I. Geçmiş: Işığın Solgun Nefesi

Kıyamet öncesi çağda Velatria toprakları, birbirine rakip krallıklar ve şehir devletleriyle doluydu. Her krallık, kendi soyunun kutsallığına ve tanrılarının lütfuna inanır; sınırlarını kanla, inançla ve entrikayla korurdu. Zaman zaman çıkan savaşlar türlü ittifaklar doğururken sonuç değişmezdi. Zenginler altın parıltılarına doyar, fakirler yeni bir harbin külfetine mahkum edilirdi.
Kuzeyin engin, rüzgarlı platolarında hüküm süren Eldarion Krallığı, büyünün ve bilgeliğin merkezi olarak bilinirdi. Kurak rüzgarların yonttuğu taş döşeli caddelerinde büyüyle aydınlatılan fenerler yanar, kütüphanelerinde kadim bilgiler saklanırdı. Runan Konseyi'yle ittifak halinde olan Eldarion, saraylarında bilginlerin ve büyücülerin özgürce dolaştığı, sessizliğe ve bilgeliğe saygı duyan bir kültüre sahipti. Halkı, eski gelenekleri korur, ayinlerini alçak sesli dualarla gerçekleştirirdi.
İç bölgelerde yer alan Valmora Krallığı, ticaret yollarını elinde tutan, zenginliğini kan ve altınla besleyen bir güçtü. Büyüyü tehlikeli bir sır olarak gören Valmora'da, cadılar ve büyücüler yakılır, ancak sarayın gizli odalarında yasak ritüeller gerçekleştirilirdi. Tapınaklarında kanlı adaklar sunulur, köylüler bereket için her sabah dualar ederdi. Valmora'nın demir zırhlı muhafızları, sınırlarını ve ticaret kervanlarını acımasızca korurdu.
Batıdaki Kharas şehir devleti, limanları ve hanlarıyla her türlü inancın ve günahın serbestçe dolaştığı bir kaos merkeziydi. Paralı askerlerin hüküm sürdüğü sokaklarında, sarhoşluk ve sefahat kutsanır, zevk ve acı arasındaki sınır bulanıklaşırdı. Kharas'ta büyücüler, paralı korumalar eşliğinde gizli ayinler düzenler, limana yanaşan gemilerden egzotik mallar ve uzak diyarların sırları taşınırdı.
Doğudaki dağlık bölgelerde Thalmar Krallığı yükselirdi. Madenleriyle ünlü Thalmar, demiri ve değerli taşları işleme sanatında eşsizdi. Eski geleneklere bağlı olan halkı, dağların derinliklerinde uyuyan güçlere tapınır, her maden çıkarışında karanlık varlıklara adaklar sunardı. Thalmar'ın zanaatkârları, büyüyü metallerle birleştirerek eşsiz silahlar ve zırhlar yaratırdı.
Güneydoğudaki verimli ovalarda Lyria Prenslikleri uzanırdı. Birbirine gevşek bağlarla bağlı küçük prensliklerin oluşturduğu bu bölge, tarım ve şarapçılıkta üstündü. Her prenslik kendi koruyucu gücüne inanır, hasat zamanı büyük şölenler düzenlerdi. Lyria'da büyü, günlük yaşamın bir parçasıydı; küçük tılsımlar, şifa büyüleri ve bereket ritüelleri halk arasında yaygındı.
Lyria Prenslikleri'nin daha da güneydoğusunda, iklimin sertleştiği ve toprağın ağırlaştığı topraklarda, farklı tarikatların yönetiminde olan kanlı ve baskıcı Zirhûn uzanırdı. Burada iktidar, birbirleriyle çekişen tarikatların elindeydi; şehirler ve köyler, sık sık ayinler, kurbanlar ve acımasız cezalarla yönetilirdi. Halk, sürekli gözetim ve korku altında yaşar, inançsızlık ya da itaatsizlik ağır bedellerle karşılanırdı. Güneyin bu karanlık ülkesi, Velatria'nın en kapalı ve en tehlikeli bölgelerinden biriydi; yabancılar burada nadiren hoş karşılanır, çoğu zaman bir daha geri dönemezdi.
Her krallığın inançlara ve kutsal olana yaklaşımı farklıydı. Bazı bölgelerde sessizlik ve çekingen bir saygı hâkimken, başka yerlerde bereket ve güç arayışı, kanlı ritüellerle iç içe geçmişti. Kimileri haz ve sefahati kutsal sayarken, kimileri eski gelenekleri, gizli ayinlerle yaşatır, açıkça sergilemekten çekinirdi. Kutsal günlerde bazı kentlerde büyük törenler düzenlenir, başka yerlerde ise eski heykeller gizlice yıkılır, yasaklanmış dualar fısıltıyla aktarılırdı.
