ortam ve zaman mı gerekiyordu, bilemiyordum. Emin olduğum tek şey şuydu: Bekleyecek zaman yoktu.
Maerith, Turk'un amacını açıklarken Düşdiyar'ı almanın kendisi için dahi zor bir şey olmadığından bahsediyordu. Haklıydı belki de. Düşdiyar'ı ve Lyria'nın tüm kıyılarını fethetmek bizim için pek de zor olmazdı, önemli olan buraları tutabilmekti. Ben Maerith'in söylediklerini tartarken Aranessa söze girmişti. Turk'u öldürerek Zhaar'a teslim etmekten bahsediyordu. Fakat bundan emin değildim. Zirhun'a giden ikinci heyet Zhaar'a değil anlaşılan Turk'a gitmişti. Turk bir insanî özellik göstermişti göstermesine fakat bu durum Zhaar'ı halen daha "bilinmez" kılmaya devam ediyordu. Zhaar, Maerith'in dediği gibi kendi başına Düşdiyar'ı almaya kadir ise Turk'a bedel ödetmeye de kadir olmalıydı. Bunun için bize ihtiyacı olmazdı.
Düşünceli gözlerle cesede doğru bakmaya ve sakalımla sıvazlamaya başlamıştım. Bir soluk alıp verdikten sonra Maerith'e döndüm: "Bu böyle ayaküstü konuşulacak bir konu değil. Bir İçlikari'nin isyan etmesinin ne demek olduğunu anlamamız gerek. Mecliste bunu da tartışalım."