Ve tüm bunların üzerinde, Runan Konseyi yükselirdi. Yaşlıların, büyünün ve korkunun otoritesi. Onlar, ateşin ve kelamın efendisiydi; büyüye sahip kadınları cadı diye yakar, krallıklara güç satar, ama asla gerçek niyetlerini açığa vurmazlardı. Büyü, hem umut hem de lanetti; bir çocuğun gözyaşında, bir kralın kılıcında yankılanan bir sır. Politik sahne, sürekli değişen ittifaklar, hanedan evlilikleri, suikastler ve ihanetlerle doluydu. Runan Konseyi, büyünün denetimini elinde tutarak tüm krallıklar üzerinde gölge bir otorite kurmuştu. Konsey'in ajanları, krallık saraylarının duvarlarında fısıltı gibi dolaşır, büyüyle ilgili her türlü aykırılığı bildirirdi.
Günlük yaşam, krallıktan krallığa büyük farklılıklar gösterirdi. Eldarion'da bilginler ve büyücüler saygı görürken, Valmora'da korku ve şüpheyle karşılanırdı. Kharas'ın limanlarında her gece şölenler düzenlenirken, Thalmar'ın dağ köylerinde sessiz ayinler gerçekleştirilirdi. Lyria'nın bağlarında neşeli şarkılar söylenirken, sınır kalelerinde askerler tetikte beklerdi. Zirhûn ise Runan Konseyi'ne küfredercesine büyünün en karanlığına hükmederdi.
Hanlarda, yolcular geceleri hikâyeler anlatır, kimileri gerçek, kimileri uydurma olan eski lanetlerden ve mucizelerden bahsederdi. Zenginler, saraylarda şarap ve entrika içinde yaşarken, yoksullar geceleri açlık ve korkuyla baş başa kalırdı. Herkes, bir gün tanrının gözüne takılıp, ya ödüllendirileceğini ya da lanetleneceğini bilirdi.
Velatria hem inanç hem de şüpheyle örülmüştü. Nefes alan her bir bilince sıkışacak bir kenar bahşeder; güç isteyene kanlı fırsatlar, huzur ve barış isteyene ise dünyanın en sıkıcı yaşamını bahşederdi. Herkesin bir sırrı, bir korkusu, bir duası vardı. Ve kimse, ışığın solgun nefesinin bir gün tamamen çekileceğini, gölgelerin gerçek sahiplerinin uyanacağını bilmiyordu.

Kıyamet öncesi çağda Velatria toprakları, birbirine rakip krallıklar ve şehir devletleriyle doluydu. Her krallık, kendi soyunun kutsallığına ve tanrılarının lütfuna inanır; sınırlarını kanla, inançla ve entrikayla korurdu. Zaman zaman çıkan savaşlar türlü ittifaklar doğururken sonuç değişmezdi. Zenginler altın parıltılarına doyar, fakirler yeni bir harbin külfetine mahkum edilirdi.
Kuzeyin engin, rüzgarlı platolarında hüküm süren Eldarion Krallığı, büyünün ve bilgeliğin merkezi olarak bilinirdi. Kurak rüzgarların yonttuğu taş döşeli caddelerinde büyüyle aydınlatılan fenerler yanar, kütüphanelerinde kadim bilgiler saklanırdı. Runan Konseyi'yle ittifak halinde olan Eldarion, saraylarında bilginlerin ve büyücülerin özgürce dolaştığı, sessizliğe ve bilgeliğe saygı duyan bir kültüre sahipti. Halkı, eski gelenekleri korur, ayinlerini alçak sesli dualarla gerçekleştirirdi.
İç bölgelerde yer alan Valmora Krallığı, ticaret yollarını elinde tutan, zenginliğini kan ve altınla besleyen bir güçtü. Büyüyü tehlikeli bir sır olarak gören Valmora'da, cadılar ve büyücüler yakılır, ancak sarayın gizli odalarında yasak ritüeller gerçekleştirilirdi. Tapınaklarında kanlı adaklar sunulur, köylüler bereket için her sabah dualar ederdi. Valmora'nın demir zırhlı muhafızları, sınırlarını ve ticaret kervanlarını acımasızca korurdu.
Batıdaki Kharas şehir devleti, limanları ve hanlarıyla her türlü inancın ve günahın serbestçe dolaştığı bir kaos merkeziydi. Paralı askerlerin hüküm sürdüğü sokaklarında, sarhoşluk ve sefahat kutsanır, zevk ve acı arasındaki sınır bulanıklaşırdı. Kharas'ta büyücüler, paralı korumalar eşliğinde gizli ayinler düzenler, limana yanaşan gemilerden egzotik mallar ve uzak diyarların sırları taşınırdı.
Doğudaki dağlık bölgelerde Thalmar Krallığı yükselirdi. Madenleriyle ünlü Thalmar, demiri ve değerli taşları işleme sanatında eşsizdi. Eski geleneklere bağlı olan halkı, dağların derinliklerinde uyuyan güçlere tapınır, her maden çıkarışında karanlık varlıklara adaklar sunardı. Thalmar'ın zanaatkârları, büyüyü metallerle birleştirerek eşsiz silahlar ve zırhlar yaratırdı.
Güneydoğudaki verimli ovalarda Lyria Prenslikleri uzanırdı. Birbirine gevşek bağlarla bağlı küçük prensliklerin oluşturduğu bu bölge, tarım ve şarapçılıkta üstündü. Her prenslik kendi koruyucu gücüne inanır, hasat zamanı büyük şölenler düzenlerdi. Lyria'da büyü, günlük yaşamın bir parçasıydı; küçük tılsımlar, şifa büyüleri ve bereket ritüelleri halk arasında yaygındı.
Lyria Prenslikleri'nin daha da güneydoğusunda, iklimin sertleştiği ve toprağın ağırlaştığı topraklarda, farklı tarikatların yönetiminde olan kanlı ve baskıcı Zirhûn uzanırdı. Burada iktidar, birbirleriyle çekişen tarikatların elindeydi; şehirler ve köyler, sık sık ayinler, kurbanlar ve acımasız cezalarla yönetilirdi. Halk, sürekli gözetim ve korku altında yaşar, inançsızlık ya da itaatsizlik ağır bedellerle karşılanırdı. Güneyin bu karanlık ülkesi, Velatria'nın en kapalı ve en tehlikeli bölgelerinden biriydi; yabancılar burada nadiren hoş karşılanır, çoğu zaman bir daha geri dönemezdi.
Her krallığın inançlara ve kutsal olana yaklaşımı farklıydı. Bazı bölgelerde sessizlik ve çekingen bir saygı hâkimken, başka yerlerde bereket ve güç arayışı, kanlı ritüellerle iç içe geçmişti. Kimileri haz ve sefahati kutsal sayarken, kimileri eski gelenekleri, gizli ayinlerle yaşatır, açıkça sergilemekten çekinirdi. Kutsal günlerde bazı kentlerde büyük törenler düzenlenir, başka yerlerde ise eski heykeller gizlice yıkılır, yasaklanmış dualar fısıltıyla aktarılırdı.
Ve tüm bunların üzerinde, Runan Konseyi yükselirdi. Yaşlıların, büyünün ve korkunun otoritesi. Onlar, ateşin ve kelamın efendisiydi; büyüye sahip kadınları cadı diye yakar, krallıklara güç satar, ama asla gerçek niyetlerini açığa vurmazlardı. Büyü, hem umut hem de lanetti; bir çocuğun gözyaşında, bir kralın kılıcında yankılanan bir sır. Politik sahne, sürekli değişen ittifaklar, hanedan evlilikleri, suikastler ve ihanetlerle doluydu. Runan Konseyi, büyünün denetimini elinde tutarak tüm krallıklar üzerinde gölge bir otorite kurmuştu. Konsey'in ajanları, krallık saraylarının duvarlarında fısıltı gibi dolaşır, büyüyle ilgili her türlü aykırılığı bildirirdi.
Günlük yaşam, krallıktan krallığa büyük farklılıklar gösterirdi. Eldarion'da bilginler ve büyücüler saygı görürken, Valmora'da korku ve şüpheyle karşılanırdı. Kharas'ın limanlarında her gece şölenler düzenlenirken, Thalmar'ın dağ köylerinde sessiz ayinler gerçekleştirilirdi. Lyria'nın bağlarında neşeli şarkılar söylenirken, sınır kalelerinde askerler tetikte beklerdi. Zirhûn ise Runan Konseyi'ne küfredercesine büyünün en karanlığına hükmederdi.
Hanlarda, yolcular geceleri hikâyeler anlatır, kimileri gerçek, kimileri uydurma olan eski lanetlerden ve mucizelerden bahsederdi. Zenginler, saraylarda şarap ve entrika içinde yaşarken, yoksullar geceleri açlık ve korkuyla baş başa kalırdı. Herkes, bir gün tanrının gözüne takılıp, ya ödüllendirileceğini ya da lanetleneceğini bilirdi.
Velatria hem inanç hem de şüpheyle örülmüştü. Nefes alan her bir bilince sıkışacak bir kenar bahşeder; güç isteyene kanlı fırsatlar, huzur ve barış isteyene ise dünyanın en sıkıcı yaşamını bahşederdi. Herkesin bir sırrı, bir korkusu, bir duası vardı. Ve kimse, ışığın solgun nefesinin bir gün tamamen çekileceğini, gölgelerin gerçek sahiplerinin uyanacağını bilmiyordu.